"Ben açım" dedi Cenk her zamanki -her zamanki dediğim en fazla 10 dakikadır tanıyordum çocuğu- sıcakkanlı tavrıyla.
Böylece ilk önümden geçtiğimizde Mete'nin beni kapıda beklettiği lüks binaya girdik. İçerisi dışarısından da güzeldi.
Hepimiz siyah puf koltuklara geçtik. Mete karşıma, Cenk ise yanıma oturmuştu.
Çok aç olmadığımdan sadece patates kızartması sipariş ettim. Dönen konuşmadan hepsinin benimle aynı yıl doğduğunu ve birbirleriyle aynı okula gittiklerini öğrendim. Hepsi İstanbul'da okuyordu ancak okulları karşı taraftaydı ve büyük ihtimalle bu yüzden onları tanımıyordum.
"Çok suskunsun Gizem" dedi Cenk.
"Alakası yok" dedim şakayla karışık.
"Aynen, alakası bile yok. Melek yüzlü şeytan" dedi Mete sırıtarak. Ani bir şaşkınlıkla kaşlarımı kaldırdım, şimdiye kadar ne şeytanlığımı görmüştü ki? Hem o buradayken şeytan sıfatını üstlenmek bana düşmezdi. Melek yüzlü yorumunun sadece kullandığı kalıbın bir gerekçesi olduğunu da biliyordum, Mete gibi bir MeteOR benim gibi birine, dolaylı yoldan da olsa güzel demiş olamazdı.
Birkaç dakika geçmeden sohbetin içindeydim -sonsuz sevap point to Cenk- ve herkes gibi gülüyordum. Cenk, güldüğümüz bir anda kolunu koltuğumun omuz kısmına koydu ve bir sessizlik oldu.
"Ne var ya?" diye sordu yine gülümseyerek.
"Kızın sevgilisi falan kıskanmasın" dedi Mete. Gerizekalı, arkadaşlarıyla yakınlaşmamı kıskandı ya, hemen saptırıyor olayı. Sevgilim onun benimle saçma sapan konuşmasına sinirlenmeyecek de Cenk'in kolunu koltuğumun arkasına koymasını kıskanacak? Lan zaten sevgilim olsa nerden görecek?!
"Sevgilim yok" dedim sahte bir gülümsemeyle MeteOR'a bakarak.
"Şaka yapıyosun, cidden mi?" diye sordu Cenk ciddi ciddi şaşırmış görünerek. Gururum okşanmaktan yumuşacık oldu diyebilirim...
Güldüm. "Hayır, bu halimle zor" dedim. Bunu samimetle söylemiştim, Selin gibi kızların "Ay olur mu öyle şey çok güzelsin" tarzı şeyler duymak için söyledikleri gibi değildi. Hem kim beni ne yapsın.
"Saçmalama ya! Bence senin okulundakiler salak, doğru yerden olsan etrafındaki erkeklerden kendine ayıracak zaman kalmaz" Ve yine göz kırptı. Bu çocuk karşısındakine nasıl davranacağını iyi biliyordu, Mete'nin aksine...
"O kadar da güzel değil bence. Sadece sarışın ve mavi gözden kazanıyor." dedi Selin. Cenk'in kolundan kurtulup kızın beynine bir Nokia 3310 ordusuyla vurasım geldi. Net.
"Kıskanma Selin, kuaförün sarı röfleyi beceremiyor diye başkalarına saldırma."
O an Cenki alıp kavanozda saklayasım, evden her çıktığımda yatağımdaki yumoş ayıcığın yanına yerleştiresim geldi. Ve tabii ki kıkırdamayı da engelleyemedim. Sadece ben değil, Cenk ve Mete de karınlarını tutarak gülüyordu ama Selin'in yüzü bembeyaz olmuştu.
"Kapayın çenenizi!" dedi ve daha fazla cırlamasına zaman kalmadan siparişlerimiz gelmişti.
Yanıma almayı akıl edebildiğim telefon masanın üzerinde titreşmeye başladı. Elime aldığımda arayanın Arzu olduğunu gördüm.
"Alo? Özledim seni gerizekalı" Bunları söylerken masadan kalkıp kapıya doğru yürüdüm.
"Asıl ben seni gözledim gerizekalı. Cem ekip duruyo beni" Cem, Arzu'nun doğuştan şanslı, Miami'de yaşayan kuzeniydi.
"Bensiz gidersen tabii öyle olur." dedim şeytani gülüşümü de sonuna ekleyerek.
"Beni bırak da Mete the Meteor napıyor bakalım?" Evet, çok da iyi geçmeyen ilk günümüzün ardından Arzu'ya Mete'den az da olsa, tamam her ayrıntısına kadar, bahsetmiş olabilirim.
"Şu anda konuşamam."
"Bekle bir saniye. Sakın yanımda deme!" Arzu'nun sesi yükselerek aşırı heyecanlı bir hal aldı.
"Bağırma! Hem heyecanlandığına değmez, egoist pisliğin teki."
"Hep öyle derler." dedi bu kez alaylı bir tonla.
"Neyse kapat, mesaj falan da atma. Çocuk görecek yanlış anlayacak sonra."
"Tamam ama akşam arayıp her şeyi anlatmazsan peşini bırakmam."
Klasik "görüşürüz" lerden sonra telefonu kapatıp tekrar masaya yöneldim. Arkamı döndüğüm anda Mete'yle göz göze gelmiştim, bir an onun hakkında konuştuğum için utanıp beni anlamamış olmasını umdum.
Ben masaya yaklaşınca bizimkiler- ne ara bizimkiler olmuştu onu da bilmiyorum- ayaklandılar. Mete'ye dönüp "Kumsala?" diye sordum.
"Kumsala." diye cevapladı. Tam bir Augustus Waters. Kendi kendime yaptığım espriye içimden gülerek onu takip ettim.
Selin ve Cenk de bizimki gibi iki numara almış ve yanımızdaki şezlonglara yerleşmişlerdi. Islak saçlarımı sağ omzumda birleştirip yüzüme biraz daha güneş kremi sürdüm, kulaklıklarımı taktım ve şezlongun üzerine serdiğim yumuşak pembe havlumun üzerine uzandım.
———-•———-
Vücut ısımın saniyede 30 derece kadar düşmesiyle çığlık atarak şezlongtan zıpladım.
"Ağğ!" diye bağırırken havluya sarınma çabamı engelleyen, elinde oyuncak bir kova olan Mete oldu. Üzerime, sabahtan bu yana hâlâ buz gibi olan deniz suyu boşaltmış olmasaydı bu halinin komik hatta tatlı olduğunu düşünebilirdim.
"Uyan bakalım Uyuyan Güzel" dedi elindeki kovayı sağ tarafından sarkıtıp bana gülümseyerek. Arkaya doğru ilerleyip olası bir sinir krizi için benden uzaklaşıyordu ancak ben de sinirli adımlarla onu takip ettim ve en sonunda durduk.
"Bu mu senin uyandırma yöntemin, prens olsan sevilmezsin." Burun kıvırdım.
Sözlerimin ardından kovayı yere bırakıp bana doğru yürümeye başladı. Aramızda bir adımlık mesafe kalınca olduğu yerde durdu.
"Ne o, öperek mi uyandırmamı isterdin?" Ses tonu alaycıydı. Yutkundum.
"Aman Allah korusun, vücudumun sonsuza kadar lekelenmesindense soğuktan ölmeyi tercih ederim." Bu kez gözlerimi devirdim. Bana yarım adım daha yaklaştı.
"Bu kadar mı nefret ediyorsun benden?" Sesi alınmıştan çok az önceki tepkime şaşırmış gibiydi. Sanırım bu benim hatamdı çünkü bazen öyle bir tonlama yapıyordum ki insanlar söylediklerimi ciddiye alıyorlardı.
"Bu kadar kişisel algılama" dedim ama nasıl dedim bilmiyorum. Kafamı yerde duran oyuncak kovaya sokup duvara vurmak istiyordum.
Tam ben kovayı düşünmüşken Mete de o tarafa baktı ve dönüp eline aldı. Bana bakmadan kumsalın kıyısındaki 5 yaşlarındaki bir kız çocuğuna doğru yürüdü.
"Teşekkürler" dedi ve kıza göz kırptı. Kız sevimli bir gülümsemeyle Mete'ye el salladı. Mete'yse tekrar bana bakmadan denize doğru yürüdü ama koşarak ona yetiştim.
"Şşşt" demem üzerine bana döndü.
"Yine de beni uyandırdığın için sağol. Yoksa ıstakoz gibi kızaracaktım." dedim bu kez dost canlısı olduğunu umduğum bir gülümsemeyle.
"Sorun değil, benim için de oldukça eğlenceliydi" Yüzündeki gülümseme biraz alaycı ve şeytani bir havadaydı.
"Ah onu fark ettim" duraksadım. "Cenk ve Selin nerede?"
"Onlar gitti. Cenk seni uyandırmak için ısrar etti ama bütün eğlenceyi bozmasına izin vermedim." Tabii, Cenk. Bu yaz gerçekten anlaşabileceğim isimlerin başında geliyordu kendisi.
"Beğendiğin bir şey gördün galiba" dedi MeteOR. Düşünürken ona baktığımı fark etmemiştim bile.
"Evet, arkandan acayip tatlı bir çocuk geçiyor" dedim dalgasına.
"Ne? Nerede?" diye sorarak arkasını döndü. Fazla ilgili davranmasına şaşırarak güldüm.
"Bu sefer beni yakalayamazsın pis hileci!" diye bağırdım ve suya daldım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KUMSALDAKİ METEOR (raflarda)
HumorLisedeki ilk yılımdan sonra her zamanki Bodrum tatilinin düşüncesi, benim için fazlasıyla sıradandı. Ama sıradan olmayan bir şey vardı ki o da yan evdeki çocuktu. (Tüm hakları yastığımın altında saklıdır)