"Park ji min!!"
Adımı duymamla kafamı uyukladığım tezgahtan ışık hızıyla kaldırdım.
"A-afedersiniz efendim"
Karşımda kükreyen geniş bedene karşı kafamı mahçup bir şekilde eğdim.
"Beni dinle jimin eğer bir daha görev başında uyukladığını görürsem kimin tarafından işe alındığın umrumda olmaz seni kapının önüne koyarım anladın mı!"
"E-evet efendim"
Şuan çalıştığım sevimli - kızgın boğayı andıran müdürümün aksine - retro kafedeki işimi kapı komşum bayan Morris'e borçluydum. Bayan Morris Amerika'dan koreye döndüğümde buraya alışmama yardımcı olan kişiydi.Daha önce bir evlilik yapmış olan bayan Morris kocasının ölümünden sonra kendine bir kedi sahiplenmiş ve kocasının hatırası için ona bay Morris diye seslenmişti. Fakat her sabah sahibi olan tatlı yaşlı kadınla Yasemin çayı içip memleketi olan Amerika hakkında konuşmamıza rağmen bay Morris hala bana ısınamamış her gördüğü heryerde sırtını kabartıp kuyruğunu kısarak içten bir tıslama bahşediyordu.
Bulunduğum durumu ve paraya olan ihtiyacımı bilen Sevgili kapı komşumun,kedisinden sonraki tek dostu olduğum için kocasından kalan iki şeyden biri olan - ki birincisi oturduğu ev - kafede bana bir garsonluk işi ayarlamıştı. günden güne o yaşlı kadına olan minnettarlığım ve hayranlığım artıyordu.
Sevgili(!) müdürümüz de kafe sahibinin işe aldığı bir genci kovmaya korkuyordu haliyle fakat her fırsatta torpilli olduğumu dile getirmesi içimde ona karşı kabaran öfkemi iyice tetikliyordu.
Bir kaç dakika oyalanmak ve az önceki olayı sindirmek için elimdeki eski bezle zaten temiz olan tezgahı parlatmak adına silmeye,genellikle tutukluk yapan 80'lerden kalma müzik kutusundan Kısık sesle çalan aynı döneme ait şarkıya ayak uydurarak mırıldanmaya başladım.
Çok geçmeden kafenin eski kahverengi kapısı üzerindeki çanın çalmasıyla gıcırdayarak açıldı. Kafamı parıldayan tezgahtan gördüğüm yansımamdan ayırıp içeri giren kişiye dikkat kesildim.
İçeri giren adam birilerinden gizlenmek istercesine burnunun tamamını örten siyah bir maske ve üzerinde kırmızı renkli bir kuş tüyü bulunan siyah bir fötr şapka takıyordu.
Gözlerini şapkası yüzünden göremiyordum.
Baştan aşağı siyah giyinmesine karşın omzuna attığı mürdüm rengi şalıyla - daha çok bir pelerini andırıyor - cam kenarındaki sandalyeli yuvarlak masalardan birine oturdu. Cafe'nin bir kuralı olarak masa etrafında koltuk bulunmayan yani sandalyeli olan bölümler self-servis olduğu için gidip sipariş almıyordum,bu yüzden az önceki yabancıyı boşverip eski bezi tekrar elime alıp bu sefer boş masalar etrafında dolanmaya başladım.
Kendimi masa parlatmaya kaptırmışken ensemde soğuk bir nefes, beni izleyen bir çift göz hissetmemle arkamı dönmüş fakat karşılaştığım tek şeyin boşluk olmasıyla derin bir oh çekmiştim.
Elimdeki bezi omzuma atıp duvarda asılı duran guguklu saate baktım saat 20.30 du ve işten çıkmama sadece 1 saat vardı mart ayında olduğumuz için yaza göre kafeyi daha erken kapatıyorduk.
ellerimle tezgahtan destek alarak fazla kalabalık olmayan kafeye bir göz gezdirdim, hissettiğim aynı izlenme duygusuyla bakışlarımı az önce içeri giren siyahlı adama çevirdim. Onun da benden farkı yoktu ki gözlerimiz buluşmuştu. Anlamlandıramadığım şekilde benimkinden büyük de olsa küçük gözlerinde bir parlama görmüştüm.
"Pardon ilgilenir misiniz acaba?" Kafamı sallayarak ikide bir önümdeki zile basan ve sinirden köpüren tahminimce 30'lu yaşlarında olan fakat kendini 20'lerinin başında gibi göstermek isteyen sarışın kadına döndüm.
"A-ah hoşgeldiniz nasıl yardımcı olabilirim?"
"Evet, merhaba tam 15 dakikadır sipariş vermeye çalışıyorum"
Ağzım benden habersiz o şeklini alırken kadın elindeki parayı gözümün önünde sallayarak kendime gelmemi sağladı.
"Siparişinizi a-alabilir miyim?"
"Ahh teşekkür ederim! Sonunda"
" bir havuçlu kek bir de çilekli limonata lütfen"
Arkamı dönmüş siparişleri hazırlarken notunu eklemeyi de unutmadı.
"Elinden geldiğince hızlı olsan iyi olur!"
Limonatayı hazırlarken gözüm kolumdaki saate kaymış ve saatin 21.08 olduğunu görmüştüm. Son zamanlarda sıkça yaptığım gibi ağzımın açılmasına engel olamamıştım.Siyahlı adamla olan bakışmam- daha doğrusu göz temasım- sadece bir kaç saniye sürdüğüne emindim zaman nasıl bu denli hızlı geçmiş olabilir.
İzlediğim bilim kurgu filmlerinin etkisiyle onun bir zaman bükücü elf olduğunu ya da sadece ayakta uyuduğumu düşünürken siparişleri hazırladım ve ritim tutarak beni bekleyen kadına bir baş selamıyla siparişlerini uzattım.
"Bence ikincisi"
"A-anlamadım"
"Korkma, sadece sesli düşünüyordun. elf olması alınma ama fazla ortaçağ vâri bir düşünce bence vampir seçeneğini de değerlendir"
Demiş ve beni aynı surat ifadesiyle başbaşa bırakmıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yoongi's moving castle •yoonmin•
Fanfiction"Korkunç hissediyorum. Bir kayanın altında sıkışmışım gibi." "Evet, kalp taşımak ağır bir yüktür." ➿Yoonmin {Howl's moving castle filminden esinlenilmiştir.}