İZ

3K 260 506
                                    

Bu hikayede geçen birçok unsur hayal ürünüdür. Gerçeklikle alakası yoktur.

7 Ocak 2017 - 02.06, Washington

Washington'da yağmurlu bir geceydi. Durmadan yağan yağmur birkaç gün daha kendisini hissettirecekti, en azından öğle haberlerindeki ürkütücü bakışlarıyla insanın içine işleyen spikerin dediği buydu. Saatler gece yarısını geçmişti. Herkes bütün bir günün yorgunluğunu derin uyku ile çıkarırken sinek uçsa duyulacak bir ıssızlık vardı kasabada. İri yağmur damlaları adeta camları dövüyordu. Öyle ki duyulan tek ses, camlara baskı yapıp ardından usulca aşağı süzülen yağmur damlalarından başkasına ait değildi. Vind Kasabası neredeyse üçüncü rüyalarını görüyorken birisi sıçrayarak uyandı. Andrew Anderson hızla merdivenleri indi ve kendini Vind Ormanı'nın sert soğuğuna attı. Gözlerinden ateş püskürtüyordu sanki ama hiçbir yeri görmediği aşikardı. Nereye koştuğunu bilmeden ağaçları geçiyor, dalların bütün vücudunu çizmesini umursamıyordu. Belki de hissetmiyordu.

Nefes nefese kalana dek koştu ve aniden durup gökyüzüne baktı. Orman gür ve sık ağaçlarla doluydu fakat bu dört ağacın bulunduğu yerden gökyüzüne bakınca görebileceği tek şey yıldızlardı. Kocaman kara bulutların üzerinde olduğunu gördü. O kadar siyahlardı ki gecenin gökyüzüsü ile ayırmak imkansızdı.

Beli bükülmüştü ve nefes nefeseydi. Gözleri fal taşı gibi açılmış, yarı çıplak bir vaziyette yağmurun altında gökyüzüne bakıyordu. Sanki içine girmiş birisi onu kontrol ediyordu. Karşıdan bakan birisi bile onun kendinde olmadığını söyleyebilirdi. Yanı başından geçen soğuk bir yel; çocuğun beyaz bedenini titretti, hiçbir şey olmamış gibi ağaç gövdelerinin arasından dünya turuna devam etti.

Yağmur hala hararetli bir şekilde yağmaya devam ediyor ve ağaçların yaprakları birbirine çarpıyordu. Arada duyulan köpek bağrışları ve ulumaları bir yerlerde köpeklerin kavga ettiğini gösteriyordu. Sincaplar daldan dala atlıyor, ara sıra durup etrafı dinliyor ve göz gezdiriyorlardı. Yakınlardaki bir sincap çocuğun önünde durdu ve onu izlemeye koyuldu derken köpek havlamaları küçük hayvanı yerinden etti.

Andrew sanki taş kesilmiş gibi hareket etmiyordu. Bu dondurucu soğukta ve zemine sertçe çarpan yağmurda bile nasıl bu kadar süre hareket etmeden durabiliyordu, akıl almaz bir şeydi. Hareketsiz bir şekilde -titremesi dışında- dakikalarca gökyüzüne baktı. En sonunda dayanamadı ve hala gökyüzüne bakarken bağırmaya başladı. Hiç kimse kendisini duymayacakmış gibi, boğazını parçalamak istiyormuşçasına bağırdı. Ormandaki hayvanların sesleri artmıştı ve emin olun ne kadar hayvan varsa hepsi can havliyle kaçışmaya başlamıştı. Az önce kendisini izleyen sincap bile neye uğradığını şaşırmış bir şekilde ormanın derinlerine daldı.

Gözleri gittikçe açılmış, yüzü solmuş ve titremesi geçmişti. Sanki bağırmak ona iyi gelmişti.

Bu; sessiz, durgun anda, sesi kesildikten birkaç saniye sonra bir yıldırım hızla kendisine doğru geldi ve bütün vücudunu esir alan o patlama gerçekleşti. Yere düşerken kafasını sert bir şekilde kayalara çarpmış, çarpmanın etkisiyle titremeye devam etmişti. Gözleri birkaç saniyeliğine elektrikle dolmuş ve masmavi parlayıp geceyi aydınlatmıştı. Vücudunda sanki sonbaharda yapraklarını dökmüş kuru bir ağaç dövmesi vardı. Ama hayır, bu ağaç dövmesi değil yıldırım çarpmasının iziydi. Gözlerinden yaşlar süzülüyordu. Üzerindeki tek kıyafet olan iç çamaşırı da yağmurdan ıslanmış ve vücuduna yapışmıştı. Bilmeyen birisi onu çıplak zannedebilirdi.

Çaresizce sesinin yettiği kadar bağırdı ama kimse onu duymadı. Metrelerce uzakta bütün olanlara şahit olan kişi dışında kimse onu duymamıştı.

Yorumlarınızı bekliyorum.

SONSUZHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin