#7 ÖLÜMSÜZ

5 1 0
                                    

Kalkarsam dökülür kinim eteğimden
Bilirim yalan sözün
-Sena Şener

Gece, güneşe gebeyken sancıları bedenimin her bir yerinde baş gösteriyordu. Karanlığa sızan gün ışıkları sokağı aydınlatmaya başlamıştı. Üzerime aldığım kalın uzun hırka beni soğuk rüzgardan korumaya yetmemişti. Saçlarım rüzgarla beraber havada salındı, yavaşça omuzlarıma geri kondu. Şortumun açıkta bıraktığı bacaklarım soğukla beraber titredi. Nefesim beyaz bir duman misali havaya süzüldü. Hızlı adımlarla arabanın yanına ilerledim. 

Demir arabanın kapısını araladı ve arabadan çıktı. Uzun bedeni karşıma yavaş adımlarla yürüdü. Esen rüzgar benim bedenimi titretirken ona hiç dokunmuyordu sanki. İnce olduğu belli olan siyah kazağının kollarını dirseklerine kadar çekmişti. Sol bileğinde siyah bir saat vardı. Gri kot pantolonu ve siyah botları... 

"Günaydın." diye mırıldandım sessizce. Soğuktan ya da uyku sersemliğinden kendi kabuğuma çekilmiştim sanırım. Kollarımı önümde birleştirdim ve gözlerinin içine baktım. Usul usul bedenimi süzdü ve hafifçe kaşlarını çattı. Bakışlarını bana çevirdi ve minik bir tebessümle gözlerime baktı. Onu çözmek ne kadar zor olabilirdi? Karanlıktı.

"Günaydın," Sesi kulaklarıma uğrayan en büyük sürpriz olabilirdi. Bedenimin ona verdiği tepkileri anlamlandırmak oldukça zor geliyordu. Kendimi toparlamak adına bakışlarımı ondan çekmeyi denedim. Arabanın içinde uyuyan Arda'ya baktım. Kaşlarımın çatılması elimde değildi.  Demir bakışlarımı fark etti ve dudaklarını araladı. "Fazla sarhoştu." Tekrar Demir'e baktım.

"Onu uyarmıştım." dedim masumca. Bir elini yüzüme sürükledi usulca. Göz pınarımı okşayan baş parmağıyla olduğum yere kilitlendim. Titreyen bedenim kaskatı kesildi sanki. Kollarım uyuştu ve vücudumu tarifi imkansız bir ateş bastı. 

"Bende seni uyarmışım anlaşılan." Elini yüzümden çekti ve soğuk rüzgar dört bir yanımı sardı. Bedenim tekrar titremeye başladı.  Başımdan aşağı bir kova dolusu soğuk su döküldü. Uyuşan ellerim kazağa tutundu. 

"Öyle oldu." dedim bir adım geri atarken. Ardından arabaya yöneldim ve ön kapıyı açtım. Demir de yanıma gelip Arda'yı arabadan çıkarmam için yardım etti. Arda'nın ağırlığını Demir yüklenmişken binanın kapısın araladım ve onların geçmesini bekledim. Demir sanki Arda'yı değilde bir kediyi taşıyormuş kadar kolay hareket ediyordu. Zar zor bizim kata ulaştığımızda evin kapısını açtım ve Demir'i Arda'nın odasına yönlendirdim. 

Odanın ışığını açtım ve karanlık oda aydınlığa kavuştu. Kamaşan gözlerimi umursamadan yatağın üzerindeki örtüyü kenara çektim. Demir, Arda'yı bir kum çuvalı gibi yatağa bıraktığında omuzlarını geriye doğru ittirdi. Koca cüssesi daha da irileşti bir anlığına. "Teşekkür ederim." 

"Benim içinde bir bahane oldu, iyi oldu." Gözleri gözlerimden ayrılmak nedir bilmiyordu. Sanki her bir ayrıntıya kendi imzasını bırakmak için ant içmişti. "Bana bir kahveyi çok görmezsin herhalde?" diye sordu tek kaşı yavaşça kalkarken. Onun bu sorusuna karşılık başım usulca sola yattı ve gülümsedim. Bu gülümseme gerçeklikten çok uzaktı. 

"Sokağın köşesindeki dükkanda güzel kahveler var, oradan alabilirsin kendin için bir kahve." Cümlem onun kafasında bir anlama sahip olduğu anda hoş bir kahkaha odaya saçıldı. Başparmağı çenesini okşadı, gözleri sabahın bu saatine rağmen canlılığını korudu. Benim bedenim dakikalar önceki uykunun izleriyle sarılıydı.

"Demek kahve konusunda tam bir beceriksizsin... Pekala, ben gidip kendime bir kahve alayım sokağın köşesindeki dükkandan." dedi cümlelerimi kontrol eder gibi. Başımla onu onayladım ve sağ elimle odanın çıkışını gösterdim. Artık gitmeliydi. Komutumu başıyla onayladı ve arkasını döndü, birkaç adımda evin dış kapısına ulaştı. Kapıyı araladı ve bedenini dışarı sürükledi. Bedenini bana çevirdi ve uzun boyuyla karşımda bir duvarı simgeledi. "Görüşürüz." dedi ve benden tek bir kelime bile beklemeden uzaklaştı. Peşinden kapıyı kapattım ve odama geçtim. Sabah olduğunda Arda ile güzel bir hesaplamamız olacaktı.

