#1 GÜN AYDIN

18 3 0
                                    

"Her sabah aymayan bir güne uyanmak ölmekle eş değer sayılmaz mıydı?"
moon-piece

°°°

Ne tam karanlık ne de aydınlık... Oda da bir başkası olsa görürdüm o karanlık silüetini ama yoktu. Bu odada her zaman ki gibi yalnızdım. Saat sabahın beşi, dünyada uyanık olunacak en güzel saatlerin başındaydım. Yatakta biraz daha kıvrıldım ve yan odadaki kopan fırtınadan eser kalan hıçkırık seslerini duymamazlıktan geldim. Saatler birbirini kovalaya dursun bizim ev saatler öncesinde takılı kalırken. Birkaç saat sonra gün başlayacaktı bir dolu insan için, peki benim günüm? Bir kapı sesi ilişti kulağıma önce, ardından odaya kapının altından bir ışık sızdı. Birisi kolidorda ilerledi ve başka bir kapıyı araladı. Kapı kapandı, tok ses kolidorda duvarlara usulca sokuldu. Fayanslara çarpan su sesi odaya kadar duyuldu. Annem bitmeyen günün yasını yeni bir günün başlangıcıyla yaşıyordu. Dakikalar geçerken yorganı üzerime çektim ve su sesinin kesilmesini dinledim. Aralanan ve tekrar kapanan kapı sesleri peşi sıra evde sessizce yankılandı. Başucumdaki telefon titredi bir süre, alarm kendini erteledi onunla ilgilenen olmayınca. Saat yedi olmuşken zihnim sabaha gözlerini yumdu ve bedenim yeni günün yasıyla yatakta uzanmaya devam etti. Telefonum tekrar titredi, parmaklarım usulca telefona ulaştı ve alarmı kapattı. Yorganı yatağın bir ucuna itekledim ve sırtımı başlığa yasladım. Günaydındı, aymayan güne.

°°°

Avuçlarım maruz kaldığı sıcakla sızlarken pudra renkteki kupayı dudaklarıma götürdüm. Babam gece evden çıkmış ve hâlâ geri dönmemişti. Annemin kurduğu kahvaltı sofrasına en son annem oturmuş, oturmadan önce de Arda'nın çayını önüne koymuştu. Arda, canı ne kadar sıkkın olsada anneme gülümsedi ve tabağına birkaç dilim salatalık koyarken bana baktı.

"Beni okula Can bırakacak, tek gitsen sorun olur mu?" Ağzımın içinde beklettiğim kahveyi yuttum ve omuzlarımı silktim. Küçük bir zeytini ağzıma atmadan önce kısık sesim kulaklarına ulaşmıştı.

"Keyfin bilir, ben çıkıyorum." Koyu ahşap renkteki evin kapısını araladığımda annem hemen arkamda dikilmiş konuşmak için fırsat kolluyordu. Konuşması için sessiz kaldım.

"Dün olanlar senin suçun değildi Su, biliyorsun değil mi?" Bakışlarımı ayakkabılarıma indirdim ve çantamı omzuma taktım "Biliyorum, dün ve ondan önceki 19 yıl boyunca olanlar senin suçun. Peki, sen bunu biliyor musun, anne?" Gözlerinin dolduğunu biliyordum. Ona sırtımı döndüm ve hızlıca merdivenleri indim. Hızlı adımlarım birbiri ardına yola darbelerini indirmişken okula sadece bir ya da iki dakika kalmıştı. Okulun bahçe kapısından gireceğim sırada tam dibime giren bir araba ve beraberinde gelen yüksek korna sesiyle arkamı döndüm. O serseri sırıtışı yüzünden ne zaman silinir bilmiyorum ama bugün silinmediği kesindi. Tuğkan, arabalar için ayrılan bölüme seri bir şekilde arabasını park etti ve kısa zaman sonra yanımda yürümeye başladı.

"Sana da günaydın, somurtkan." Bakışlarım okulun eski ve yer yer dökülmüş boyasında gezindi. Kısa süre sonra okulun kapısında yansımamız göründü. Benim yanımda uzun kalmıştı. Elindeki enerji içeceğini tepesine dikti ve boş teneke kutusunu çaprazındaki çöp kovasına attı. Ben okul kapısını açmak için kendime çekeceğim sırada elim havada kalmış, Tuğkan kapıyı kendine çekmişti. Ona baktım. Buğday teni soğukla beraber solmuştu. Yeşili andıran gözleri dikkatle baktı yüzüme. Dudaklarını araladığında bir ses bahçeye dağıldı. Arkadaşları ona sesleniyorlardı. Başını sol tarafına çevirdi ve gözlerini hafifçe kıstı. Kantin arkasında sigara içen arkadaşlarına baktı. Sağ eli kapıyı açık tutarken sol elini hafifçe kaldırdı ve arkadaşlarına selam verdi. Arkadaşları onu yanına çağırdığında sol elini ensesine attı ve sıkıntıyla yüzüme baktı.

