Yaşadıklarından sonra kalbi adeta kırılmaz bir taş olan çocuğun hayatın her açısından toy kalmış kızı sevmesi tüm okula, hatta tüm ülkeye ve onları anlayabilecek herkese göre imkansızdı. Bu imkansızlığı değiştirecek tek bir etken vardı: Petra. Aşkından ne pahasına olursa olsun vazgeçmeyecekti, aşk hiçbir zaman kolay olmamıştı. İnsan, hayatında yalnızca bir kere gerçekten aşık olur derler ya, Petra o çocuğu gördüğünden beri onun kaderindeki kişi olduğuna adı kadar emindi.
Omzunun hemen hemen birkaç santim üstünde biten yeni yıkanmış saçları rüzgârla birlikte bir kez daha uçuşurken düzeltme gayretinde bile bulunmadı. Rüzgâr, Petra'nın bakır renkli saçlarını okşuyormuşçasına esiyordu. Bir elmas gibi parlak gözleri sevdiği çocuğu uzaktan gördüğünde olabilecekmiş gibi daha da ışıldamıştı. Klasik, oldukça sıkıcı bir görünüme sahip okul üniformasını bile kendi imkanlarıyla eğlenceli hâle getiren bu kız, içten içe biraz da kendisiyle çelişiyordu. Vazgeçmeyecekti, evet, ama bu ısrarlı çabalarının bir sonucu gerçekten de olacak mıydı masallarda anlatılan gibi? Levi, hoşlandığı çocuk, onu sevebilecek miydi? Dediği gibi, bu imkansızdı. Kendisi okulda pek de tanınan ve kraliçe arı olan bir kız değildi, kendi hâlinde birkaç arkadaşıyla beraber takılırdı. Kendi geçimine yardımcı olmak adına okul çıkışları bir kafede garsonluk yapıyordu, ailesi küçük bir kasabada yaşadığından kendisi özgürce okula gitmeye devam edebilmek adına şehrin merkezine taşınmıştı. Davranışlarıyla Levi'a olan aşkını az çok belli etse de daha pek bir şey anlamamıştı insanlar. Yani, bundan da emin değildi doğrusu -onu gördüğü anda sergilediği heyecanlı davranışları inkar edemezdi-. Kimsenin bilmediğini umuyordu tekçe. Bir de hayatta kalması ve zorbalanmaması oldukça güç olan okulda böyle bir dedikoduyla adı yayılırsa...
Levi ise popülerdi, gerçekten. Okulda parlamasına neden olan en önemli etken eski okul futbol takımının en kısa üyesi olarak forvette oynamasıydı. Yakışıklı genç, kendine has umursamaz halleri ve pek tabii göze çarpan dış görünüşü ile insanların dikkatini çabucak çekmişti ama Levi, kendine yaklaşan kimseyi takmamayı ve soğuk davranmayı tercih ediyordu; hem de okulun ilk gününden beri. Çünkü o, duygularına yenik düşmeyi sevmezdi. Duygusuz, taş kalpli gibi gözükse de işin özünde fazlasıyla duygusaldı. Sadece bunu belli etmemekte iyiydi, istediği de buydu. Kendisini aşkta başarısız olarak tanımlıyordu ve doğru da söylüyordu, biraz -tamam, çok- açık sözlü birisiydi. Üstelik son sınıftı, Petra ise daha okulunun ikinci yılına yeni başlamıştı. Eğer bakır rengi saçlara sahip kızın adı bu imkansız aşk olayı ile yayılırsa anlayacağınız üzere hiç de hoş şeyler olmazdı. Bir çömez ve son sınıfın aşkı, laflarını şimdiden duyduğuna emindi.
Petra, neşeli geçen bir yürüyüşün ardından çalıştığı bir hayli sinir bozucu iş yerine geldi. Burası gençler için popüler bir mekandı. Üstelik şehrin tam kalbindeydi ve çoğu okula da hatırı sayılır derecede yakındı. Bu yüzden genellikle öğrencilerin ilk tercih ettiği yerlerden biri oluyordu. Uygun fiyat, idare edecek kadar kaliteli ürünler ve sigara içmesi serbest olan bir alan; gençler daha ne isteyebilirdi? Fakat Petra tüm bunlara rağmen burada çalışmaktan pek de hoşlanmıyordu, buna rağmen başka şansı olmadığından çalışmayı sevmeyen birine göre işleri fazlasıyla iyi idare ediyordu. Patronları kaba saba bir adamdı, düşüncesizdi ve empati kurmayı da beceremezdi; her zaman kaşlarını çatar, gün içindeki tüm öfkesini altında çalışan birkaç masum insandan çıkararak egosunu tatmin ederdi. Para, her şeyden önce geliyordu onun gibiler için. Para adına yapamayacağı şey yoktu, çalışanlarını da zerre önemsemezdi; tekçe cebine girecek nakitin miktarına bakardı. Dini para olmuş bu adamın kendisini kafedeki herkesten daha önemli gördüğü yadsınamaz bir gerçekti.
