Göknur Sokak 12 numarayı arıyordu Neriman'la Fırat. Birkaç turun sonunda sokağı bulmuşlardı ama hiçbir kapının numarası güncel olmadığı için Hakan'ın evini çıkaramamışlardı daha. "Soralım Abla" dedi Fırat, atılgan bir tavırla. "Yok" dedi Neriman, "Hakan'ı arıyoruz diye dolaşılmaz buralarda!"
Bahçe kapısı aralık bir ev gördü sonra, sol yanında geniş bir de ağılı olan, derme çatma duvarlı. Evin girişinde kırık, mavi bir lavabo, üzerinde sırları dökülmüş bir ayna... "Burası olmalı" dedi Neriman, Fırat'a. "Dur, burda". Fırat kapıyı açmaya davranınca gencin omzuna dokundu Neriman; "Öyle hemen inilmez, bir söz birliği yapalım önce" dedi. "Soran olursa Hakan'ın iş yerinden geliyoruz, sen mesai arkadaşısın ki buraya kadar öyle. Ben de müdürüyüm. Birkaç gündür şirkete uğramadığı için kontrole gelmişiz". Fırat başını salladı, sözlüye kalkmış ilköğretim öğrencisi heyecanıyla. "Ama" diye ekledi Neriman; "Baktık ki ev müsait, herhangi bir pürüz yok, o zaman bana bırak". "Tamam" dedi Fırat, yine aynı ciddi havayla.
Tam aşağıya ineceklerken Neriman'ın telefonu çaldı çantasının derinliklerinden, bir an önce açılmak ister gibi telaşla. Daha ekrana bakmadan Muzaffer olduğunu anladı. Öyle olurdu çok zaman. Önemli bir telefon beklerken, ya da birinin aramasını çok isterken akla ilk o gelirdi çalan her telefonda. "Alo" dedi Muzaffer, "Beni aramışsın, toplantıdaydım, telefon da masamda kalmış".
Neriman inanmak istedi duyduklarına, çünkü bunlar bir hiç olabilirdi biraz sonra duyacaklarının yanında. "Muzaffer" dedi, kızgın, bir o kadar da kırılmış bir tonla sorgulayarak: "Bana şu işi bir kere daha anlatsana! 19 yaşında bir kız, altmış yaşında bir adamla nasıl evlenir, üstelik kendi rızasıyla?"
Sayacak daha fazla sözü vardı Neriman'ın ama her ağzına geleni söylemek eskiden beri adeti değildi. "Neriman" dedi Muzaffer, "Şu an ne buldun, hangi nedenle bu denli öfkelendin bilmiyorum. Ama kızım isteyerek evlendi, kendi seçimiydi". Neriman'ın telefonunun şarjı bitti sonra, en bitmemesi gereken anda.
Bahçe kapısından içeri geçtiklerinde pembe yanaklı, başı yemenili, orta yaşın üzerinde bir kadın gördüler önce, musluğuna hortum bağlanmış bir çeşmenin başında durmuş bakırdan bir leğen yıkayan. "Buyrun" dedi kadın, "Kime bakmıştınız?" "Hakan burada mı oturuyor anne?" dedi Fırat, "İş yerinden geliyoruz!" Kadın içeri baktı kaçamakça. Bakışını yakalayan Neriman, "Biz bir içeriye bakalım" dedi, güçlü, otoriter bir sesle. "Yok burda Hakan" diyerek arkalarından geldi kadın, durdurmaya çalışarak, ürkekçe. "İsmet" dedi sonra, telaşlı bir sesle, kanepede uyuyan yaşlı adama. "Bu hanımla bey Hakan'a bakmaya gelmiş". İsmet hızla doğrulup hırkasının önünü kavuşturdu, bir yandan ayaklarıyla yerde terliklerini ararken. Temiz yüzlü bir ihtiyardı İsmet, seyrelmiş beyaz saçları ve dudağının üzerinde eskilerden kalma bir bıyık olan... Geçim derdi kaçınılmazdı ama başka bir dert vardı gözlerinde. "Eyvahlar olsun" diye bağırdı pembe yanaklı kadın, "Bizimki bir şey yaptı!"
Temkinli yaklaşıyordu Neriman, önce kaç kişi olduklarını sordu, sonra kendini tanıttı, doğrulukla. Kahve bile teklif etti kadın o telaşla, "Belki başka sefere" dedi Neriman, "Şu işi bir iyi konuşalım önce!" Temiz insanlar hep daha serin kanlı olurdu anlatırken, gizleyecekleri bir şey olmadığı için belki de. Uzun uzun anlattı İsmet Amca: "Bu benim Hanım, Hakan tek oğlumuz, bir oğlum daha vardı Doğan, o rahmetli oldu 3 sene önce. Bizim buranın kayıtsız işleri bol olur biraz. Ben tövbe bulaşmadım ama söz geçiremedim Doğan'ıma. Devecilikle geçinirim ben, bakma ağıldaki haline, süsledim mi gelinden farkı olmaz, sonra çoluk çocuk, turist dayanamaz kimi üstüne biner, kimi resim çeker..." Fırat atıldı pervasızca: "Deve işi kazandır mı o kadar?" "Olduğu kadar" dedi İsmet Amca. "Bunun geçit töreni var, tatil köyleri var, kınası var, Türk gecesi var, olduğu kadar..."
Söze devam etti sonra Neriman'ın hatırlatmasıyla. "Diğer oğlum, Hakan'ım. Önce şoför çıktı, sonra kaptan. Söylediniz zaten, Fırat oğlumla aynı şirkette. İki gün önce bir kız getirdi bu eve. Misafir edeceğiz dedi, sözüm ona büyük sevabı varmış ama sonunda büyük de ödemesi olacakmış. Hiç gözüm tutmadı o işi ya. Sırf bizim çocuk işinde ezilmesin diye ses etmedim. Bizimkinin dediği; kızı istemediği biriyle evlendiriyorlarmış, bu da kurtaracakmış. Kız desen ağzını bıçak açmaz, yemek veririz yemez. Hiç sinmedi içime. Siz gelmeden 1 saat falan önce büyük siyah bir araba geldi buraya, kızı almaya geldiler dedik, Hakan'ımı da alıp götürdüler. Kimselere bir şey diyemedim, başını derde sokmamak için". Gözü bahçe kapısına daldı sonra. "Yok" dedi Hakan'ın annesi, "Gidişi gidiş değildi oğlumun, pek süklüm püklümdü. Hiç içime sinmedi". "Polise gitmeyi düşünmediniz mi?" diye sordu Neriman, İsmet Amca atıldı hemen:
"Aman hanım kızım ne polisi, o vakit ayrı yakarlar Hakan'ımın başını. Hani sen arıyormuşsun ya kızı, benim Hakan'ımı da buluversen ha? Söz ver bana hanım kızım, bul benim de evladımı!"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
59 dakika "merhaba"
Ficción GeneralYayınlanan ilk uzun soluklu işinde en sevdiği türleri buluşturan Alp Özbek, okuyucuyu kahramanı Neriman Ateş ile sürprizlerle dolu bir akışa davet ediyor. Günümüz dünyasında geçen mini yapıt, okuyan herkesin beğenerek takip edeceği bir kurgu olmayı...