Birinin beni dürtüklemesiyle gözlerimi araladım. Karşımda eski zamanlardan kalma elbiselerden giyen bir genç kız vardı. "Ne oluyor lan!" dedim şaşkınlıkla. Etrafıma baktığımdaysa gözlerim yuvalarından çıkacak kadar büyümüştü, sürekli sallanmamızdan bir gemide olduğumuzu anlamıştım ve bulunduğum oda gibi yerde benim gibi en az on tane kadın vardı. Sanırım rüya görüyordum, bunun başka bir açıklaması olamazdı.
"Şişştt sessiz ol, duyarlarsa dayak yersin." Dedi kız hafifçe bana doğru eğilmişti. "Sen kimsin? Burası neresi?" dedim. Kız birkaç saniye duraksadı söyleyip söylememekte kararsız gibiydi.
"Türk olduğun için güveniyorum sana. Ben Padişahın yeğeni Ayşe Sultan." Dediğinde gülmeye başladım. Kesinlikle rüya görüyordum.
"Beni çimdiklesene." Dedim gülmelerim durunca. Kız nedenini anlamasa da dediğimi yerine getirerek bir çimdik attı bana. Hissettiğim acıyla ufak bir küfür mırıldandım, bütün bunlar gerçekti.
"Sen kimsin ve niye bu kadar garip davranıyorsun?" dedi Ayşe Sultan.
"Ben Gece, sadece Gece." Dedim ve olanları anlamaya çalıştım. Acaba ölmüş müydüm? Ya da komada falan mıyım ki?
"Neden buradasın?" dedim kıza eğer gerçekten Sultan'sa köle gibi görünen insanların arasında ne işi vardı?
"Beni istemediğim biriyle evlendireceklerdi bende kaçtım sonra gemim saldırıya uğradı ve buradayım." Dedi hüzünlü bir şekilde.
"Bu gemi kimin?"
"İngilizlerin, bizi saraya götürüyorlar. Hizmet etmemiz için." Demesiyle kafamda bir şeyler şekillendi. İngilizler, saray, köle gemisi... Tabii ya okuduğum kitapta da bunlar geçiyordu hatta hizmetçi kız böyle bir gemiyle saraya getiriliyordu. Etrafa bakındıktan sonra aniden gelen bir dürtüyle hareket ettim.
"Mary?" diye bağırmamla kadınların içinden bir tanesi kafasını kaldırıp bana baktı, aynı kitapta tasvir edildiği gibiydi.
(İngilizce konuşmaları da Türkçe yazıyorum buradan sonraki Türkçe konuşmaların yanında * işareti olacak)
"Adımı nereden biliyorsun?" dedi kız yüzünde bariz bir şaşkınlık oluşmuştu. Dudaklarımı birbirine bastırdım, gerçekten okuduğum bir kitabın içinde miydim yani? Daha sonra dileğim aklıma geldi ve bir kez daha küfrettim keşke başka bir kitapta olmayı dileseydim. Ne biliyim Ölümcül Oyuncaklarda olsaydım en azından eğlenirdim. Kıza cevap vermek üzereyken kapı açıldı ve içeri iri kıyım adamlar girdi. Kitaptan hatırladığım kadarıyla odadaki kadınlardan biri bir aptallık edecek ve ölecekti. Kadınlar tek tek dışarı çıkarılırken iki adam bize yaklaştı ve kollarımızdan tutarak bizi sürüklemeye başladılar. Ayşe Sultan adamın elinde çırpınarak kurtulmaya çalışırken kafasının arkasıyla adamın kafasına çarptı, adam birkaç adım geri gitse de fazla etkilenmemişti. Ayşe Sultanı tuttuğu gibi duvara fırlattı ve karnına tekmeler atmaya başladı. Dudaklarımdan bir çığlık dökülürken Ayşe Sultan'ın cansız vücudu önümde duruyordu. Beni tutan adam kollarımı bıraktığında güçsüz adımlarla kızın yanına yaklaştım ve açık gözlerini kapattım.
Sultanın boynundaki kolye kendini belli edercesine öne düşmüştü elimi uzatıp kolyeyi aldım ve kendi boynuma taktım. Beni tutan adam tekrar yanıma gelip kolumdan tutarak dışarı sürükledi beni.
Hala tüm olanlara inanamazken büyük ihtimalle iletişim kurabileceğim tek Türküde kaybetmiştim. Adam beni gemiden çıkararak diğer kadınların durduğu yere götürdü. Bundan sonra olacakları kitaptan da hatırlıyordum, bir at arabasına binecek ve saraya gidecektik ordaysa hizmetçi olarak çalışmaya başlayacaktık. Nitekim dediğim gibide oldu sonunda saraya gelmiş ve büyük bahçede dizilmiştik. Sarayın baş sorumlularından olduğunu belli eden bir kadın önümüzde dikilmiş tek tek hepimizi inceliyordu.
"Birazdan Prens ve Prensesler gelerek sizden bazılarınızı seçecekler kalan hayatınız boyunca onlara hizmet edeceksiniz." Dedi. Garip olan şeyse İngilizce konuşuyor olmasına rağmen benim her şeyi anlıyor olmamdı daha garibiyse ben gram İngilizce bilmiyordum. Dediği gibi birkaç dakika sonra saraydan beş kişi çıktı. En önden gelen kadın Prenses olduğunu açıkça belli ediyordu. Kendinden emin yürüyüşü, altın sarısı uzun saçları ve giydiği elbiseyle gerçekten göz alıcıydı. Onun arkasından gelen erkeği ise hemen tanımıştım, Prens Sebastian aynı kitaptaki gibi zarif ve yakışıklıydı. Sarı saçlarını arkaya doğru yatırmış ve yüzüne çarpık bir gülümseme yerleştirmişti. Kendisi prensler arasındaki ortanca kişi olduğundan oldukça şımarıktı. Onun arkasından iki tane küçük kız ve erkek çocuğu geliyordu. Prens Jamie ve Prenses Janet'ı da kitaptan hatırlıyordum.
En arkadan gelen kişi ise tahminimce Prens William'dı. Kendisi en büyük prens olmakla birlikte oldukça soğuk ve olgun bir kişiliğe sahipti, ailedeki diğer kişilere nazaran açık kahve saçları ve yeşil gözleri vardı. Elmacık kemikleri belirgin ve çenesi köşeliydi. Vücudu oldukça yapılıydı ki bu benim izlediğim dizilerdeki Prens görünümünü tamamen yıkıyordu. Sebastian gibi zarif olmaktan çok uzak sert adımlar ve somurtan bir suratla geliyordu.
Hepsi önümüzde durarak bizi incelemeye başladılar. Küçük prens ve prenses birkaç dakika içerisinde istedikleri hizmetlileri seçmişlerdi bile. Onlar için dış görünüşten çok sıcakkanlılık önemliydi. Seçtikleri kadınlar bizden ayrılırken gözlerim yeşil soğuk gözlere takıldı. Gözlerini kısmış dikkatli bir şekilde beni izlerken gözlerimi ondan kaçırmak yerine ona bakmaya devam ettim. Bu hareketim onu şaşırtmış olacak ki kaşları havaya kalkmıştı. Kitaba göre hizmetlilerin doğrudan Kraliyet Ailesinin gözlerine bakmaları yasaktı bu yüzden şaşırması oldukça normaldi.
Hızlı adımlarla bana doğru yürüdü ve karşımda durdu. Gözlerimi kaçırmayarak ona bakmayı sürdürdüm.
"Adın ne?" diye sorduğunda birkaç saniye afalladım çünkü sesi çok güzeldi. İnsanın kulağında değişik bir tını bırakıyordu. Adımın Gece olduğunu söylesem Türk olduğumu anlayacakları için İngilizce karşılığını söylemeyi tercih ettim.
"Midnight." Dememle tek kaşı havaya kalktı.
"Nereden geliyorsun?" dediğinde ne söyleyeceğimi bilmeyerek dudağımı dişledim. "Bilmiyorum." Dediğimde inanmış gözükmüyordu. Arkasını dönüp bizi inceleyip duran kadına beni işaret etti ve kadın yanıma gelip kolumdan tutarak bizden ayrılan kadınların yanına götürdü.
"Bundan sonra Prens William'ın hizmetindesin, eğer herhangi bir saygısızlık yaparsan bedenini canınla ödersin." Dediğinde yutkunarak başımı salladım. Prens Sebastian kitaptaki gibi hizmetine Mary'i seçmiş keyifle sırıtıyordu. Sanırım buradan kurtulmanın tek yolu Mary'e yardım etmekti ve bunu yapacaktım. Yani umarım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Dileğim Gerçek Oldu!
Teen FictionAnsızın düştü kitabın dünyasına Gece, bir yandan en büyük hayalini yaşarken bir yandan da yaşayacağı zorluklardan korkuyordu. Adı üstünde Gece'ydi o, içinde yıldızları ve ayı barındıran sonsuz karanlıktı. Girdiği dünya tek tek yıldızlarını koparaca...