°°°

Ben bir dağ evinin camından dışarı bakıyordum ve günler, dağ evinin kenarındaki nehirden akıp gidiyordu sanki. Haftanın sonu gelmişken okuldan birkaç dakika önce ayrılmıştım ve eve giden yolu bir kaplumbağa kadar yavaş yürüyordum. Kulaklarımı doldurması gereken sokak seslerinin yerine hoş bir şarkı ev sahibiydi o anlarda. Binanın kapısını araladım ve aynı yavaşlıkla kata tırmandım.

O yavaş adımlarım eve girdiğimde hızlanmış ve sanki acelem varmış gibi kısa sürede üzerimi değiştirmiştim. Sokağa attığım ilk adımlarda yolumu kesen siyah bir araba ve içinde bir Demir... En son salı sabahı karşımdaydı. Aradan geçen günlerde Eylül peşimden ayrılmamış, hep ağabeyinden bahsetmişti. Çoğunda kulağımı kapatmıştım o bilmese de. Bir insanı başka bir insandan dinlemek ne kadar doğruydu?

"Geçen bahsettiğin dükkanı bulamadım, bana yardımcı olmaya ne dersin?" Ön kapının sonuna kadar açık olan camından ilişmişti sesi kulaklarıma. Doygun ve ağır bir sesi vardı. Onun sesi her kulağıma dolduğunda rüzgar sesini kesiyor, kuşlar dilsiz kalıyordu. Ona cevap vermek yerine ön kapıyı açtım ve arabaya bindim. Bundan memnun olmuştu. Benim kapıyı kapatmam ile açık olan cam usulca yukarı kaydı ve kapandı. Arabanın içi sıcak olmasa da rüzgar tenime değmiyordu ve soğuk kısmen yok oluyordu.

"İlk sağa sap, düz ilerle." diye mırıldandım. Isınmak nedir bilmeyen ellerimi birbirine sardım ve ona baktım. Başımı ona çevirmem ile kulağımın ardındaki saç tutamı yüzüme düştü. Önce birbirlerine sarılı ellerime baktı ve arabanın ısıtıcısını açtı. İçimde masum bir bebek huzurla uykuya yattı. O, güvenli kollardaydı.

Kısa sürede araba dükkanın önüne gelmişken arabadan inmek için herhangi bir harekette bulunmadık. Asıl konu kahve değildi, bunun ikimizde farkındaydık. Oldukça kısık seste bir şarkı dokunuyordu kulaklarımıza. Sol eli hala direksiyonun üzerindeydi. Saati, batmaya yüz tutan güneşin ışıklarını yansıtıyordu arada. Tam karşısına bakıyordu, ben ise ona.

Kirli sakalları onu tamamlıyordu. Sakalları olmasa da çocuksu bir yapısı olmazdı ama sakalları ona ayrı bir güzellik katıyordu. Kahverengi saçları, kahverengi kirpikleri, kehribara yakın gözleri... O kahvenin onlarca tonuna sahipti. Üzerinde lacivert bir kazak vardı. Siyah pantolonu ve siyah botları. O hep aynıydı ama hep farklıydı. Bir şeyi en ince ayrıntısına kadar inceliyormuş gibi karşısına bakmaya devam etti. Bakışlarımı onun bakışlarının oyalandığı noktaya çevirdim.

Duman grisi tüyleri olan zayıf ama yavru olmadığı belli olan bir kedi yolun kenarındaki çöpü karıştırıyordu. Sokağa rağmen o duman grisi tüyleri sanki tertemizdi. Yerdeki boş ve küçük bir yoğurt kabına yaklaştı. Kabın içinde belki de bir yudum su arıyordu ama umduğunu bulamadı ve etrafına bakındı. Gülümsedim ve bakışları bana dönen Demir'e baktım. "Aslında, senin o kediden bir farkın yok." 

Onu anlamak için kendimi yormadım. Koltukların arasındaki gözde bulunan su şişesini aldım ve arabadan indim. Saniyeler sonra o da arabadan inmişti. Kar atıştırmaya başlamıştı inceden. Adımlarımı yavaşlattım kediyi ürkütmemek için. Kedinin yanında diz çöktüm ve kısık sesimle kediyi yanıma çağırdım. Kedi tekrar umutla dolmuşken bacaklarıma sürtündü ve acıyla miyavladı. Yüzümdeki gülümseme uzun zamandır bana yabancıydı. 

Sağ ayağımın yanında bulunan küçük yoğurt kabına şişedeki suyun büyük bir kısmını boşaltım ve şişeyi kenara bıraktım. Kedi sudan ürkek bir yudum aldı. Emin olduktan sonra suyu hızla içmeye başladı. Tüyleri avuçlarımı doldurdu ve huzurla mırladı. Kedi suyunu içerken ben kediyi, Demir ise her ikimizi de izledi. Suyunu içen kedi bacaklarıma dolandı, ona istediğini verip yere oturdum.

Kaldırımın soğuğu pantolonuma rağmen tenime işlese de kalkmadım. Kedi bacaklarıma tırmandı ve kucağıma yerleşti. Huzurla mırlayan kediyi sevmeye devam ettim. O anda çekilen bir fotoğrafın sesi duyuldu. Başımı Demir'e çevirdim. Elindeki telefonu cebine sıkıştırdı ve elini bana uzattı. "Kusura bakma, bu an ölümsüzleşmeliydi."








MEYUSHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin