2. Bölüm

2.2K 138 52
                                    

Justin Drew Bieber

kafama dökülen bir kova suyla sıçrayarak kendime geldim. derin bir nefes aldım. kafamı kaldırdığımda bana sırıtan birkaç piç gördüm. bunu bana yapmaya nasıl cürret ederlerdi!

ayağa kalkıp onlara hadlerini bildirmek için hareket etmeye çalıştım. ama bir sandalyeye bağlı olduğumu fark ettim. sandalyeden kurtulmak için çırpındım ama nafile. kafamı sağ tarafıma çevirdiğimde uçaktaki diğer yolcularında benimle aynı durumda olduğunu ve nemli, küf kokan bir depoda olduğumuzu fark ettim.

karşımdaki maymun kılıklı heriflere baktım. ne sikim yapıyordu bunlar!?! eğer bu bir kamera şakasıysa onlara bunu çok ağır ödetecektim.

Diğer yolculardan biri de benimle aynı fikirde olmalı ki tükürerek bağırmaya başladı. "siz ne sikim yapıyorsunuz ha?? şu aptal kamera şakasını hemen kesin! sizi mahkemeye vereceğim ve bunun sonucunda yüklü bir tazminat ödemek zorunda ka..." derken adam alnının ortasına bir kurşun yedi ve öldü.

silahın patlama sesi herkesi korkutmuştu. beni de. artık bunun bir kamera şakası olmadığına burdaki herkes emindi.

demin adamı öldüren haydut silahını elinde tutmaya devam etti ve "başka ağzını açacak olan var mı?" diye sordu.

kadın yolcular ağlıyordu. hatta bazılarının ağzından istemsiz çıkan hıçkırıklar duyuluyordu. o sırada aklıma yanımda oturan kız geldi. Lauren. kafamı çevirdim. aramızda iki kişi vardı. o da ağlıyordu.

biraz önce adam öldüren haydut çetenin başıydı herhalde. bir an göz göze geldik. ikimiz de birbirimize öldürücü bakışlar atıyorduk. adamın arkasından onlardan olan başka biri bir defter uzattı. adam defteri açtı. sıranın başına gitti. herkesle tek tük konuşurken sıra bana geldi. deftere baktı.

"Bir bakalım. Justin Drew Bieber. Dünyaca ünlü pop şarkıcısı?" dercesine bana sordu.

"evet?" dedim.

"20 yaşındasın."

"neden burdayız?"

"bunun cevabını yakında öğreneceksin, Pandorina." dedi ve yanımdakine geçti.

Bu 'Pandorina' kelimesi kafamı karıştırmıştı. adamın zaten farklı bir aksanı vardı. acaba bu kelime dillerinde bir küfür müydü? 'Pandorina' derken neyi kastedmişti?

herkesle yaptığı kısa muhabetten sonra karşımıza geçti ve yüksek sesle konuşmaya başladı.

"hepiniz neden burda olduğunuzu merak ediyor ve korkuyorsunuz. bunun cevabını biraz sonra öğreneceksiniz. şimdi, uçakta yanınızda kimler oturduğunu söyleyin" diye emir verdi.

sol tarafımda sekiz kişi vardı. sağ tarafımda ise dokuz.

sırası gelen herkes isimleri söyledikten sonra bağlı oldukları sandalyelerinden kaldırılıyor ve söyledikleri isimlerle eşleştiriliyorlardı.

sıra bana geldiğinde "Lauren" dedim. adam Lauren'e baktı. Lauren sadece kafasını salladı. iki adam yaklaştı. birisi beni, diğeri de Lauren'i çözdü. kollarımızdan tutarak sürüklediler.

