foster the people ;
pumped up kicksHayat, insanoğlu için çözülmesi zor bir şifre misaliydi. Hangi harfin veya sayının nerede, kaç kere kullanılacağını bilmek gerekirdi. Yapamayacağından korkan ve daha başından pes edenler asla şifreyi çözemez ve daimi başarısızlığıa mahkum olurlardı.
Yoon Gi ile Tae Hyung ise gençliklerini adadıkları bu şifreyi sonunda çözebilmişlerdi. Cevap ise şuydu; bir şeye körü körüne inanmanın insanı ve ilişkilerini ne kötü hallere sokabileceğiydi.
"Tae Hyung..." Diye sızlandı turuncu saçlı oğlan. "Bırak da bir kere evime uğrayayım, tüm giysilerim ve eşyalarım orada kaldı." Tae Hyung, Yoon Gi'yi ölümün kıyısından döndürdüğü o günden sonra yanından ayrılmasına ve evine gitmesine izin vermemişti. Çünkü geç de olsa yaptığı hatalarının farkına varmış, sevdiğini ikinci kez kaybetme riskine girmeyi göze alamamıştı.
Sonuçta Yoon Gi'nin her ne kadar mutlu görünse de her zaman bunalıma girmeye müsait biri olduğunu biliyordu. Bu yüzden gözünü ondan ayırmamayı ve kendini ona adamayı en uygun karar olarak görmüştü.
"Olmaz." Şeklinde kesin bir dille yanıt verdi. "Nasıl olsa zevklerimiz uyuşuyor, dolabımdan istediğin gibi giyinebilirsin. Hatta bence direkt burada yaşamaya başlamalısın, zaten bir haftadır evine gidemiyorsun."
"Tabii." Turuncu saçlı oğlan yalnızca gözlerini devirdi. Kendisini hiç umursamazken son zamanlarda yaşadıkları sayesinde sevdiğine kavuşabildiği ve ondan bu derece ilgi görebildiği için karanlık dünyası aydınlanmıştı. Bu yüzden arada bir söylenip dursa da, aslında o da gitmek istemiyordu.
Her ikisi de hazırlanmayı tamamlayıp güzel kokulu parfümlerinden sıktılar. Gitarlarını da omuzlarına asıp önemli bir buluşmaya gitmek üzere evden ayrıldılar. Gidecekleri yer ise, geçmişteki anılarını canlandıracak çok güzel bir mekandı.
___
"Hey, Yoon Gi! Tae Hyung!" Mekandan içeri girer girmez bir masada oturan beş oğlan kendilerine doğru döndü ve içlerinden biri onlara seslendi. Seslenen oğlanın ismi Jung Kook'tu. El sallayıp ikilinin masalarına gelmesi için işaret verdi.
Tae Hyung, Yoon Gi'nin elinden tutup onu diğerlerinin olduğu masaya doğru sürükledi. Arkadaşlarının yanına vardıklarında tek tek selamlaşmış ve kucaklaşmışlardı. Grupları dağıldığından beri bu şekilde bir araya gelme fırsatları olmamıştı. Taa ki Jung Kook tüm üyeleri arayıp bir buluşma ayarlayana kadar.
Bir şeylerin yeni farkına varan Ji Min, yerinden sıçradı. "Durun, durun! Tae Hyung sen biraz önce Yoon Gi'nin elini mi tutuyordun? Aman tanrım, barışmışlar!" Diğerleri de farkına vardığında Seok Jin gençleri tebrik etti. "Voah! Tebrikler çocuklar, tebrikler!" Masada oturan herkes alkışladığında, günün çifti olan ikili dikkat çektiği için utanmıştı.
Konuyu değiştirmek isteyen Yoon Gi, ortaya yeni bir şey attı. "Ho Seok, saçlarını turuncuya boyatmışsın. Hem de benimle aynı zamanda!" Bunun da yeni farkına varan diğerleri yeniden alkış tuttu. Bu kez ise Ho Seok yanıtladı. "Haha! Tanrım, demek ki yakın arkadaş olmak böyle bir şeymiş!"
Birbirlerini kısa sayılmayacak bir süredir göremedikleri için değişen şeyleri fark etmeleri de biraz zaman almıştı. Gruplarının dağılma hikayesi ise tahmin edilebilirdi. Tae Hyung ve Yoon Gi arasında olaylar olduktan sonra her ikisi de gruptan ayrılmış, geriye kalan beşli ise ortak bir karar ile grubu dağıtmıştı. Üniversiteyi bitirip mezun olduktan sonra da aralarına giren mesafeler iyice artmıştı.
Bugün, onlar için çok özel bir gündü. Çünkü bir gece için bulundukları mekan ile anlaşmış, güzel bestelerini onları seven gençlerle buluşturmak istemişlerdi. Hava kararıp mekan yavaşça dolmaya başladığında, grup üyeleri masalarından kalkmış ve hazırlanmak için sahne arkasına gitmişlerdi.
"Buna inanamıyorum..." Diye mırıldandı Nam Joon. "Tıpkı eski günlerdeki gibi... Bir aradayız ve... sahneye çıkıyoruz..." Gülümsediğinde, arkasındaki Jung Kook tarafından omzu sıkıldı. "Evet, Joon-ah... Eski günlerdeki gibi."
Ve kalabalığın alkışları eşliğinde, yedi genç mavi ve kırmızı ışıkla aydınlatılan sahneye çıktı. Ji Min baterinin başına oturdu; Jung Kook dijital piyanonun arkasına geçti; Yoon Gi, Tae Hyung ve Nam Joon elektronik gitarlarını omuzlarına astı; Seok Jin ile Hoseok ise mikrofonlarının başına geçti.
Hepsi birbirinden yakışıklı olan gençler mavi ve kırmızı spot ışıkların aydınlattığı yüzleriyle kalabalığı selamlarken, küçük hayran kitleleri tarafından ne kadar ilgi gördüklerini fark etti. Kalabalıktan övgü dolu sözler ve arada da çığlıklar yükseliyordu.
Müziğe giriş yapmadan önce terlemeye başlayan alnını elinin tersiyle silen Ji Min, çok güzeller, hayranlarımız çok güzeller, diye düşündü. Piyanonun tuşlarına ince parmaklarını konumlandıran Jung Kook, heyecandan ölmezsem iyi, diye düşündü.
Nam Joon bunun hâlâ bir rüya olduğunu ve birazdan uyanacağını düşünürken, Seok Jin ile Ho Seok ise canlı performans sergileyecekleri için seslerinin titrememesi umuduyla dua ediyorlardı.
Ve son olarak göz göze gelen Tae Hyung ile Yoon Gi ise, birbirlerinin kulağına ne olursa olursun birbirlerini her daim seveceklerini ve bu sahnede bir arada olabildikleri için mutlu olduklarını fısıldıyorlardı.
Yoon Gi ile Tae Hyung'ın hikayesi burada bitmemişti. Karanlık günlerin üzerine temiz bir sayfa çekmiş ve aydınlık yarınları göreceklerine dair söz vermişlerdi. Ve hayat tam olarak buydu, dün bulunduğunuz yer ile yarın bulunacağınız yer arasında bir uçurum olabilirdi.
___
son
y/n görüşlerinizi
bildirmekten çekinmeyin...ve lütfen tüm bölümlere oy verdiğinizden emin olun. ♡
ŞİMDİ OKUDUĞUN
sermest | taegi
Romancesermest (far.) ; sarhoş, başı dönmüş, kafası güzel. •° yarı angst •° lügât-ı fars serisi, bölüm 1