Petra, bir öğrenciye verilebilecek açık sayılan iş kıyafetlerini giyip rahatsızca etrafına bakındı. Eğer buranın sahibi olsaydı kesinlikle ilk işi dekoru baştan sona düzenlemek olurdu -zorunlu kılınan kıyafetleri değiştirmekten sonra tabii-. İnsanın geldiği yeri sorgulamasına neden olacak kadar iç karartıcı kafe; tamamen bordo, siyah ve koyu yeşil renklerinden oluşmaktaydı. Döşemeler eski olduğu için gıcırdıyor, geceleri kimse olmadığında çalışanları korku evinde görevliymiş gibi hissetmesine neden oluyordu. Bir de o rahatsız, demode koltuklar yok mu? İkinci el koltuklar, fazla masrafa girilmeme amacıyla kaplatılmış ve altındaki leş kokulu minderlere rağmen yeni gibi gösterilmek amacıyla boyanmıştı. Bunu anlamamak için ya salak ya da gerçekten hayata iyi yönleriyle bakan bir insan olmak gerekirdi. Kafenin sahip olduğu bu popülarite tüm gerçeklerin görmezden gelinmesine neden oluyordu işte.
Her zamankinden daha kalabalıktı bugün kafenin içi, yer bulamayanlar hoşnutsuz bir şekilde teker teker kapıdan çıkıp gitmeye başlamıştı ve bu patronlarının delirmesine yol açıyordu. Patronları, her giden müşterinin arkasından sessiz bir küfür mırıldandı. Bugün iletişime geçmeye ve bağış adı altında para koparmaya çalıştığı tüm müşterilerde başarısız olmuştu, bu durum canını iyice sıkıyordu. Tehlikeli olacak kadar çok öfke saçan düşük gözleri, yeniden kapıdan çıkıp giden birkaç müşteriye daha takıldığında önüne çıkan garsonları odasına çekti hışımla. Ne yazık ki bunların arasında hiçbir suçu olmayan, mesai yeni başlamış Petra da vardı. Acaba gudubet miyim, diye düşünmeden edemedi. Olacak her kötülük beni buluyor da.
"Bana bakın," dedi patronları küfürlerinin arasından, tok bir ses tonu ile. "Sizi uyarıyorum, bunu tehdit olarak da algılayabilirsiniz. İnanın hiç problem yok. Durun, hatta bu bir tehdit. Eğer bu gözler," işaret ve orta parmağını kendi gözlerine tuttu. "Bir tanecik daha kapıdan dışarı çıkan müşteri görürse suçlu suçsuz demem, hepinizi kovarım. Kaç kişisiniz? Bir, iki, üç... Hah, harika! Tam da üç kişilik yepyeni bir kadro açılır. Unutmayın ki ben sizin patronunuzum ve sınavlarınız olsun, ailevi problemleriniz olsun beni bir gram ilgilendirmez. Ben, size verdiğim paranın karşılığını almak istiyorum. Hayır kurumu değil burası!"
Uzun bir yüze ve kirli kahverengi saçlara sahip çocuk, umursamazca bakarken iri gözlerini devirdi. Tek bir sıra halinde hiçbir şey demeden odadan çıktıklarında yüzlerindeki sinir ve hayal kırıklığı dolu bakışlar genç müşterilerin dikkatinden kaçmamıştı. Buna rağmen oturan kimse onların hakkını arayacak değildi tabii, işte dünya bu kadar acımasız işliyordu. Uzun suratlı genç, Jean, gördüğü güzel kızların yanına ilerledi ikinci kere düşünmeden. Bu kadar şişman ve bakımsız bir adamdan sonra bu güzel melekleri görmek gün içinde ilk defa kendisini şanslı hissetmesine yol açmıştı. Yüzündeki geniş gülümseme genç kızlar tarafından fark edilince Jean, üstün yeteneklerini sergileyerek flört etmek için hazırlıklarını yaptı -sipariş almaktan çok yağcılık yapıp iltifatlar yağdırmıştı-
Jean tüm bunları yalnızca birkaç dakikada yaşayıp bitirirken Petra ise fazla düşünmeden gördüğü ilk masaya ilerledi. Masadaki tipler oldukça tanıdıktı, aynı lisede olduğu insanlar vardı; simalarından anlıyordu. Her birini tek tek ayırt edemese de en azından okulda gördüğüne emindi. Harika, dedi içinden. Al başına belayı.
Zümrüt yeşili gözleri olan, koyu kahverengi saçlı ve orta boylardaki heyecanlı çocuk büyük bir hevesle siparişini vermeye hazırlanırken Petra'yı gördü. İlk saniyelerde şaşkın görünse de ona gülümsemeyi ihmal etmedi. Petra, aynı gülümsemeye elinden geldiği kadarıyla samimi bir şekilde karşılık verdi. Çocuğun adı Eren'di ve Eren, Petra'nın tuhaf sınıf arkadaşlarından biriydi -Mikasa'nın biricik arkadaşı olmasının yanısıra, tabii-. Sarı, hafiften uzun saçları olan ve mavi gözlü çocuk ise dikkatini Eren'den alıp Petra'ya verdi. Petra, masadakileri süzerken bir anda kalbi daha hızlı atmaya başlamıştı. Okyanus mavisi gözleri, diğerlerine göre daha kısa olan boyu, çatık kaşları, umursamaz bakışları...
"Levi!" dedi Petra, şaşkınca. Onu burada görmeyi beklemiyordu. Daha doğrusu, onu okul haricinde bir yerde görmeyi hiç beklemiyordu. "Yani- Merhaba. Sizi burada görmek ne hoş. Ne istersiniz?"
"Başka bir garson."
Levi'ın dediği tek şey bu olmuştu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Impossible (Levi x Petra)
FanfictionDÜZENLENDİ Kalbi taşlaşmış çocuğun toy kızı sevmesi her açıdan imkansızdı fakat kız vazgeçmeyecekti, sonucu her ne olursa olsun. Üzülecekti, hayal kırıklığına uğrayacaktı belki ama yine de sevmeye devam edecekti; aşk, hiçbir zaman kolay lokma olmam...