Bölüm 10 ✿

917 117 84
                                    

Uzun saatler süren berbat -teknik olarak eğlenceli ama uzadığı için sıkan- bir yolculuğun ardından nihayet herkesin servis aracı piknik yapacakları halka açık ormana gelmişti.

Petra, güç bela buldukları boş yere gelişi güzel serdiği ekoseli örtüye oturmaya devam etti ve Mikasa ile birlikte piknik için getirdiklerini yavaşça sırt çantasının içinden çıkardı. Bir yandan da göz ucuyla huysuzluğu yavaştan geçmeye başlamış Mikasa'ya bakıyordu -Eren ile aynı taşıtta olmamaları bir süre sonra kriz meselesi haline gelmişti-. Mikasa mutluydu, en azından şimdilik. Örtülerini Eren ve Armin ile paylaşıyorlardı, tam tahmin ettikleri gibi ikisi yalnızca bir parça hazır kek getirmişti. Armin bir de kitap getirmişti ama getirdikleriyle ilgilenen neredeyse kimse olmadığından bir köşeye atılmıştı -kültürsüz olduklarından değil, yalnızca şu anda herkesin odak noktası bir şeyler atıştırmaktı-

Mikasa, sırt çantasındakileri bir hışımla boşaltıp Eren'e baktı. Eren şaşırmıştı; Mikasa'nın bu kadar şey getirmesini beklemiyordu, daha doğrusu bir şey getireceğini bile düşünmemişti -üstelik getirdikleri hep Eren'in sevdiği şeylerdi- Jelibonlardan birine uzandı tereddütle, daha kimse bir şeyler yemek için hamle yapmadığından kafası karışmıştı. Alırsa ayıp mı olurdu? Üstelik kendisi yalnızca marketten aldığı bir paket hazır keki ortaya bırakıp geçmişken. Ne yapabilirim ki, diye geçirdi Eren. Boyum kısa olabilir ama dev gibi adamım! 

 Mikasa, Eren'in garip yüz ifadelerinden ve ikilemde kalmış görüntüsünden yola çıkarak aklındakileri okuyup tüm jelibon poşetlerini Eren'in kucağına bıraktı. Hepsini al, hepsi senin!

Eren, şaşkınlıkla karışık bir ifadeyle gülümsedi ve jelibon paketlerinden birini açtı -dışı ekşi içi tatlı olanlar onun favorisiydi-. İlk jelibonu teşekkür edercesine Mikasa'ya, sonrakini Armin'e, ondan sonrakini de Petra'ya yedirip en son kendisi yemeye başladı. Yeterince kibar göründüm sanırım. Neşeli olduğu her halinden belliydi. Kısa bir sürede paketi yarıladı. Mikasa'nın gözünde obur mu oldum acaba? Neyse canım. N'apalım?

On beş dakikanın sonunda hemen hemen herkes yerleşmiş, pikniğe kendi hallerinde başlamışken daha örtüsünü bile yere serememiş bir arkadaş grubu vardı. Daha doğrusu sermişlerdi ama örtüleri çamurun tam üstündeydi -ne rezillik ama-.

"Pardon ya," dedi Hange, gülerek elini ensesine atarken. Sanki suç onun değilmiş ve fazladan yüzlerce örtüleri varmış kadar rahattı. Tek istediği çantasını bir kenara atıp getirdiği futbol topuyla etrafta koşuşturmaktı. "Ben oranın çamur olduğunu görmedim. Neyse, ucuna otururuz artık. Ne olacak canım? Oyuna geçelim mi?"

"Ben, ona asla oturmam." dedi Levi kelimelerin üstüne basa basa. Gözlerini Hange'nin gözlerine dikmişti ve ne kadar sinirli olduğu yüzü görünmese bile dışarıdan anlaşılıyordu. "Asla."

"Neden? Huysuzluk yapma, Temizlik manyağı," diyerek örtüyü biraz daha çekiştirip kuru çimenlere doğru serdi Hange, bir an önce bu işin hallolmasını istiyordu. Örtüye takıldığı falan yoktu. "Hadi artık."

Levi, örtüyü yerde bulduğu dalla tiksinerek aldı ve ağaca doğru fırlattı. Uçan kumaş parçasının arkasından telaşla Hange koşmuş, örtüyü almak için zavallı ağacı sallamaya başlamıştı. İkisi herkesin ortasında açıkça kavga ederken bu durumdan bıkan Erwin, arkadaşlarının arasına girdi ve örtüyü kapıp havaya kaldırdı -amacı ikisinin de örtüye ulaşamamasıydı-. Mike ise her zamanki gibi sessizce onları izliyordu, aldığı güzel kokular midesinin kazınmasına sebep olmuştu.

"Levi haklı," dedi Erwin, nefesini bırakarak örtüyü elinde sıkıştırırken. "Zaten oturamayacağımız kadar küçükmüş, çamurlanınca oturacak kalmadı. Ayrıca çamurlu bir şeye oturacak değiliz."

Impossible (Levi x Petra)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin