4. Bölüm
"Ne demek yakalayamadınız! Nasıl olur da, getiremediniz sizi beceriksizler!" diye kükredi Kral Debrajor. Şekil değiştiren kadın "Efendim.... her şeyi o yaşlı pislik bozdu. Çocukları size getirecekken zamanı durdurdu ve sonra da elimizden kaçırdık, hiçbir yerde bulamadık" dedi. "Kapatın çenenizi! Hiçbir bahane kabul etmem! O, yaşlının da vakti geldi mi zaten sonu gelecek. Çocukları bir an önce bulun! Yoksa benim gazabımı görmek zorunda kalırsınız" diye gözleri kıpkırmızı yanmaya başladı. Korkutucu ifadesi hepsini korkutmuş ve bir şey söyleyemeden odadan çıktılar. Debrajor, tek başına kalınca ellerinden pençeler çıkarıp, ağzını alnına kadar açarak "Hepinizi geberteceğim! Kemiklerinizi bile bulamayacaklar" diye kükreyip ortalığı yıktı.
Serina ve kız kardeşi Stella, her gün olduğu gibi yine dövüş sanatlarına ve kılıç çalışıyorlardı. Serina "Sen, böyle gidersen beni de geçeceksin galiba" diyerek kılıcını, kardeşinin kılıcına değdirdi. "İnan, senin kadar iyi bir dövüşçü olamam abla" diye gülümseyip kılıcı geriye çekip tekrar saldırıya geçti. "Başarmak için, yürekten istemen lazım" deyip kılıcı havaya kaldırıp üzerine doğru getirdi ve tam boynuna değdirecekken, durdu. "İşte, son darbe her zaman ölümcül olmalı. Düşmanına asla kaçma şansı bırakmamalısın, sevgili kardeşim" deyip kılıcını geri çekti ve ikisi de nefes nefese kalıp yere çömeldiler. "Biliyor musun abla? Sen bu kadar iyi dövüşçü olmayı anne babamız hayatta olmamasına mı bağlısın?" diye sordu Stella . Serina, şaşırıp "Niye, ne alaka?" "Şöyle düşündüm de. Hep, onların koruması altında olacağımız için kendimizi bu kadar korumaya ve savunmaya geçmezdik ama şimdi onlar olmadığı için kendimizi korumak zorundayız" "Aslında, bir yandan haklısın ama sadece onlar yok diye değil. Kendimizi savunmayı ve korumayı, kendimiz için de istemeliyiz. Anne ve babamız hayatta olsalardı bile, her zaman onların yanında kalıp, onların güvencesi altında olacağımızın da garantisi yok" deyip kardeşine sarıldı. "Abla... halen onları özlüyorum biliyor musun?" diye hüzünlendi. Serina "Biliyorum canım... Ben de aynı şekilde. Sana yemin ederim ki, onlara bunu yapana bulana kadar hiç pes etmeyeceğim. Birbirimize bir söz verdik, biliyorsun" "Evet biliyorum... Hiç ayrılmayacağız ve ailemiz için savaşacağız" deyip birbirlerine iyice sarıldılar. Serina, gözlerinden yaş çıkmaması için kendini o kadar zorlasa da bunu başaramamıştı.
Zaman Bekçisi ve beraberindekiler yıkık bir mağaraya gelirler. "Çocuklar... şimdilik burada saklanın, sizi asıl kamp alanınıza götürmem için öncelikle orayı güvenli mi diye kontrol etmem lazım, o vakte kadar burada kalın, hemen döneceğim" deyip ortadan hızla kaybolur. Aras "Umarım, çabuk gelir. Baksanıza etrafa..." dedi. Hepsi, geldikleri yerin doğaüstülüğüne çoktan kapılmışlardı. Her şey, çok kara ve kötülük kokuyordu adeta. Kocaman bir ormanın içinde gibiydiler. Kadir "Anlaşılan, bu kral ülkenin her tarafını mahvetmiş. Baksanıza, her şey ne kadar da korkutucu" Baran "Burada olmamalıydık. Size söylemiştim..." Yakup "Söylenmeyi kesin... Başka yolumuz yoktu" Aras "Arkadaşlar... şu an ne korkmaya ne de geri dönmeye hakkımız var. Bir şekilde, bu görevi başarmalıyız. Başka yolu yok..." derken üzerlerine bir gölge çöktü. Kafalarını yukarı kaldırdıklarında gözlerine inanamadılar. Çünkü gördükleri şey çift başlı bir ejderhaydı. Kamber "Böyle bir şey, nasıl olabi..." diye küçük dilini yuttu. Aras "Herkes, geri çekilsin!" demeye kalmadan ejderha, üzerlerinden süzülüp onlara doğru büyük bir ateş püskürttü. Hepsi, bir yana doğru koşmaya başladılar. Fırat "Ne yapacağız şimdi? O yaşlı da bizi bırakıp gitti..." diye koşarak söyleniyorlardı. Hepsi, mağaranın diplerine doğru koştular. Ejderha, ayaklarıyla üzerlerine çökmeye başlayarak tavanı yıktı. Baran "Ezilip, ölüp gideceğiz buradan. Yardım edin!" diye bağırırken. Aras "Dışarı, doğru koşalım, çabuk olun!" diye bağırdı. Mağaradan, çıktıklarında ejderha arkalarından uçarak diğer bir başından da su püskürtmeye başladı ve hepsi suyun içinde kalarak aşağı doğru sürüklendiler. Düştükleri yerden hemen korkuyla toparlanmaya çalışırken Kamber "La oğlum... Benim bildiğim ejderhalar ateş atar. Bu hem ateş, hem de su fırlatıyor" Aras "Bunu düşünmeye fırsat yok. Buranın, farklı bir yer olduğunu biliyorduk, her şey olabilir. Şimdi, derhal kaçıp saklanacak bir yer bulmalıyız" dedi nefes nefese kalarak. Yakup, çığlık atarak "Kaçın! geliyor!" dedi ve hep birlikte ıslanmış bir vaziyette koşmaya başladılar. Ejderha, iki başıyla bir ateş, bir su atıp durarak tepelerinde uçmaya devam ediyordu. Bir yandan da kükreyerek korku salmaya devam ediyordu. Sonunda, iyice yaklaştı ve pençelerine Aras'ı takıp havaya doğru kaldırırken. Diğerleri arkalarını dönüp "Aras!... Bırak onu!" diye bağırıyorlardı ama ejderha iyice havalanacakken, pençesine gelen bir okla birden hissettiği acının etkisiyle Aras'ı yere bırakmak zorunda kalır ve okun geldiği yöne doğru bakar. Karşısında yüzü maskeli bir kız görünce, sinirlenerek oraya doğru ateş püskürtüp uçacakken, kız tarafından gelen bir ok daha, bu sefer gövdesine değer. Canı iyice yandı ve onlara saldırmaktan vazgeçip ters yöne doğru havalanarak oradan uzaklaşır.
Hepsi, Aras'ın yanına koşup iyi olduğunu öğrendikten sonra, maskeli kızın yanlarına geldiğini fark ettiler. Aras, biraz doğrulup "Hayatımı kurtardın. Bunu nasıl yaptın? Kimsin sen? Sana bir teşekkür borçluyuz" dedi. Kadir "Aynen... Sen yetişmeseydin, o yaratık bizi kızartır ya da suyuyla boğardı" dedi. Kız, iyice yanlarına yanaşıp elindeki okları sırtına astıktan sonra maskesini çıkardı. "Bana teşekkür etmenize gerek yok. Anlaşılan buradan değilsiniz, o ejderha kara ota batırılmış bu oklardan çok kötü acı çeker. Onu sadece bu oklar uzak tutabilir. Şimdi söyleyin, kimsiniz ve burada ne işiniz var?" dedi çok ciddi bir şekilde. Aras, gördüğü bu kızı adeta incelemeye başlamıştı. Güzel, genç, gözleri ela, saçları kısa ve adeta bir amazon kadını gibi bir görüntüsü vardı. Bu gördüğü yüz, onu çok etkilemişti, yanına yaklaşıp "Ama önce ben sordum kim olduğunu. İyi bir savaşçıya benziyorsun" dedi ve eliyle kızın koluna dokunacakken. Kız tarafından ani bir hamleyle kolunu sıkıca tutup "Burası benim ve benim sorularımı yanıtlayacaksınız. Size yardım ettim ama kim olduğunuzu halen bilmiyorum, belki de bir düşmansınız. Size güvenmem lazım. Beni anladın mı?" deyip kolu bıraktı. Aras, arkadaşlarının şaşkın bakışları altında acıyan kolunu sıvazlayarak "Bak, biz iyi insanlarız. Sana her şeyi anlatacağız ama biz de tıpkı senin gibi düşünüyoruz. Peki biz, senin kötü biri olmadığına nasıl inanacağız?" "Buna inanıp inanmamak size kalmış, zaten istesem sizi şuracıkta öldürebilirim. O kadar savunmasızsınız ki" derken, Kamber dayanamaz ve birden öne atılıp "Ee... yeter artık. Hayatımızı kurtardın diye, burada bizi oyalamaya hakkın yok. Çekil önümüzden!" deyip gitmeye çalışır ama kız, onu kolundan tutup geri çekmeye çalışırken birden üzerindeki tişört yırtılır ve omuz kısmındaki işareti gören kız, birden geri çekilerek "Siz... Karanlık savaşçılar mısınız?" diye şaşırır. Aras "Bunu, biz de yeni öğrendik. Evet, öyleymişiz" dedi. Kız, telaşlanarak "Demek efsaneler doğruymuş, siz o kehanetteki altı kişi misiniz? Hepiniz de bu işaretten var mı?" "Kehaneti tam bilmiyoruz, Zaman Bekçisi, bir şeyler anlattı ama evet hepimizde var bu işaretten" dedi Aras. Kız "Zaman Bekçisi'ni de mi tanıyorsunuz?" diyerek gittikçe şaşırır. Yakup "Bak... bizi buraya o getirdi zaten birazdan da gelir" Aras "Anlaşılan, sen de bir şeyler biliyorsun. Bize yardımcı olur musun?" dedi. Kız "Zaman Bekçisi'ni tanırım, aslında o da bana bir şeyler söyledi ama şimdi neler olduğunu anlarız" dedi ve o sıra karşıdan gelen Zaman Bekçisi, karşısında sırılsıklam olmuş çocukları ve kızı, görünce "Anlaşılan, sizi yalnız bırakmaya gelmiyor. Benimle gelin" der gayet sakin bir ses tonuyla. Hep birlikte, kalacakları kamp alanına giderler.