Ortadan yok olan 3 askeri sadece ben görmüş olamazdım. Tabi eğer sanrılar görmüyorsam. Etrafıma bakıyor ve diğer asker arkadaşlarımda bir tedirginlik durumu varmı diye görmeye çalışıyordum. Ancak görebildiğim hiçbir askerde, bu tür bir farklılık, gergin bir hal yoktu. Benim görebildiğim kadarı, sadece bizim takımdı. Peki ya diğer askerler, diğer bölüktekiler görmüş olabilir miydi? Bunu öğrenmenin imkanı yok gibiydi. Çünkü kimseye gidipte, ağacın arkasından geçerken yok olan 3 askeri soramazdım. Delirdiğimi düşünebilirler, daha da kötüsü komutanların kulağına giderse, işin ucu hastaneye yatmaya kadar ulaşabilirdi. Kendi imkanlarımla birşeyler yapmalıydım. Bu gördüklerim bir sanrı mı, yoksa gerçekten varolan birşeyler bana ulaşmaya mı çalışıyor bilmeliydim.
Yanımda her zamanki gibi, en yakın olduğum arkadaşım İlyas oturuyordu. Sürekli bir grup halinde zaman geçiriyorduk. İlyas'ın yanı sıra, Ahmet, Okan, Selçuk ve ilk zamanlar samimiyetimin olmadığı Ömer'de bu gruba dahildi. Benim bir süre eğitimden uzak kalmam gerekiyordu. Gerilmiştim ve o askerlerin nereye kaybolduğunu düşünmeden duramıyordum. Elimi kaldırarak komutanın görmesini bekledim. Bir planım vardı. Kısa süre içinde beni gören komutan, başıyla cevap hakkı tanımıştı. Hemen ayağa kalktım ve söze girdim:
- Erhan Cihan GÜNGÖR, Balıkesir! Komutanım bir durum arz edebilir miyim?
- Tabi söyle Erhan.
- Komutanım, mideme ağrı girdi. Sabahtan beri de ara ara giriyordu. İzin verirseniz tuvalete gidebilir miyim?
- Tabi, tabi ayrıl sen.
Bu kadarı yeterli değildi. Ne kadar merak etsem de, oraya tek gitmeye cesaretim yoktu. Planıma devam ediyordum. Kalkarken başım dönmüşcesine sendeledim. Haliyle yanımda oturan İlyas, bana destek olmak için yerinden fırladı. Bu iyi birşeydi ve istediğim şey olmuştu. Komutan söze girdi:
- Asker! Sen de git arkadaşınla, oradan revire götür bir baksınlar.
- Emredersiniz komutanım!
İlyas'ın desteğini alarak yürümeye başlamıştım. Eğitim alanında bulunan tuvaletler, o ağaçların bulunduğu bölüme çok yakındı. Oraya doğru yürümeye başladık. İlyas yakın arkadaşım olduğu için, neyim olduğunu merak ediyordu. Çok geçmeden sorularını sormaya başladı:
- Oğlum noldu? İyi misin sen?
- İyiyim iyiyim, belli etme yürümeye devam et.
- Ne? Numaramı yaptın lan yoksa?
- Yürü dedim oğlum, anlatacağım.
İlyas'ın aklından geçen şey, eğitimden kaytarmak için böyle birşey yaptığımdı. Bir bakıma düşüncesi doğruydu. Eğitimden çıkmak için bunu yapmıştım. Ancak niyetim kaytarmak değil, geldiğim günden bugüne ara ara gördüğüm şeylerin ne olduğunu öğrenmekti. Yürümeye devam ettik. Çok geçmeden ağaçların olduğu yere gelmiştik. Hemen öne atıldım ve gözümü ayıramadığım o ağacın ardına baktım. Kimselerin olmayacağını bildiğim halde, bakma ihtiyacı duymuştum. Çünkü olup biteni anlamlandırmak için birşeyler yapmaya ihtiyacım vardı. Ben etrafı incelerken, İlyas haklı merakıyla söze girdi:
- Oğlum napıyorsun? Ne arıyorsun?
İlyas'ın sorusuyla hemen kendimi topladım ve onu kolundan tutup bir köşeye çektim. Olan biteni birine anlatmam gerekiyordu. Hemen söze girdim, çünkü bir daha bu cesareti kendimde bulamayabilirdim:
- Dinle beni. Duyduklarından sonra bana deli diyeceğine eminim. Ancak yaşadıklarımı paylaşmam, birine anlatmam lazım.
- Dur oğlum, sakin ol. Anlat sen neden deli diyeceğim, demem anlat hadi.
- Geldiğimiz günden sonra, yani bir süre sonra sesler duymaya başladım. İlk önce psikolojik olacağını düşündüm. Ancak sonrasında sanrılar (gerçekte olmayan görüntüler) ya da gerçekten olan birşeyleri görmeye başladım.
- Nasıl yani? Ne görüyorsun kardeşim?
- İlk kez bugün gördüm tam olarak. Üç askerdi gördüğüm ve burda, işte şu ağacın arkasından geçerken kayboldular. Duyduğum seslerde birşeyleri bulmamı istiyor. Delirdiğimi sanıyordum ama, artık eminim. Birşeyler oluyor İlyas ve ben napacağımı bilemiyorum.
- Tamam, tamam dur kardeşim. Öncelikle merak etme bu konu aramızda kalacak. Revire gidip rahatlamak istersen de yanında olacağım. Ancak böyle birşeyin gerçekten olacağını aklım almıyor. Olsa bize de görünürdü eminim. Bence ilk söylediğin gibi, bu durum psikolojik olabilir.
İlyas'a kızamıyordum. Haklıydı söylediği şeylerde. Kim böyle şeyleri duyduğu an inanabilirdi ki? İlk etapta bunun psikolojik bir sorundan kaynaklandığını düşünmesi çok doğaldı. Zaten bunu bekleyerek anlatmıştım olanları. Amacım üzerimdeki yükü paylaşmak ve hafifletmekti. Hatta gerçekten de psikolojik olabilirdi. O andan itibaren komutanlarla görüşerek, revire çıkma olayını düşünmeye başlamıştım.
Ardından İlyas'la birlikte, tuvaletlerin olduğu bölüme doğru yöneldik. Daha fazla orada durup ilgi çekmek istemiyordum. İşlerimizi hallettikten sonra, revir yerine yeniden eğitim alanına dönmüştük. Henüz revire gidip gitmeme konusunda kararlı değildim. İyi olduğumu söyleyerek eğitime devam edecektim.
--------------------------
Eğitim, spor, bakım derken günler geçiyor ve yemin törenimiz yaklaşıyordu. Böylece biraz rahatlayacak ve çarşı izinlerine çıkabilecektik. O günü heyecanla beklerken, içinde bulunduğumuz günde sonra ermişti. Akşam üzeri içtima için alanda toplandık. Burada yapılacak içtimanın ardından, akşam yemeği için yukarı çıkacaktık. Tabur komutanını beklerken etraf öyle güzeldi ki. Dalıp kalmıştım dağın ardında yarısını gördüğüm güneşin ışıklarına. Akşam karanlığı yavaş yavaş çöküyor, etrafta güneş ışıklarıyla karışık puslu bir görüntüye neden oluyordu. Adeta beynim dinlenmişti bu kısa sürede. Tüm tabur olarak içtima alanında toplandığımız için, binlerce askerin uğultusu geliyordu. Ancak duyamıyordum bile, çevreye bakıp kendimi dinlendirmekten.
Bir süre sonra tabur komutanı gelmişti. Kürsüye geçerek azı gerekli, çoğu günü tamamlamaya yönelik cümlelerden oluşan konuşmasını yaptı. Ardından da yemekhane ve koğuşların olduğu kısma gitmek için yola çıktık. Her bölük kutu gibi yürüyor, ayak temposunu asla karıştırmıyordu. Yani nereye gidersek gidelim, topluca gidildiğinde nizami yürüyüş olmak zorundaydı. Kısa sürede yemekhanelerin olduğu bölüme gelmiştik. Yemek içtiması için yemekhanenin arkasındaki boş alana dizildik. Burda da bir merasim oluyor, ardından yemekhanelere girebiliyorduk. Artık tamamen serbesttik. Komutanlık saatleri salı günü olduğu için, içtimalar sonrası serbest zamanımız oluyordu. Bu saatleri internet cafede, kamelyalarda sohbet ederek, çay, kahve, kola gibi canımızın istediği şeyler yiyip, içerek geçiriyorduk. Yemeklerimizi yemiş ve boş zamanı değerlendirme kısmına gelmiştik. Yat saati gelene kadar, birşeyler alıp kamelyalarda oturmaya karar verdik.
İlyas, Ömer, Selçuk ve ben içeceklerimizi ve yiyeceklerimizi almış, koğuşun karşısında bulunan kamelyalara oturmuştuk. Okan'ın bölük komutanımızın yanında yazı işi olduğu için, bu sohbete dahil olamamıştı. İlyas diğerlerine anlaştırmadan beni izliyordu. İyi miyim diye merak ediyor olmalıydı. Ben de ona bakarak iyi olduğumu gösteren bir gülümseme yolladım. Kendi sorunlarım yüzüne, arkadaşlarımı da endişeye düşürdüğümü hissediyordum. Sohbet yine koyuydu ancak ben pek katılamıyordum. Beyin yorgunluğu çekiyordum çünkü. Başımı masanın üzerine yasladım. Ellerimi başımın altına aldım ve biraz gözlerimi kapatmak istedim. Gözlerimi dinlendirmek için bunu yaparken uyuyup kaldığımı farketmemiştim. Uykumdan korkutucu bir rüya sonrası uyanacağım aklıma gelmemişti. Rüyadan öte bir kabustu gördüğüm şey. İlyas sıçrayarak uyandığımı farketmiş, diğerleri sohbete daldığı için olan biteni anlamamıştı. Gördüğüm rüya şöyleydi;
''Uzun bir yolda yürüyordum. Yolun sağında tek katlı sıra sıra odalar diziliydi. Yürümeye devam ettikçe çevreye bakınıyordum. Sol tarafımda ise yokuş aşağı toprak ve birçok ağaç duruyordu. İlerledikçe sağdaki odaların arasında bir giriş olduğunu farkettim. İçeri doğru olan bu girişte, gri ve büyükçe demir bir kapı duruyordu. Kapının sadece bir kanadı açıktı. O aralığa doğru yönelmiştim. Kapının ardında ne olduğuna bakmak için eğildim. Yemyeşil ağaçların, çimlerin olduğu bir alan vardı. Huzur verici bir görüntüydü bu. Ancak bir anda uğultular duymaya başladım. O anda herşey karardı ve kendimi bir odanın içinde buldum. Odada üç asker duruyordu. Yüzleri duvara dönük olan askerlere doğru ilerledim. Nöbet tutuyor gibiydiler ve ellerinde tüfekleri vardı. Yaklaştım, yaklaştım daha da yaklaştım ve aniden yüzlerini bana döndüler. Yüzleri çürümüş halde, gözlerinde kan birikmiş ve ölümün tüm varlığını hissettiren bir bakışla bana baktılar. Aklımı kaybediyor gibi hissetmiştim. Korkuyla kapıyı bulmaya çalışıyordum. Bu esnada puslu bir sesle bağırmaya başladılar. ''Bizi bul! Bizi bul!'' Bu sesler kafamda çınlıyordu sanki. ''Hayır! Hayır, uzak durun!'' diye bağırarak kapıyı aramaya devam ediyordum. Arada bir arkaya bakıp, üzerime gelip gelmediklerini kontrol ediyordum. Zorda olsa sonunda kapıyı buldum ve açtım. Kendimi yine o kapının girişinde, yeşilliğe doğru bakarken buldum.''
Tam o anda sıçrayarak uyanmıştım. Bu askerler eğitim alanında gördüğüm askerlerdi. Buna emindim! Çünkü orada da kaybolmadan önce dönüp bakmışlardı. Aynı bakışları bu kez yakından görmüştüm. Korkutucu bir haldeydiler. Ölüm yüzlerine işlemiş, yüzlerinde korkunç bir ifade oluşmasına neden olmuştu. Ne anlatmak istiyordu bu askerler? Neden yüzleri, vücutları öyleydi? O ses tonlarında bulunan korkutuculuğun sebebi neydi? İlk zamanlar duyduğum ''Bul onu!'' sözünden sonra, şimdi kendilerini bulmamı istiyorlardı. Neden bunları yaşıyordum? Gerçekten birşeyler mi anlatmaya çalışıyordu bu askerler? Yoksa bana ait bir hayal ürününden ibaret miydi herşey? Bunları düşünürken kimseyi gözüm görmüyordu masada. Kararımı vermiştim! Revire çıkmak için, komutanımla görüşecektim. Böylece kurtulurum belki düşüncesi yerleşmişti kafama. Ancak gördüğüm rüyanın bir anlamı vardı. Psikolojik olacağına kendimi inadırmaya çalıştığım bu olaylar, tedaviyle yok olacak mıydı? Gördüğüm rüyaya şimdilik bir anlam veremiyordum. Ben bu rüyanın anlamını öğrendiğimde, çok daha korkunç şeylerle karşı karşıya gelecektim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ASKERDE
HorrorBir tabur komutanlığında, askerler kaybolmaya başlar. İlk zamanlar firar olduğu düşünülen bu olaylar, dehşet verici ölümlerle devam edecektir. Bu olayların arkasındaki gizemi ortaya çıkarmaya karar veren bir grup asker, beklediklerinden çok daha faz...