👼BÖLÜM 1👼

34 9 0
                                    


👼👼👼

Dın dın dın dın...

Saatlerdir piyanonun tuşundan kaldırmadığım baş parmağıma giren kramp, şarkının sözlerini tamamlamak için var gücümle yüklendiğim beynime giren kramptan daha fazla acıtmıyordu. Öyle ki deli divane aradığım kafiyeler, nesli
tükenmiş birer hayvan misaliydi. Ard arda dizdiğim düşüncelerin ucu birbirine takılıyor, düğüm oluyor ve en sonunda beynimdeki çöplükte yerini alıyordu. Geceden beri söylediğim saçma kelimeleri bir yana bırakıp tüm nefesimi diyaframda topladım ve gözlerimi kapattım.

"People always know how to blame!"

Piyanonun tuşlarında yumuşak dokunuşlarla gezinen parmaklarım aradığım ritmi bulunca gülümsedim ancak birkaç saniye sonra. kafamda avladığım saçma kafiyeler, gelen alkış sesiyle ortadan kaybolmuştu. Tuttuğum nefesi sabırsızca serbest bırakıp gözlerimi açtım.

"Sabahın köründe beni bu şekilde uyandırmak çok acımasızca, sözde bir de film izleyecektik."

Dedi sakin bir ses tonuyla. Güneşin dünyaya bıraktığı ilk ışıkları gözlerine vuruyordu, açık bir maviye bürünmüştü. Sabaha kadar yastıklarla boğuşuyor gibiydi saçları, olabildiğince dağınık ve bir o kadar da sarı. Gözlerini sinirle üzerimde gezdiren erkek arkadaşımı ihmal ettiğimi biliyordum. Bundan rahatsızlık duyduğu da son günlerde fazlasıyla hareketlerine yansımıştı

"Kendine bir baksana, eriyip gittin birkaç ay içinde. Yemiyor, uymuyor, konuşmuyorsun. Bazen yolda yürürken bile farklı melodiler mırıldandığını duyuyor gibi oluyorum. Bu bir eziyet. Haksız mıyım?"

Dirseklerimi piyanonun tuşlarına bastırmamla çıkan ses salonda yankılanmış, uykudan şişen gözlerinin kısılmasına neden olmuştu. Parmaklarımı saçlarımdan geçirip gözlerimi kapattım ve gelen bir sonraki cümleleri istemeyerek dinledim.

"Yaz bitiyor ve okulun açılacak. Biliyorsun, artık son sınıf öğrencisi olacaksın. Bu bir sorumluluk gerektirecek. Gireceğin üniversite sınavların-"

"Biliyorum, anlatmana gerek yok."

Dedim bıkkınlık içerisinde.

"Iyi, çünkü buradan hiç biliyor gibi gözükmüyorsun."

Pencereye doğru yaklaşıp ellerini cebine yerleştirdi. "Bizi remen iki yabancıya çevirdin."

Sesindeki gerçeklik duygusu bedenimde soğuk duş etkisi yapmıştı. Tamam, birkaç ayı üst üste devirmiş olabilirdim fakat yabancı kelimesi bunun için fazlasıyla ağrıdı. Oturmaktan uyuşmuş popomu umursamadan ayağa kalkıp sekerek yanına gittim ve pencerenin dibinde güneşin doğuşunu izleyen sevgilimin omzuna yerleştirdim çenemi. Kısık bir sesle kulağına fısıldadım.

"Koltuk başını ağrıtmıştır kesin, o kadar da yastık koymuştum bak. Uykunu alamadın diye tüm bu huysuzluklar, ben biliyorum."

Huzursuzca benden bir adım öteye geçip istifini bozmadan devam etti manzarayı izlemeye.

"Hiçbir şey bilmiyorsun."

Bana karşı örmüş olduğu duvarın kalınlığını ölçmek uğruna boğazımı temizleyip ağzını aramak için ilk atağı yaptım.

"Belkide biraz ara vermeliyiz, ne dersin? Sana da iyi gelir hani, biraz sessiz bir ortam diyorum. Bensiz falan... Rahat edersin diye söylüyorum ha, yanlış anlama (!)"

Biraz uğraşırsa ses tonumdaki 'sakın bunu onaylama' çığlıklarımı işitip böyle bir şey söylediğim için bana kızacaktı. Fakat bunu yerine gözlerini bile kırpmadan "Bende öyle düşünmüştüm, kırmadan nasıl söylerim diye düşünüyordum. Öncelikli davranıp beni bu dertten kurtarığın için sağol. Sessiz bir ortamda rahat edeceğimin garantisini şimdiden verebilirim!" Deyiverdi. Gözlerimi kocaman açıp sabahları beni okula bırakabilmek için bizim evin karşısında ev tutan, çok başarılı olduğu halde sırf aynı şehirde olabilmemiz için farklı şehirlerden gelen üniversite tekliflerini geri çeviren ve etrafında pervane olan güzel ve çekici kızları reddedip kendinden üç yaş küçük pasaklı bir kızın okulunu bitirmesini bekleyen sevgilime baktım. Bunca zamanın bizim için biriktirdiği anıların ucunu 'iki yabancı' sıfatına bağlayıp denize fırlatmıştı adeta. Ve bunu yaparken de gözlerini bile kırpmadığı gerçeğini de göstermişti hayat bana...
Piyanonun üzerinde duran müzik defterimi ve nota kâğıtlarımı gelişigüzel bir şekilde üst üste koyup, kağıt yığınını kucağıma aldım. Hızlı adımlarla masanın üzerindeki çantamı da alıp evden çıktım. Dağınık ve yağlı saçlarım, pembe pijamalarım artı kan çanağı gözlerimle kendimi zor bela attığım yolda buluvermiştim. Bir yaz sabahında, insanların uykuların en tatlı olduğu öyle ki koca yoldan tek bir bisikletin dahi geçmediği şu saatlerde yolun ortasında donmuş güvercin gibi duruyordum. Az önce olanların etkisi midir, üç aydır uyku yüzü görmediğimden midir beynim bir an komut verme yetisini yitirmiş gibiydi. Ne bir adım ileri gidebiliyorudm ne de bir adım geri...
Yolun karşısındaki evime baktım. Pencereler ve balkon kapısı sonuna kadar açık duruyordu. Hafif esen rüzgârla beraber gelen panik dalgası beni sarmaya başlamıştı, düşündüğüm şeyin gerçek olmamasını umarak gözlerimi bahçede gezdirdim. Evcil köpeğim Merkür, bahçenin ortasında uyuyordu ve sıcaktan sararan çimler annemin birkaç saat sonra dibimde 'çimleri sula!' Diyerek biteceğinin habercisiydi. Arkamdaki evin üst kattaki penceresine doğru çaktırmadan bakmaya çalıştım, onun hâlâ orada olduğu görmem sinir seviyemi altüst etmişti. Pişkin pişkin elleri cebinde camdan bana bakıyordu.
'Vay vefasız! Bu günleride mi görecektim ben allahım. Bak bak nasıl da korkuluk gibi dikilmiş, boyu posu devrilecise!'
Aldığım derin bir nefesi karnımda topladım ve tüm sinirimi ses tellerime bağlayıp

PARMAK UÇLARIMDAKİ DÜNYAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin