Ben acemi aktör Park Jimin. Burada, ormanın ortasında gizemli 'Çıplaklar Kabilesi' hakkında bilgi toplamaya geldim. Haber ekibi kamp alanından uzaklaştığında Çıplaklar Kabilesi beni kaçırdı! En azından ben öyle düşündüm. Fakat ben rica etmediğim halde bana bakıp beni korudular. Artık neredeyse bir buçuk aydır buradayım. Adım dışında söylediğim hiçbir şeyi anlamıyorlar ama bence buradaki insanlar inanılmaz sıcakkanlı! Güneş ormanın içine doluyor, yiyecek ve su bolluğu var. Burası cennet gibi bir yer! Buradaki herkes aşkın ve özgürlüklerinin tadını çıkarıyor. Hepsi de çok güzeller ama...
Gözlerim sudan çıkıp saçlarını geriye savuran Jungkook'a takıldı.
... hiç birinin güzelliği onunkiyle yarışamaz. Güneşten açılmış kahverengi saçları, kemikli çenesi, parlayan gözleri, çocuksu gülümsemesi...
Tanrı sanat eseri yaratmış gibi.
Gözlerim erkekliğine takılınca, acaba çamaşır giymeden büyümek nasıldır diye düşündüm. Acaba bu yüzden mi bu kadar byüktü? Neredeyse bir buçuk ay olmuştu ama hala onun büyüklüğüne alışamamıştım. (Tanrım hiç adil değil.)
Ne ara yanıma geldiğinin farkına varamamıştım. Islak kollarını bedenime sarıp soğuktan titrememe neden oldu. Beni kucaklayıp kayanın üstünden suya indirdi ve elimi tutup kendi erkekliğine koydu. Sadece dokunuşumla bile sertleşen uzuvunun farkındaydım. Kendimi iyi hissettiriyordu. Hafifçe okşadım.
Beni suyun kenarındaki çimenlere yatırıp erkekliğini göğüs ucuma sürtmeye başladı. İnlerken bu yaratıcılığının kaynağını sorguluyordum. Dudaklarını önce burnuma sonra dudaklarıma değdirdi.
Etrafta insanlar olmasına rağmen böyle sapıkça şeyler yapmakta sorun yoktu. Burada kimse aşkını göstermekten çekinmiyordu. Ama ben gün geçtikçe kendimi daha da sapıklaşırken buluyordum! Korkutucuydu.
Dudağını öperken adımı işitince geri çekildim. Birkaç gün önce arkadaş edindiğim çocuklardan biri bana sesleniyordu. Son bir kez Jungkook'un dudağını öpüp izin ister gibi baktım. Başıyla onayladı.
Çocuk kolumu tutup ormanı işaret ederek bir şeyler söyledi. Jungkook'a dönüp ne dediğini anlamaya çalıştım. Eliyle gitmemi işaret edip güven verici bir gülümseme yolladı.
Çocukla beraber ormanın içinde koşuşturup gülüştük. Her bulduğumuz ağaçtan meyve koparıyorduk. Sürekli bir şeyler söylüyordu ama nafile... Durduğumuzda bana ağacı gösterip tırmanmaya başladı. Uzattığı eli tutup peşinden çıktım.
İki dal üstümüzde duran kuş yuvasını bana işaret etti. Yavrular yeni doğmuştu belli ki. Bir tane yumurtanın kabuğu da ben bakarken çatlamıştı.
Tanrım...
Yavru kuş başını kabuktan dışarı uzatıp cikleyince ağzımı araladım. Kore'de ne zaman kuş yuvası görebilirdim kim bilir...
"Bu harika" dedim gülümseyip anlamasını umarak. "Mükemmel bir şey bu"
Biraz daha yukarı çıkmaya yeltelenmiştim ki, bir el güçlüce belimi sarıp beni ağaçtan uzaklaştırdı. Korkuyla çığlık atıp beni tutan kolu sıktım. Boşlukta sallanıyordum. Başımı geriye çevirip adamın suratına baktım.
Bizim kabileden birine benzemiyordu.
"Bırak beni!" kolunu çekiştirdim, hatta dişledim. Etkilenmemişti bile.
Çocuğun adımı haykırdığını duyabiliyordum.
"Bırak beni dedim!!" yumruklarımı sertçe sırtına geçirdim. Aşağıya baktığımda az daha yükseklikten kusacaktım. Tarzan filminin sadece hayal gücünden ibaret olmasını istedim. Hayalimde yabancının tekiyle ağaçtan ağaca atlamak, sarmaşıklardan sallanmak yoktu!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bride Of The Tribe | Jikook (M) ✓
Cerita PendekTamamlandı √ "Ben, acemi aktör Park Jimin, burada ormanın ortasına gizemli 'Çıplaklar Kabilesi' hakkında haber yapabilmek için bilgi toplamaya geldim. Sonrasında kabile beni yakalayıp bağladı. Ve şimdi de ne olduğunu bilmediğim bir sebepten dolayı b...