"Görüşürüz?" dedi. Sağ elimle kapıyı tutum ve hafifçe çektim bırakması için. Kapıyı bıraktı ama bir adım dahi atmadı.

"Görüşmeyiz, pes et." dedim gözlerine bakarak. Binaya girerken kapıyı arkamda kapatmıştım. Kapı tam kapanmaya yüz tutmuşken sesi kulaklarıma tıkıştı onca sesin arasında. "Asla!" Gözlerimi devirmekle yetinip merdivenleri çıkmaya başladım.

°°°

"Eee, akşam benimle misin yavrum?" Kendini yanıma -koltuğa- atan Arda'ya bakmadım ve telefonumla ilgilenmeye devam ettim. Annem mutfakta yemek yaparken kedi gibi yanıma sokulmuştu.

"Akşam evdesin." dedim telefonu koltuğa bırakırken. Kaşlarını çattı başta, sonra aklına dünkü olaylar geldi ve gözlerini kapattı. Uyuyacaktı. Başını tuttum ve dizlerimden ayırdım. Bedenimi yan kaydırırken başının altına bir yastık bıraktım. Mutfağa gittim ve ocaktaki tavanın içine bir parça tereyağ bıraktım. Annem tezgaha şehriyelerin bulunduğu kavanozu bıraktı ve omzuma bir öpücük kondurdu. "Kolay gelsin, kızım." O mutfaktan çıkarken pilavı yapmaya devam ettim.

Saatler sonra yemek yenmişken odama çekildim. Akşamları hep beraber mutlu mesut oturan ailelerden olan bir evde yaşamıyordum. Annemin baş ağrısı tutmuştu ve odasında uyumaya çalışıyordu. Arda, biraz önce masasına bıraktığım fizik dersi soru bankasına küfür etsede inatla soru çözmeye çalışıyordu. Evin babalık görevini üstlenen ama bununla alakası olmayan adam ise evde yoktu.

Dakikalar geçerken odanın kapısı aralandığında odanın bir duvarının yarısını kaplayan ve balkon ile odayı ayıran cam kapıdan dışarı bakıyordum. Okumak için elime aldığım romanı beyaz masanın ucuna koyarken bakışlarımı kapıya çevirdim. Bakış açıma önce pudra renkteki bir kupa girmiş ve kahve kokusu burnumu öncelik bilerek odayı doldurmuştu. Annem kapıyı daha da aralayarak odaya girdi. "Belki bir kahve sana da bana da iyi gelir ha, ne dersin?"

Başımı salladım ve birkaç adımla ona ulaştım. Pudra pembesi kupayı avuçlarım arasına aldığımda parmaklarım sıcakla sızladı. Yatağa oturdum. Annem, odadaki çok açık gri renkteki tekli koltuğa oturdu ve bir dizini kırarak bacağını kendine çekti. Elindeki beyaz kupayı sağındaki sehpaya bıraktı ve bana baktı. "Seninle bir şey konuşmak istiyorum Alya Su." O adamın konusu açılacaktı...

"Bana Su demeni sevmediğimi biliyorsun. O adama ait hiçbir şeyi sevmiyorum." O sıkıntıyla bir nefesi odaya koyuverirken bir yudum aldım kahveden. O topraksı tat, beni kendime getirirdi.

"O adam dediğin senin öz baban Su..." Sinirle sözünü kesmem onu durdurmayacaktı, bunu biliyordum ama dayanamadım. "Ve sende beni yıllar önce ondan ayıran, saçma sapan bir adamı baba diye başıma bela etmen yetmezmiş gibi o beladan bir de çocuk yapan kadınsın, annemsin."

Acıyla gözlerini yumdu ve kendine çektiği bacağını tutan elini sıktı, tırnaklarını tenine gömdü. Suçunu bilmesi güzel bir şeydi. "Su..."

"Bana Su demeyi kes! Arda olmasa bu evde bir an bile durmazdım, sana anne dâhi demezdim. Bunu bilmene rağmen ne hakla karşıma geçip o adamdan söz açıyorsun? Adam, benim varlığımı daha geçen ay öğrendi. Peki bu neyi değiştirdi? Haydi, söyle bana, bu neyi değiştirdi? On dokuz yıl önce sana, beni aldırmanı söyleyen bir adam şimdi bana babalık mı yapacak sandın?"

"Sadece onunla bir kereliğe mahsus görüşmeni istiyorum kızım. Sadece," dedi ve sustu. Evin dış kapısının sesi duyuldu evde. Hızla çarpılan o kapının etkisiyle odamın kapısı titredi. Annem hızla koltuktan kalktı ve panikle odanın kapısını araladı. Her gece eve sarhoş gelen adamın, başında nöbet tutacaktı.

"Anne," diye mırıldandım. Olduğu yerde durdu ve bana baktı. "Keşke o adamı dinleyip beni aldırsaydın da bu cehennemde yanmama izin vermeseydin. Keşke beni, babadan yoksun bırakmasaydın."

MEYUSHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin