5. Bölüm
Kral Debrajor, sarayının kulesinde inleyen ejderhasının seslerini duyunca, onu buraya çağırmaya karar verir. Ejderha, yaralı bir şekilde geldiğinde onu önünde diz çöktürüp ellerini yüzüne dayayarak gözlerinin içine bakar. Ejderhanın neler yaşadığını görmeye başlar. Bir anda geri çekilip "Bu olamaz! Bunlar, kesin o çocuklar! Kahretsin! Buraya gelmişler... Güzel.. ayağıma kadar gelmeleri işimi daha da kolaylaştıracak" der ve ejderhayı iyileşmesi için gönderir. Sonra biraz duraksadıktan sonra "Kâhin, derhal şu küreye bak! Bunlar, dünyadan neden kaçıp bir anda geldiler ki?" diye düşünmeye başlar. Zavallı kâhin, el mahkum hemen, toplam altı parmağı ile birlikte küreyi getirip bakmaya başlar.
Kral Debrajor, kâhinin kalbini eline alıp, neler olduğunu anlamaya çalışır. Kâhinin gördüğü şey, kalp ritminin yeniden hızlanmasına neden olur. "Ne gördün? Çabuk söyle!" der. Kâhin "Majesteleri... Çocuklar buraya bir günlük, vasıtasıyla gelmişler. O günlükte, her şey yazıyor... Ama her şey..." "Ne yazdığını göremiyor musun?" "Maalesef efendim... Çok karışık bir dilde yazılmış. Zaten onlarda, onu çözmek için buradalar. Tabi ki, sizin için de" "Bak şunlara! Bir de beni öldürmeye mi cüret edecekler. Benim yanımda o kadar güçsüz ve zavallılar ki..." diye devam ederken, kâhin araya girer "Üzgünüm efendim. Ama bilmeniz gereken bir şey daha var. Onlar, sanıldığı gibi güçsüz değiller. Kara dolunay, göründüğü vakit, gerçek güçlerine ve silahlarına kavuşacaklar. İşte o gün, sizi öldürebilirler, tabi sadece kehanetteki çocuk bunu yapabilir" dedi tedirgin bir ses tonuyla. Kral Debrajor, bunun üzerine daha sinirlenir ve "Bu nasıl olur? Ne gücüymüş bu? Onlar, sıradan bir savaşçı değil mi?" "Efendim, sıradan olmamaları zaten omuzlarında ki işaretten belli değil mi? Bunca yıldır sadece bu çocuklarda çıktı bu işaretler. İnanın, bunu ben de bilmiyorum" dedi. Debrajor, bir köşeye çekilip, tüm bu olanları düşünmeye başlar. Birden kâhini çağırıp "Şu Kara Dolunay, hangi gün?" diye sorar. Kâhin "Bir hafta sonra efendim" dedi. Debrajor, elini çenesine götürerek "O vakte kadar, hiçbiri sağ kalmamalı. Muhafızlar!" diye bağırması hepsini yanına toplamıştı. "Krallığın her tarafına adamlarımı gönderin. Bulun onları, hiçbiri hayatta kalmamalı!" der, sonra kâhine dönerek "O... yaşıyor mu?" diye sorar. Kâhin, kimi sorduğunu anlamış ve kalbi Debrajor'un elinde hızla atmaya başlıyordur "Evet efendim... Bundan emin misiniz?" "Sana ne! Sen, benim kararlarımı ne zamandır sorguluyorsun?" diye kalbini sıkar. Kâhin, acı içinde "Özür dilerim efendim... Sadece, size tekrardan zarar verebilir diye endişelendim" "Endişelenmene gerek yok. Bu sefer, benim olanı alacağım! Kimse, bir daha bana zarar vermeye kalkışamayacak" der ve elinde sıkmaktan buruşmuş kalbi sertçe masanın üzerine bırakır. Kâhin, acısının yavaşça dinmesiyle "Peki majesteleri... Siz, nasıl uygun görürseniz" demekle yetindi.
"Onlarla, başa çıkmak için ona ihtiyacım var" diyerek birden devleşmeye başlar, ayaklarından pençeler çıkmaya ve yüzü gittikçe korkunçlaşıp kollarından kara kanatlar çıkarak, odasının camından çıkarak "Yanına geliyorum!" diye bağırıp havalanarak, kızıllaşmış gökyüzünün semalarında uçmaya başlar...
Zaman Bekçisi, hem çocuklara hem de Serina'ya her şeyi anlatmıştır. Aras "Bize adının Serina olduğunu ve bir kabile savaşçısı olduğunu söylememiştin" Fırat "Keşke bunları bizi ejderhadan kurtardıktan sonra söyleseydin" dedi. Serina "O zaman da söylemiştim... Size güvenmiyordum ta ki Zaman Bekçisi gelene kadar" dedi. Zaman Bekçisi, araya girerek "Çocuklar... Serina, size yardımcı olmak ve dövüşmeyi öğretecek, o gün gelene kadar hazırlıklı olmalısınız" Yakup "Zaman Bekçisi... Kara Dolunay gününe kadar, ya Debrajor bizi bulursa?" "O güne kadar biz de saklanacağız... Üstelik bu kamp alanı özel bir kalkan ile korunmakta. Sizler de çok dikkatli olmalısınız" diye uyardı. Serina "size yardım edecek bir de kardeşim var adı Stella. Birazdan burada olur" dedi. Yakup ve Baran, kızı duyunca birden gözleri fal taşı gibi açılır. Yakup "Senin bir de kız kardeşin mi var?" diye mutlu olur. Serina "Bundan sana ne?" diye atarlanır. Zaman Bekçisi "Tamam artık... Böyle boş şeylerle uğraşarak vakit kaybedemeyiz. Hemen çalışmalara başlamamız lazım. Hadi Serina!" der.
Serina, savaşçıları bir araya toplayıp dövüş ve savaşa dair her şeyi öğretmek için kolları sıvamaya başlar...
Serina "Öncelikle kendimizi savunmayı öğreneceğiz" der. Kamber "Neyi savunacağız sanki? Kılıç kullanmakta ne var?" der alaycı bir dille. Serina, yanına yaklaşarak "Savunma demek sadece kılıçla olmaz. Aklını ve kalbini de ona göre kullanman gerek. Gel bakalım, bana saldır" der. Kamber, yumruk atarken, Serina, onu kolundan yakalayıp yere serer. Acı içinde bağıran Kamber "Tamam, bırak lütfen canım yanıyor" der ve bırakır. Serina "Şimdi gördün mü? Savunma o kadar kolay değilmiş değil mi?" der kendinden emin bir vaziyette. Diğerleri, şaşkın bir vaziyette bakarlar. Serina "Hadi! Böyle oyalanamayız, hepiniz beni dikkatle dinleyin" diyerek devam eder.
Vakit epey geçmişti ve hepsi iyice yorulmuşlardı. Serina "Bu ne hâl böyle? Daha ne oldu da, kalkın ayağa!" der. Yakup "Ne olur biraz dinlensek, her yerim ağrıyor" diye yanına yaklaşırken, Serina birden bir yumrukla Yakup'u yere gönderir. Neye uğradığını şaşıran Yakup "Bu neydi şimdi? Gözümde kuşlar uçuyor" der. Serina "Bu kadar çelimsiz olmamanız lazım, hadi kalkın ayağa" diye yanında uzaklaşır. Yakup, kalkmak için toparlanmaya çalışırken gökyüzüne doğru bakarken birden üzerine gelen bir gölge ile ayağa kalktı ve karşısında mavi gözlü, beyaz tenli ve sarı saçlı güzel bir kız gördü. Ağzı açık bir vaziyette "Yoksa öldüm mü? Neredeyim ben? Sen de kimsin böyle?" der. Kız, eliyle yanağına dokunarak "Anlaşılan ablam sizi bayağı yormuş. Ben Stella" der ve ablası yanına gelir. "Nerede kaldın sen? Kaç saat oldu, seni bekliyorum" "Abla... İnanır mısın? Yolda, Debrajor'un adamları geziyor. Onları hiç bu kadar sinirli görmemiştim, sanki bir şey arıyor gibilerdi" derken Aras "Aradıkları şey, biziz! Nerede gördün onları?" dedi. "Neredeyse her yerlerdeydiler. Zor bela buraya gelebildim. Sizi niye arıyorlar ki?" diye sorarken Serina "Sana sonra her şeyi anlatırım. Şimdi bir şeyler düşünmemiz lazım" der. Zaman Baba "Debrajor, rahat durmuyor işte. Dikkatli olmamız lazım, burası her ne kadar kalkanlı olsa da yine de tedbirli olmamız gerekiyor.
Baran, tüm bu konuşmaları dinlemeyip tüm dikkati Stella'daydı. Birden ona doğru yaklaşıp "Böyle bir yerde senin gibi bir güzelliğe rastlamak beni adeta mutlu etti" dedi sessizce. Stella, bir şey duyduğunu zannetti "Bir şey mi dedin?" "Yok, boş ver" diye geçiştirdi.
Aras "Zaman Bekçisi! Hepimiz, acıktık buralarda yiyecek bir şeyler var mı?" Serina, araya girerek "Burada yiyecek bulmak için avlanman gerek" Zaman Bekçisi" Orman şu an çok tehlikeli, avlanmak çok riskli" Fırat "Ama başka çaremiz yok. Yemeğe ihtiyacımız var" Kadir "Bence, birkaçımız gitsin diğerleri burada kalsın" diye fikirler sundular. Zaman Bekçisi "Madem öyle istiyorsanız, kimler burada kalacak?" Aras "Ben gidiyorum!" Serina "Ben de geliyorum, Stella sen burada kalıp kalanları korursun" Kadir ve Kamber de gelmeyi kabul eder ve kamp alanından uzaklaşırlar. Çıkmadan yanlarına da bir takım kendilerini savunacak kılıç da alırlar. Zaman Bekçisi "Sizinle gelmeyi çok isterdim ama gitmem gereken bir yer var, umarım bensiz bir sorun yaşamazsınız" der ve kamp alanından ayrılırlar. Yakup ve Baran, Stella ile birlikte kalmalarına sevinmiş, Fırat ise gidememesinin üzüntüsünü yaşıyordu...
Kral Debrajor, yaratık halinden kurtulup eski haline dönüşerek, büyükçe bir denizin kıyısına iner. Etrafına göz gezdirerek "Neredesin? Ben geldim. Debrajor!" diye bağırır. Bir müddet ses gelmedikten sonra tekrar bağırmaya yeltenirken, koca deniz yükselerek onun üstüne doğru gelmeye başlar. "Debrajor!" diye kısık bir sesle birlikte deniz Debrajor'u yutarak derinliklere doğru çeker.. Denizin, dibine geldiğinde her yeri sırılsıklam olmuş ve ayağa kalktığında her taraf karanlık ve su damlacıklarıyla doluydu. Korkusuz olmasına rağmen, geldiği yer birazcık ta olsa onu korkutmuştu. "Beni buraya getirdin, şimdi çıksana karşıma!" diye bağırır. Etrafta, birden deniz kızları ve yengeç adamlar belirmeye başlar. "Sana diyorum! Çıksana!" derken. Karanlığın ve suyun içinden birden büyük bir gürültüyle ortaya çıkarak "Seni buraya getirten şey de ne, Debrajor!" der tuhaf sesiyle. Kral Debrajor, olduğu yerden biraz daha karanlığa yaklaşarak iyice net görmeye çalışır. "Seni özledim Şahbender!" der gülümseyerek.
Şahbender; kara saçlı, saçları beline kadara uzanıyor, kırmızı gözleri ve her yerinden durmadan su akan, her türlü deniz deki yaratığı kontrol eden bir deniz kraliçesi.
"Beni özleyeceğini zannetmiyorum Debrajor. Bunca zamandır, gelmeyişinin bir sebebi olmalı" der gittikçe yükselerek. Kral Debrajor, kafasını yukarı doğru kaldırarak konuşmasına devam eder "Seninle bitmemiş bir intikamım var, ama artık bu intikamın bitmesini istiyorum" "Nasıl olacak o?" der tuhaf bir ses tonuyla. Kral Debrajor "Sen, bana istediğimi vereceksin. Ben de sana istediğini" der gülümseyerek. Şahbender, birden Debrajor'un etrafında su halkası oluşturarak döner ve tam önüne dikilerek "Benim ne istediğimi sen de gayet iyi biliyorsun. Bunu, istesen de gerçekleştiremezsin" der gittikçe sinirlenerek. Kral Debrajor "Sence, ben emin olmadığım bir şey için buraya kadar gelir miydim?" der. Şahbender, sinirlenerek ellerini Debrajor'un boğazına götürür ve onu suyun içinde boğmaya çalışarak "Bana, bu konuda asla ümit verme!" diye korkunç bir sesle bağırmaya başlar. Kral Debrajor, ellerinden pençelerini çıkarıp, vahşi bir yaratığa dönüşerek Şahbender'in elinden kurtulur ve nefesini düzene sokarak "Ümit falan vermiyorum... Sana doğruyu söylüyorum. Sen, bana istediğimi verirsen ben de sana onu geri getirteceğim!" der. Şahbender, Debrajor'un gözlerinin içine bakarak ciddi olduğuna inanır. "Peki öyleyse... Bu nasıl olacak? Bunca zaman orada kimse hayatta kalmadı ki..." derken Kral Debrajor "Hayatta kalanlar var" diye sırıtır. Şahbender "Debrajor... bana yaşattığı büyük bir acı. Senin orduna mâl oldu, şimdi benden onu geri isteyeceksin öyle değil mi? Seni, bunca yıldır buraya tekrardan ordu için getiren şey de ne?" "Zaman Bekçisi, denen pislik. Beni lanetlediği zaman öldüreceğim kişileri bulamıyorum ve onlar, güçlendikleri vakit orduma ihtiyacım olacak" Şahbender, ağzını iyice açıp dişlerini göstererek "İstediğim almadan, sen de istediğini alamazsın... Bunu bana ispatlaman lazım... Debrajor!" der kısık bir sesle. Kral Debrajor, sinirlense de bunu belli etmemeye çalışır. "Sana, göstereceğim!" der ve birbirlerine nefret dolu bakarlar.
Geçmişte yaşadıkları ve yaşattıkları adeta gözlerinde canlanıyordu...
Zaten karanlık olan orman, akşamın olmasıyla daha da kararmıştı... Aras "Kimse, birbirinden ayrılmasın. Karşımıza ne çıkacağı belli olmaz" Kamber "Çok acıktım ama. Saatlerdir dolanıyoruz, halen yiyecek bir şeyler bulamadık" derler. Serina, önden yürüyüp elindeki hançeri sıkıca tutuyordu. "Fazla söylenmeyi kesin. Ormandakiler, sesten fazla hoşlanmazlar" Kadir "Bakın, şuradaki bir geyik galiba" der kısık sesle. Hepsi, o yöne doğru bakarlar. Serina "Evet, orman geyiği bu. Eti çok lezzetlidir. Şimdi, sessiz olun ve biraz geri çekilin" der ve hançerini cebine koyup, sırtından bir ok alıp geyiğe doğru nişan alır. Aras, sessizce kulağına eğilip "Bu mesafeden onu vurabilecek misin?" der. Serina "Sadece izle!" der ve oku yayından fırlatır. Göğsünden vurulan geyik oracıkta yere yığılır. Aras "Diyecek bir sözüm yok" der gülümseyerek. Serina, kendinden emin bir vaziyette önden gidip geyiği sırtlanır. "Çabuk hemen gitmeliyiz buradan..." derken ormanın içinden sesler duymaya başlarlar. Kadir "Birileri geliyor, ne yapacağız şimdi?" Serina "Beni takip edin, bu taraftan" diye koşmaya başlarlar. Hırıltılar gittikçe artıyordu... Aras "Serina! Bir şey bize doğru geliyor, bir yerde saklansak mı?" derken durup arkalarına baktıklarında, kendilerinden büyük sivri dişli, vahşi üç tane kurt vardı. Serina, sırtındaki ölü geyiği bir kenara bırakıp, kılıcına iyice sarılır "Hepiniz, kılıçlarını çıkartın. Savaşmak zorundayız" der korkusuzca. Kamber, elleri titreyerek "Şaka yapıyor olmalısın! Bunlarla nasıl savaşılır? Bize paramparça ederler" Aras "Korktuğunu belli etme. Başka yolumuz yok. Ya onlar bizi öldürecek ya da biz, onları!" der ve kılıcını eliyle kavrar. Kurtlar, dişlerini göstererek saldırıya geçerler. Serina, kılıcıyla onlara doğru saldırmayı denese de elinden kurtulmuştur. Kadir "Kamber! Arkanda..." derken Arkasına dönen Kamber, kurt tarafından ısırılacakken Aras, kılıcıyla yaklaşıp kurdu bir ayağından yaralar "Kaç buradan!" der. Yaralı kurt, inleyerek daha da sinirlenir. Aras, Serina'nın yanına gider "Ne yapacağız? Birini yaraladım ama halen hayatta" Serina "onları ters yöne çekmeliyiz" der ona doğru gelen kurdun karnına bir yarık açarken. "Biri geberdi, kaldı iki tane" Aras "Nasıl yapacağız peki?" diyerek kılıcıyla diğer kurda saldırarak. Serina, nefes nefese "Bak! Şurada bir oyuk var... Kurtları o oyuğun içine çekip üzerlerini kaya ile kapatmalıyız. Ben, onları peşimden oraya çekeceğim ve oraya soktuğum vakit içerden çıkıp kayayı oyuğun ağzına kapatacaksınız. Tamam mı?" diye bağırarak koşar. Aras, arkasından "Ama bu çok tehlikeli" "Başka yolu yok... Çabuk olun" der ve oyuğun yanına gelir. Kurtlar, peşinden geldiğinde oyuğun içini fark ederler ve geri çekilip arkada duran Kadir ve Aras'a doğru hızla koşarak saldırırlar. Serina, geriden bağırarak "Kahretsin! Kaçın! Kaçın!" diye bağırıp peşinden koşmaya başlar. Aras "Plan işe yaramadı buraya geliyorlar" diye kılıcını onlara doğru doğrultur. Kurt, yaklaştığında ağzını açarak Aras'ın kılıcını pençeleriyle yere düşürür. Aras, birden yere düşerek arkadan onlara doğru yetişmeye çalışan Serina'ya bakar. Kadir, Kamber ile kurdun yanına yaklaşır. İki kurtta tüm kudretleriyle onlara doğru saldırıya geçecekken, Kadir'in önüne geldiklerinde birden dururlar ve biraz bekledikten sonra geri çekilerek ormanın derinliklerine doğru kaçarlar.
Serina, yanlarına geldiğinde "Ne oldu öyle? Niye senin yanına geldiklerinde bir anda kaçtılar?" dedi şaşırarak. Yerden kalkan Aras da "Aynen Kadir... Ne oldu öyle?" diye o da şaşırır. Kadir, "Ben de anlamış değilim. Onlara doğru saldıracakken birden beni görüp kaçtılar" dedi şoka girerek. Kamber "Kesin onları nasıl korkuttuysan artık..." derken Serina "Hayır... Korkutmayla ilgisi yok. Bu kurtlar çok vahşi ve kralın dışında kimsenin emri altına girmezler. İlk kez böyle bir şeyle karşılaşıyorum ama belki de sen de bir şey vardır" diyerek hepsi birden Kadir'e bakıp niye böyle bir şeyin olduğunu anlamaya çalıştılar.
Bir sonuç bulamayınca geyiği de alıp yola koyulurlar. İyice yoruldukları vakit bir göl kenarına geldiklerinde. Serina "Biraz şurada yüzümüzü ıslatalım da..." Aras "Aynen, bayağı yorulduk" derler. Gölün, her ne kadar da temiz olmayan suyuyla yüzlerine su çaldıkları vakit suyun içinden gelen bir şeyin olduğunu gören Kamber "Gölün içinde bir şey var!" derken Aras, Kamber'i kolundan tutup geri çekerek "Geri çekil!" der demez suyun suyun içinden her yanı balığa benzeyen bir deniz kızı çıkarak Aras'ın koluna bir pençe atar. Acı içinde inleyen Aras'ı duyan Serina ve Kadir, o tarafa doğru koşarak, Serina cep tarafından çıkardığı hançer ile havaya zıplayıp deniz kızının kafasına batırır. Deniz kızı, dili ağzının dışında kalmış bir vaziyette gölün derinliklerine doğru sürüklenir.
Kadir "İyi misin Aras?" diye koluna bakarlar. Aras, biraz doğrulup "Küçük bir sıyrık sadece, biraz yanıyor o kadar. Bir şey olmaz, hadi bir an önce varalım da başka bir bela ile karşılaşmadan" der kolundan akan kanı durdurmaya çalışarak. Serina "İyi olduğuna emin misin? Bu deniz kızları zehirlidir..." "Onların zehirleri bana işlemez.. Gidince bakarız, şimdi durup vakit kaybedemeyiz" Kamber "Hep benim yüzümden. Beni kurtarmak için canından oluyordun az kalsın.." diye üzülürken. "Böyle düşünme. Biz arkadaşız. Ne demiştik. Birbirimizden ayrılmak yok. Hadi bakalım, ben iyiyim beni düşünmeyin" der Aras ve bu zorlu av yolculuğunu bir an evvel bitirmek için kamp alanlarına doğru hareket ederken, gölün arkasından da onları izleyen birileri vardır...
Yakup ve Baran, Stella'ya buraya neden geldiklerini ve neler yaptıklarını, her şeyi anlatmışlardır. Stella "Vakit iyice geçti, nerede kaldı bunlar?" diye telaşlanır. Baran "Endişelenme bu kadar. Ablan, onları korumuştur" diye yanaşmaya çalışır. Fırat, kamp alanının etrafında dört dönerek "Şimdi ben de kuşkulanmaya başladım. Nerede kaldı bunlar? Keşke ben de gitseydim" Yakup "Sanki sen gitsen, ne yapacaktın?" "olsun, böyle beklemek daha da kötü" dedi. Stella "Neyse... iyi düşünmeliyiz" Yakup "Doğru söylüyorsun. Bu arada sen de ablan gibi iyi dövüşüyorsun galiba değil mi?" diye konuşmaya çalışır, gözlerinin içine bakarak. Stella, Yakup'la her konuştuğunda kendini bir acayip hissediyordu. "Ben de iyi dövüşürüm ama ablam kadar değil. Halen, biraz eksiklerim var" "Sonuçta, bizim de eksikliklerimiz var..." Baran "Bayağı eksiğimiz var. Sanki bu kadar çalışsak da ne olacaksa" diye sitemlenir. Stella "Niye bu kadar karamsarsın ki? Ablam bana her zaman bir şeye başarman için önce istemen gerek der. Sen de önce bunu gönülden istemen gerek" Yakup "Sana katılıyorum... Buraya niçin geldiğimiz belli. O yüzden görevimizi hakkıyla yerine getirmek için çok çalışıp elimden ne geliyorsa yapacağım" der. Stella "Sana güveniyorum" der gülümseyerek. Baran, ikisinin yakınlaşmaya çalışmasını gördükçe sinirleniyordur.
Fırat'ın bağırması hepsini ürküttü "Geldiler! Hemen kapıyı açın!" dedi ve kalkan açıp içeri girdiler. Serina, hemen sırtına yüklendiği geyiği yere bırakıp "Akşama bunu hazırlayın. Çok acıktık" der. Fırat "Bu haliniz de ne böyle? Bir geyik avlamışsınız ama sanki savaştan çıkmış gibisiniz" Kamber "Ne sen sor, ne de biz söyleyelim, ölümlerden döndük" Kadir "Evet... öncelikle karnımızı doyuralım da sonra anlatırız neler olduğunu" deyip geyiği parçalamak için işe koyulurlar. Serina, Aras'ın yanına gelip "Sen nasılsın? Ağrın var mı?" Aras, kolunu tutup "Yok, o kadar da bir şeyim yok. Merak etme" "Zaman Bekçisi, bir baksaydı..." derken Aras, etrafa bakınıp "Anlaşılan, o da henüz gelmemiş" der. Serina "Hımmm... evet yok. Neyse, gelene kadar idare edebilirsin değil mi ama?" diye ilgilenmeye çalışırken "Bu kadar düşünme beni, iyiyim" der gülümseyerek. Serina, birden geri çekilip "Ne düşüneceğim be! Bir şey olmasın diye..." diye utanıp yanından uzaklaşır. Aras, arkasından bakıp onun kendisiyle bu kadar ilgili olması hoşuna gitmişti.
Akşama ateş yakılmış, bir daire şeklinde oturup geyiği bir güzel yemişlerdi... Hepsinin karnı doymuş, bir güzel de rahatlamışlardı. Kamber, bugün yaşadıkları olayları anlatınca hepsinin ağzı yüreklerine gelmiş ve en çok da Aras'a bir şey olmamasına sevinmişlerdi. Konuşmalar devam ederken, Aras "Serina! Siz, bizim hikayemizi öğrendiniz. Peki, ya sizin hikayeniz? Böyle, savaşçı olmayı nasıl öğrendin. Ailen falan nerede?" diye sordu ve hepsi Serina'ya kilitlendi. Stella, lafa girip "Aslında, bizim öyle fazla anlatacak bir şeyimiz yok. Yani, biraz hüzün dolu da" Yakup "Ne oldu ki? Sadece bir kabile savaşçısı olduğunuzu biliyoruz..." derken Aras "Ama anlatmak istemezseniz anlarız" dedi ve Serina, ateşe bakarak " Daha on beş yaşındaydık. Bizler savaşçı bir kabile reisinin kızlarıydık. Babamız ve annemiz, oranın reisleri ve her şey çok güzel devam ediyordu. Ta ki o gece... neler olduğunu bile anlamadık... Kabilemize bir saldırı oldu. Kimin, neyin saldırdığını göremedik, hemen Stella'yı alıp bir yere saklandık ve anne, babamı bulmaya çalışırken birden o saldıran kişi tarafından öldürüldüğünü gördüm. Tüm kabile, gökyüzünden gelen şiddetli bir yağmur altında boğularak can verdi. Ben ve Stella ise son anda oradan kurtulduk ve Zaman Bekçisi, bizi bulup yanına aldı ve biz de kendi kendimize dövüşmeyi ve silah kullanmayı öğrendik. Her zaman ona minnettarız. Bizi, iyi komutanlarla birlikte tanıştırıp bizi eğitti. Ben de o günden sonra hem ailemin hem de kabilemin kim tarafından ve niçin öldürüldüğünü bulmak için yemin ettim ve bu kadar hırslanarak böyle sıkı bir savaşçı oldum. Yani, anlayacağınız kardeşimden başka kimsem yok" dedi gözündeki nefret ve hüzünle. Aras, Serina'nın elinden tutarak "Ailen için çok üzüldüm. Ama şunu unutma ki, bizlerde hep sizin yanınızdayız. Yalnız değilsiniz artık" der.
Gecenin ilerleyen vakitlerinde, herkes uykuya dalmıştı... Aras, gözüne girmeyen uyku yüzünden uyandığı zaman sönmüş ateşin başında oturan Serina'yı görüp yanına gelir "Keşke, anlatmasaydın... Uyku tutmadı değil mi?" "Yok ya... Bugün anlattığım için değil ki. Bu, benim hiç aklımdan çıkmıyor ki... Gözlerimin önünde ölmeleri halen dün gibi..." diye gözünden damla düştü. Aras, düşen damlayı eliyle yakalayıp "Benim de, koruyucu ailemin ölümü sürekli aklıma geliyor. Şimdi de gerçek babamın olduğunu öğrendim ve onu bulmam gerekiyor" "Sonuçta, bir baban var..." diye hüzünlenirken. Aras "Serina... Sana söz veriyorum. Onların katilini bulmana sana yardımcı olacağım.. Seni hiç yalnız bırakmayacağım" diyerek çenesinden tutup kendine doğru çevirir. Serina, Aras'ın gözlerine hiç bu kadar yakından bakmamıştı. Elini istemsizce Aras'ın yanağına koyup, oradan boynuna ve kaslı koluna doğru ilerletip, durdu. "Neler oluyor bana?" diye sessizce söylendi. Birbirlerine bir müddet baktıktan sonra, Aras yaralı kolunun acısının arttığını hisseder ve titreyerek ter dökmeye başlar. Serina, telaşlanarak "Aras! Ne oluyor? İyi misin?" diye sorarken, Aras, zorlanarak "Canım yanıyor... Nefes alamıyorum..." derken birden yere yığılır. Serina, ne yapacağını bilemeden "Aras! Yardım edin! Bir şey oldu? Uyanın!" diye bağırırken, yarasını görmek için tişörtünü yırttığında kolundan boynuna kadar büyüyen bir morluk fark edince "Bu da ne böyle? Aras!" diye bağırır...