İki gün sonra. Saat 21.23
Evde oturup annemden sonra satmadan bıraktığım televizyona bakıyorum.
İnsanlar hareket ediyorlar.
Dudaklarını okumaya uğraşmıyorum. Gerek yok.
Kafamda başka şeyler var.
'Koku'yu bitirdim.
Saat 21.32
Dışarıda çok sert bir rüzgar var.
Üzerime bir şey almadım.
Umarım hasta olmam.
Hızla caddeden aşağı yürüyorum.
Saat dokuz buçuk.
Yine de orada, biliyorum.
Dedesinin koltuklarında oturup kitap okuyor.
Elimde bitirdiğim kitap var.
Neden parmaklarımı bu kadar sıktığımı bilmiyorum.
Adamın biri bana çarpıyor. Bozuk diksiyonu. Sarhoş mu değil mi anlaşılmıyor. "Dik tut omuzlarını be!" dediğini tahmin ediyorum.
Derdi ne bilmiyorum.
Ama yapmamı istediği gibi dönüp bir kez daha arkama bakmıyorum.
Biliyor musunuz, yine çıkarken haplarımı almadım.
Ama bugün uyuyakalmayacağım.
Saat 21.38
Kitabevinin kapısını çalıyorum.
İlk çalışta açmıyor.
Bir daha.
Açmıyor.
Bir daha. Bir daha!
Kapıyı kimse açmıyor.
Yine de kapının açılmasını bekliyorum.
Kitaptaki bazı satırlar içiçe geçerek zincirler halinde aklımdan geçiyorlar.
"Ben bu piç evimden gitsin istiyorum." "İyi ama, niçin be kadıncağız?" dedi Terrier ve yine saplı sepetin içini karıştırmaya başladı. "Baksana, dünyanın en sevimli çocuğu bu. Rengi pembe, ağlamıyor, güzel güzel uyuyor, hem de vaftizli." "Onun içine şeytan girmiş." Çabucak çekti Terrier elini sepetin içinden. "Olamaz! Kesinlikle mümkün değildir bir süt bebesinin içine şeytan girmesi. Süt bebesi daha bir insan değil, taslak insandır ve tam gelişmiş bir ruhu yoktur henüz. Bu yüzden de şeytanın ilgisini çekmez. Konuşmaya başladı mı ki çocuk? Durup durup çırpınıyor mu? Odadaki eşyaları yerinden mi oynatıyor? Pis bir koku mu yayıyor?"
"Hiç kokmuyor." dedi sütanne.
Gözlerime yaşlar hücum ediyor ama onları tutabiliyorum. O kadar da ele avuca sığmaz yaşlar değiller.
Saat 21.39
Kapı açılıyor.
Namjoon önce bana, sonra elimdeki kitaba bakıyor.
Sence benim de her insanda olması gerektiği gibi bir kokum var mı, yoksa ben de o ana karakter gibi kokusuz muyum?
Nasıl cevap vermesi gerektiğini bilmediğini görüyorum.
Kapıda ağzı açık bir şekilde dikiliyor.
Sonra kıpırdıyor "Yoongi, kurgu o."
Biliyorum. Mecaz kullanıyorum.
"Hayır hayır, kokusu olmayan karakter kurgu. Bir rengi olmayan, varlığı olmayan insan olur mu?"
Peki o kokusuz karakter, kimi temsil ediyor?
Gözlerinin hareket edişinden bunu tam olarak bilmediğini anlıyorum.
O ben değilimdir, değil mi?
"Tanrı aşkına... İlaçlarını aldın mı sen?"
Namjoon, cevap verir misin?
"Değilsindir, Yoongi."
Başımı sallıyorum.
Başka bir şey söylemiyorum.
Arkama dönüp geri, eve dönüyorum.
Saat 22.02
Ben tuhaf biri değilim.
Sadece çok ödleğim. Olmamaktan çok korkuyorum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Blue ¨ namgi (düzenleniyor)
FanfictionEli kulağında mavi sular. [Stories From Wavy Horizons, 2nd book]