Lauren'le yan yana getirildik. adamlar hala kolumuzu sıkı bir şekilde tutuyorlardı. ellerimiz arkadan bağlıydı. Lauren'le birbirimize baktık. hala ağlıyordu ve çok korkmuşa benziyordu. "şşşhh sakin ol" diye fısıldadım. gözlerini sıkıca kapatıp dudaklarını birbirine bastırdı.

herkes eşleştikten sonra, eşleriyle beraber götürülüyordu. sıra bize geldi. bulunduğumuz odadan dışarı çıkarıldık. uzun bir koridorda yol alırken ayak seslerimiz duvarlarda yankılanıyordu.

koridorun sonunda bir asansöre bindik. çok hızlıydı. buranın gayet gelişmiş bir yer olduğunu fark ettim.

asansör durunca kapılarını açtı. tekrar bir koridora girdik. ama burası gayet güzeldi. duvarlar beyazdı ve gün ışığı burayı aydınlatıyordu. bir odanın kapısını açtılar. içeriye geçtik. bağladıkları ellerimizi serbest bıraktılar. normal iple değil teknolojik bir telle bağlı olduğumuzu fark ettim. uyuşan kollarımı ve bileklerimi ovuşturdum. "biraz sonra size açıklama yapmak üzere koçlarınız gelecek. lütfen burda bekleyin." dediler ve hızla çıkıp üzerimize kapıyı kitlediler.

oda bembeyazdı... odadaki yeşil bitkiler hariç herşey bembeyazdı...

beyaz süet koltuklardan birine oturdum ve gülmeye başldım. Lauren kafasını çevirip bana delirmişim gibi baktı.

"ne tür bir şaka bu" dedim. "aşağıda bir adam öldü! ne şakasından bahsediyorsun sen" diye karşılık verdi.

"bak şu son altı saat içinde yaşadıklarımızı bir düşün. garip bir nedenle 18 kişilik özel bir uçağa bindirildik. hava korsanları diye tahmin ettiğim kişiler bizi kaçırdı. aşağıda bir adam öldürüldü ve sonra bizi eşleştirip mükemmel lükslükteki bembeyaz bir odaya tıktılar. bunlar anca fantastik hikayelerde olur tatlım."

"hepsinin bir açıklaması olmalı"

"evet ama gelip bir açıklama uapan yok"

"sabırlı ol"

"bıktım artık! herkes bana emir veriyor! şunu yap Justin!  bunu yap Justin! şöyle ol Justin! böyle ol Justin! BİR DAHA BANA EMİR VERME!" diye bağırdım. öfke bedenimi ele geçirmişti. bir an duraksadım. yine birinin kalbini kırmıştım.

"ö-özür dilerim" dedi korkakça.

şakaklarımı ovaladım ve "hayır hayır asıl ben özür dilerim" diye cevap verdim.

o sırada odaya çok ama çok değişik giyinmiş, palyaço kılıklı bir kadın girdi. o umm Açlık Oyunları kitabındaki 'Effie Trinket' adlı kahramana fazlasıyla benziyordu.

sevecen bir tavırla "Merhaba! ben Mellie Shinetty. sizin sekreterinizim. koçlarınız biraz sonra gelecek. onlar gelene kadar sizi tanıyalım." dedi.

"Elizabeth Lauren Everdeen" dedi Lauren.

Mellie bana döndü.

"Justin Drew Bieber" dedim.

"ah seni tanımayan mı var Justin! biliyor musun? burda bile belieber var."

"Vay canına" diye karşılık verdim.

"ahh evet, konserlerin için tüm ada sabırsızlanıyor." dedi.

"ben buraya konser vermek için mi getirildim?" diye sordum.

"hayır ama vereceksin." dedi

"öyleyse vermeyeceğim" diye ataştım.

tiz bir kahkaha attı. bu cidden korkutucuydu.

"vereceksin Justin. hem de kendi isteğinle"

"biz buraya neden getirilidik?!" diye bağırarak sordum.

elleri havadaydı.

"artık burada yaşamak için." dedi.

ikimiz de şok olmuştuk.

artık bu işin şakası yoktu.

Selam! ^-^ size çook teşekkür ederim :* vote ve yorum sayıları harika gidiyor. umarım bu şekilde devam eder. sizi seviyorum ♡♡

INNOCENT (Justin Bieber Fan Fiction)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin