Bal, dedi adam. Anlamamış bir yüz ifadesi ile baktı kadın. Anlamamıştı. Kapıyı çarpıp gitmemek için bir sebebi kalmamıştı.
-Dur. Dedi.
-Neden? Dedi.
-"Herkes bal diye sevilmez." dedi.
Geçti. Artık her şey için çok geçti. Haklıydı adam oysa ki, herkes "Bal" diye sevilmezdi. Sevilemezdi. Adam galataya çıktı tarihsiz bir günde. İç geçirdi ve mırıldandı kendince "Bu şehir bizim ki gibi bir ayrılık görmedi, kaldıramaz bal." dedi. Adam sevmişti ama ilelebet susmuştu. Zaten konuşsaydı bile sadece duvarlar dinleyecekti onu. Gidemezdi Duvarlar. Adam bunu anladı, ve o kendi duvarlarını serdi kendine. Yıkılacağını, birinin bir gün gelip o duvarları yıkacağını bile bile boyadı o duvarları. Karanlığın içine gömülmüş ruhunun tam tersine gökkuşağındaki renklere boyadı. Çocuktu ruhu hala. Sadece çok acısı vardı. Elinde kalan, siyah deftere yapıştırılmış son bir kaç fotoğrafa baktı, birini yakamadı. Yakamadığı o fotoğrafa bakıp kendine mırıldandı "Bu fotoğrafa her baktığımda insanlara neden güvenemediğimi, neden inanamadığımı, neden o duvarların içindekini göstermediğimi hatırlayacağım." dedi. Haklıydı. Ruhuna bile sığdıramayacağı bir acıydı onun için. Bir gün oturup saatlerce düşündü. "Neden?" dedi. Nedenini arıyordu, aramalıydı. Ama o zaten bir hastaydı. Kendi nedenlerini bile bulamazken, kendinden çok onu sevip değer vermişti adam. Sevmişti adam. Belki de, onun gülüşüne, mutluluğuna kendininkinden daha çok değer verdiği için kaybetmişti adam. Çok da deşmemek lazım gibi. Ayrılmışlardı. Kadın ağladı. Adam ağlamadı. Ya da belki de sadece ağlayamadı. Onu bile düzgün beceremedi. Ama çok daha acı bir durum vardı, Kadın 7 milyar insanlık dünyada bir daha asla bulamayacağı bir adamı kaybetmişti. Evet, işte hikayem tam da burada başlıyor. "Bir Adamın Gözyaşı" Farklı bir adamdı, zordu. Onu anlamak, ona ulaşmak, evrenin tavanını aramak gibiydi. Sevmek, onun için bir kaçış yoluydu adeta. Siyah hayatı içindeki beyaz noktaydı o, onun için. Sonunu, nasıl biteceğini, nereye varacağını düşünmeden sevmişti. Asla içmem dediği sigara, hayatının bir parçası olmuş. Asla dinlemem dediği şarkıları ezberler olmuştu. Değişmişti bakışları adamın. Artık hevesle, mutlulukla bakmıyordu. Sadece siyahtı. Sadece siyah. Yine klasik bir pazartesi sabahı, adam uyandı. Aynada her zamanki gibi yüzünü hafif inceleyip hafif su serpip salona geçti. Günün ilk sigarasını yaktı. İhtiyacı yoktu, içinden geldi. Onunda metaforu vardı. Her sigarasının üzerine bir kelime yazardı. Günün ilk sigarasına her zaman "Kayıp" yazardı. İç geçirdi ve "İnsan bu değilmi zaten, canını yakan şeyleri daha çok sever hep." dedi. Haklıydı. Her insanın huzuruna kavuştuğu bir yeri vardır. Anlamasa, bilmese bile. Kiminin telefonu, kiminin ki de sessizlik. Adamın ki farklıydı, o bir uçuruma aşıktı. Altında kayalara çarpan denize, o dalgalara aşıktı. Kendini onlara benzetiyordu... Her an herkesi yakıp yıkabileceğini biliyordu. Bu yüzden herkese ne kadar uzak olursa, o kadar az olurdu verdiği hasar. "Ufuk çizgisine bakamazdı. Sonsuzluk, hep korkutmuştur onu. Çünkü o herşeyin sonunu görmüştü." İnsan yirmisinde ölür, yetmişinde gömülür derler ya, bu canımı yakar. Yirmisine gelemeden ölmek, ya da nefes alamamak. Evet ben, ben o "Adam". Adam ikişer üçer çıktığı merdivenden, yuvarlanarak düşmüşlük hissini yaşayınca, ilk kendinden, sonra inandığından. sonra gücünden vazgeçti. Hevesleri boğazında kalsa da yaşamasını öğrendi. Yürüdüğü sokaklar, gezindiği mekanlar. Hepsi onun için boştu. Neden yaşadığını, neden nefes aldığını bilmeyen bir insana. "Sen yaşamak zorundasın." emri verilmişti. Adil miydi? Değildi. Yola çıkmış, camdan dışarıyı izliyordu. Uzun yol, rahatlatmıştır hep onu. Sanki her şeyi arkasında bırakıp yeni bir yere gidiyor gibi hissederdi kendini. Öyle değildi. Kendisi de biliyordu bunu. Varsın da olsun, karanlığın içinde ki beyazı arıyordu artık. Yaşamak istiyordu...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hayatımızdaki Armağanlarımız
Historia CortaBana yaşadığım her sıkıntıda, her iyi,kötü anımda yanımda olan Batuhan Ar'a teşekkür ederim.