onu bunu bilmem, anlamam

12.2K 645 450
                                    

the xx ; crystalised 

23.16

prickedheart:

bugün, beni terrk edişinhnin
üzsrndeen geçen birşncsi yıl

ahhhh be sevgklşlm

bwen sniii çokhj özvbledim

sen de beni özsdledin mi?

sevflişm bana cevap verecedkj misldn?

hadi artfsdık dayanmıorum

tar hyunrg, lütfdsn...

⚊🌙⚊

Sağ elinde parlaklığı en aza indirilmiş ekranı açık olan telefonu, sol elinde kaçıncı olduğunu saymadığı teneke kutu. Hıçkırdı, hıçkırığın etkisiyle de dik tutmakta zorlandığı başı bir öne bir arkaya düştü.

Birkaç dakika aralıklarla yorgun gözleri bir kapanadursun, dudaklarının kenarından tişörtüne salyası aktı durdu. Gecenin karanlığında, gemilerin yükleme yaptığı bu liman kentinde, kimsesiz bir şekilde içerlenen bu oğlanı kimseler umursamadı.

Umursayanlar çıktığında da ona acıyan gözlerle bakardı ve iç burkan sözler sarf ederdi.

Oğlum, kimsen yok mu senin? Neden gecenin bu saatinde buralarda dolanıyorsun? Bu kadar içip durmamalısın, sızıp kalırsan bu sokaklar senin için tehlike arz eder. Adın ne senin, neden hep yalnızsın? Gibi bir sürü sözler...

Ancak bu yalnız oğlan, duyduklarını duymamış gibi yaparak unutmayı çok iyi bilirdi. İnsanların zaten incinmiş olan kalbinin durumunu daha da kötüleştirmelerine izin vermezdi.

Çünkü o, kalbini sadece tek bir kişinin incitebileceğine inanırdı. Sevdiğinin. Saçlarının teline dokunurken bile oldukça çekindiği, en ufak bir noktasına bile zarar vermekten korktuğu sevdiğinin. Kendisini bırakıp giden, çaresizce bu karanlığın içine sürüklenmesine neden olan sevdiğinin.

Boş ve yaşlı gözlerle dakikalarca telefonunun ekranına bakıp durdu. Sevdiğinden bir tek kelime bile gelse onun için kâfiydi. Hatta bir ödül değerindeydi. Bekledi, bekledi, bekledi. Baş parmağını gözlerine değdirip görüşünün bulanıklaşmasına neden olan yaşları tek hamlede silip süpürdü, dudaklarına buruk bir tebessüm yerleştirip başını arkasındaki yıkık dökük duvara yasladı.

Geçen ay boyattığı nane rengindeki saçlarını bir güzel karıştırdı, ticaret gemisinden yük boşaltmaya devam eden işçilere doğru hiddetle haykırdı. "Neden! Neden! Neden!"

Onun bu samimi bağırışlarını duyan işçiler, şaşkınlık içerisinde kalarak etrafa bakındı ve duvar kenarına sinmiş olan oğlanı fark etti. Hiçbiri tek bir söz bile etmedi, yalnızca olacakları bekledi.

"Neden!" Bir kez daha haykırdı bu yalnız oğlan. Tişörtünün yakasından tutup avucunun içinde buruşturdu, ağzından saçılan tükürüklere engel olamadı. Titreyen sol elinden teneke kutusu yere yuvarlanıp yankılı sesler çıkarırken, bir köşede sessizce yemeğini yiyen gri kedi ürküp geri kaçtı.

"Neden... canımı yakıyorsun, benim güzel sevdiğim... Bilmiyor musun... gözüm senden başkasını... görmüyor! Tae Hyung... bunu bana neden yapıyorsun? Ne hallere düştüğümü... görmüyor musun..."

Sonlara doğru sesi gittikçe kısıldı ve tamamen sessizleşti. Bir hıçkırık kaçtı dudaklarının arasından, kalbi titredi. İç çekerek kendi halinde mırıldanan zavallı oğlanın halini gören işçiler yarıda bıraktıkları işlerine dönerken, aralarından bir tanesi oğlanın yanına geldi.

Karşısına çömelen işçiyi gören oğlan, yorgun gözlerini öylece ona dikti.

"Merhaba." Gülümseyip oğlanın omzunu sıkan bu yabancı, onu sarsıp canlanmasına neden oldu. Kendine gelmeye başlayan oğlan, adamın gülümsemesine hayran kaldı.

O çok güzel... gülümsüyor.
Tıpkı... tıpkı... Tae Hyung gibi...

"Merhaba."

İşçi, oğlana destek olarak onu ayağa kaldırdı ve yere yığılmasın diye kollarından tuttu. Çünkü fazla sarhoştu. Kendinden haberi olmayacak kadar sarhoştu. "İsmin nedir, sermest oğlan?"

Duyduğu şaşkınlıkla önüne düşen başını bir anda kaldırdı. "İsmim... Yoon Gi. Evet, evet... bana Yoon Gi diyebilirsin... İsmim... kesinlikle bu..."

İşçi samimi bir kahkaha attı. Ne de masum, diye geçirdi içinden. Tamamen kendinden geçmiş.

Ardından sözlerine devam etti. "Yoon Gi, ismin ne güzelmiş. Benimki de... Ward. Fark ettiğin üzere Avrupa'dan geliyorum, limandaki yükleme işimiz bittiğinde sabah ayrılacağız buradan..."

"Memnun oldum, Ward... Senin de ismin... çok güzel. Bu arada... bu arada... sermest ne demek?"

Güzel tebessümünü yüzünden bir anlığına bile eksiltmeyen Ward, güzelce açıkladı. "Sermest... sarhoş insanlar için kullanılan eski bir Latince sözcüktür, Yoon Gi. Kafası güzel anlamına gelir, kendinden geçmiş demektir..."

"Ah..." Dedi Yoon Gi. "Bu ben olmalıyım..." İç geçirdi. "Evet... ben bir sermest olmalıyım... Her daim kafam güzel... bir sermest... ayılamıyorum uzun zamandır..."

"Baksana Yoon Gi... Biz kentten ayrılana dek gemide konuğumuz olmak ister misin? Denizcilerin arasında canın da hiç sıkılmaz. Hem aç mısın? Senin için yiyecek bir şeyler ayarlayabiliriz."

Kaşlarını çatıp düşünceli hallere büründü Yoon Gi. Bulanık zihniyle ölçtü, tarttı. Ve kararını verdi. "Misafiriniz olmaktan... memnun kalırım Ward... Tabi eğer... eğer size yük olmayacaksam..."

"Kesinlikle olmayacaksın. Gel, diğerlerinin yanına gidelim." Fiziksel yapı olarak kendinden biraz ufak olan sermestin omzuna kolunu atan Ward, onu arkadaşlarıyla tanıştırmak üzere götürürken bir nebze de olsa heyecanlıydı.

___

bölüm sonu

❝ under the moonlight, you are mine

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

❝ under the moonlight,
you are mine. ❞

amoncha'ya sevgilerle...

y/n bölüm adları, duman - seni kendime sakladım şarkısından gelmektedir. beni çok etkileyen
bir şarkıdır ve bilmeyenlerin de
dinlemesini tavsiye ederim...

ve bir de...
yorumlarınızın bizler için
ne kadar önemli olduğunu unutmayın...

sermest | taegiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin