"Atlayacak mısın?"
Rüzgârın tohumları yüzüme çarparken arkamdan gelen erkek sesiyle aniden döndüm. Paltosunun cebine ellerini özenle yerleştirmiş, siyah beresiyle saçının birazını gizlemiş, soluk benizli bir adamdı, banka oturuyordu. Gözlerini, rüzgârdan olsa gerek, kısmıştı. Dik duran omuzlarının üzerine başını yan devirip istemli bir tebessümle beraber ondan uzaktaki siluetime baktı. "Atlamak için iyi bir gün değil. Fazla esinti var, cesedini epey bir süre bulamazlar, hatta ölmediğin umuduna bile kapılırlar."
Yüzümü arkaya dönüp hızlıca baktım gerçekten ben orada olsam nereye düşerim cihetiyle. Kayalıklara çarpardım uzunca bir süre, ardından denizin kayalık dibine düşer ve birkaç gün balıklara ziyafet olurdum. Cesedimi bulduklarında beni tanımama ihtimalleri vardı. Siyah poşetin içerisindeki leşimi bitmeyen umutla açtıklarını düşledim, çenemin altındaki izi görene kadar sıyrılan fermuarın sesini düşledim, bu sesten rahatsız oldum. Fermuar seslerini hiç sevmiyorum.
"Bu güzel, bir süre daha unutulmamış olurum." Yanındaki sırt çantasının fermuarını açarken hafifçe başını kaldırdı. "Unutulmak istemeyen biri kaos yaratmadan gitmemeli." Fermuarı hızla açtı. Fermuarları sevmiyorum.
"Bir filmim olsa unutmazlar." derken çizmemin burnunu izleyerek birkaç adım attım. "Star Wars bile unutulacak. Birileri mutlaka unutur."
"Bir kitap yazarım."
"İncil'i helak edeni tanıyorum, kitap olmaz."
O bir yabancıydı. Yabancı insanlarla konuşmamalısınız, sordukları sorulara cevap vermemelisiniz.
"Unutulurum o zaman."
Çantasına elini atıp küçük bir kap çıkardı, kapağını açtı. Hafifçe sallayarak öne doğru uzattı. İçindekini paylaşmayı teklif ediyor olmalıydı. "Zehirli değil, korkma. Öyle olsa bile ölmek isteyenlerin umurunda olmamalı."
"Ölmek isteyenler hâlâ yaşıyor!"
"Evet, doğru. Hayatlarının en saçma anlarını yaşıyorlar."
Bankın yanına gittim, bir süre öylece ayakta bekledim; oturmamı istediğini belli edecek sözler, söz yahut jest...Ortadaki çantanın diğer yanına oturdum. Rüzgâr yön değiştirirken dağılan saçlarımı kapüşonun altına aldım. "Ne hissettiklerini bilemezsin."
"Haklısın, ne hissettiğimi bilmiyorum."
Yüzüne baktığımda çarpan rüzgarla kapüşonum düştü. Yakından yüzü daha da soluk görünüyordu, bir kutu deterjan içmiş gibiydi sanki. "Atlayacağımı nereden çıkardın?"
"Atlayacağını söylemedim. Muhtemelen içtiğin haplar yüzünden öleceksin."
"Hap içtiğimi nereden çıkardın?"
"Terliyorsun ve tenin bembeyaz. Göz altların sararmaya başlamış. Hızlı hızlı nefes alıyorsun."
"Sen de öyle görünüyorsun!" derken başımı diğer tarafa çevirip kaşlarımın çatılmasına müsaade ettim. Rüzgâr saçlarımı yüzümün önüne savurdu.
"Akıllı kızsın." Boynumu paslanmışçasına yavaş ve takılarak ona çevirdim. Elindeki mendille alnını siliyordu. Kocaman gözlerinin yarısına düşen göz kapakları hastalıklı görüntüsünün has yanıydı. Uzun burnundan hırıltılı bir nefes aldı. Üç yıldır taranmamış gibi duran dalgalı saçları alnındaki terlere yapışıyordu.
"Sen de hap içtin değil mi?"
"Söylemiştim, akıllı kızsın." Gülmeye çalışırken genzinden köpek hırıltısına benzer ses çıktı, ardından daha sesli gülmeye başladı. Sanki dünyanın en komik esprisini ölümsüz olduğunu öğrendikten hemen sonra işitmiş gibiydi.
"Hap içtiysen neden uçuruma geldin?" derken kapüşonuma saçlarımı yeniden tıkıştırmaya çalışıyordum.
"Öncelikle saçlarını tıkıştırmayı kesmelisin, bırak ölmeden önce rüzgâr sevsin onları. İkincisi senin buraya gelme sebebine benziyor olabilir." Durdu ve derin bir nefesi takılarak aldı. "O yüzden ilk sen anlatmalısın."
"Neden ben anlatıyorum?"
"Çünkü benden önce öleceksin."
Ölmesini izlemeyecektim. Ölmeden önce aldığım en güzel haber bu olmalıydı. Önümde ölseydi ölmekten korkabilirdim. Acı çekmekten korkabilirdim. Bu çok iyiydi. "Bilincimi kaybettiğimde denize düşmek istiyordum. Canlıyken boğulmak istemiyorum."
"Artık istemiyor musun?"
"Seni ilgilendirmez."
"Hadi ama" deyip avare bir ses çıkardı. "Yanımda ölecek kadınla da konuşmayacaksam kiminle konuşayım o zaman. Konuşsana ot! Bu kız gibi susma." Elini kulağına dayayıp tebessüm eder ifadeyle havayı dinledi, kocaman açtığı gözlerini çatılan kaşları izledi. "Senin çok hırçın olduğunu söyledi. Ha bir de despot dedi. Sana."
"İndir o parmağını," derken omzuma dayadığı işaret parmağını ittim. Bıkkın homurtusundan sonra yanındaki kabın kilidini özenle açıp içindeki dilimli meyveleri plastik çatalla yemeye başladı. Karşıya bakan yüzümde aykırı duran sağa kayık gözlerimle baktım ona. Yerken ağzını kapatıyordu, yerken ağzıyla ses çıkaran insanlardan nefret ederim.
"Bu ilk mi?"
"Ne?" derken ona bakmıyormuşum gibi gözlerimi kısarak göğü süzdüm. İnsanları incelemekten haz duyuyorum, yakalanmaktan nefret ediyorum.
"İntihar girişimi"
"İlk."
"Pişman mısın?"
"Hayır," dedim kararlı bir sesle. Bunu kendime sormamıştım. "değilim."
"Ölmeden önce pişman olacaksın."
Gökyüzünü içime çektim. "Belki" diyerek dudaklarımı oynattım, ses çıkmadı.