Görev emri almıştık... 60 yaşlarında bir köy koruyucusu, karısını ve karısının dostunu öldürüp, dağa kaçmış. Aylardır da yakalanamıyormuş. Mevsim kıştı... Köy Korucusu, kış şartlarına daha fazla dayanamamış köye akrabalarının yanına inmiş. Biz, böyle bir istihbarat almıştık. Önce bölgeye yakın bir jandarma karakoluna gideceğiz. Oradan da akşam bölgeyi bilen rütbelilerle, köye baskın yapıp katili yakalayacağız.
- Yüksek tutuş!
- Kurma kolu çek!
- Jarjör tak!
- Kurma kolu bırak!
- Emniyeti elle, gözle kontrol et!
- Esas duruş!
- Araç başına marş marş!Operasyon öncesi, bu sözlere bayılıyorum. Sanki göreve değil, çatışmanın tam ortasına eğlenmeye gidiyormuşum hissi veriyor bana. Bazen kendi kendime soruyorum, Türklük dedikleri şey bu mu acaba?
Her timin kendi şoförü var. Bizim şoför Hasan'ı, başka yere göndermişler. Yerine acemi birini vermişler. Hasan'a alışmıştım, her operasyona beraber giderdik. İyi de şofördü, çok tehlikelerden kurtarmıştı bizi.
Araçlar, bölükten çıkış yaptı. Muş'a doğru ilerliyoruz... Yol gittikçe, ölü bölgeye düşüyor. Sarp kayalar, sanki üstümüze düşecek gibi... Araç ilerledikçe yolun durumu daha açık görünüyor. Yolun sol tarafı tam bir uçurum.. Şoför bir metre sağa kırsa, aşağıda parçamızı bulamazlar. Şoför korkuyordu, hareketlerinden hissettim. Önce "sakin ol korkma" deyip teselli etmeye çalıştım. Çocuk hem acemi hem de ilk defa göreve gidiyor. Çocuğa kızıyorum ama o an ona ihtiyacımız da var. Bu yüzden susuyorum
Devamlı "sakin, yavaş, dikkatli ol" deyip, onu sakinleştirmeye çalışıyorum. Bu sırada o bana abi korkuyorum' deyince, artık kendimi tutamadım. "Ne korkması lan" deyip kızdım.Ama sakin olmam gerekiyordu. Hava kararmaya başladı. Hafiften çiselemeye başlayan yağmur, yolu iyice kayganlaştırdı. Çamur sanki bizim landtı uçuruma sürüklüyor. Land sağa sola kaydıkça, Allah'a yalvarıyorum. O an, ondan başka kimse bize yardım edemezdi. Yaklaşık 2 buçuk 3 saatlik bir yoldan sonra, "hadi oğlum, hadi aslanım" diyerek yolu tamamladık.
13 aydır çatışmalarda dökmediğim ecel terlerini, bu yolculukta döktüm. Jandarma karakoluna vardığıma, hiç bu kadar sevinmemiştim. Land durduğunda, şoför de kendinden geçmişti. Eli ayağı titriyordu. Onun için de kolay değildi, 7 can taşıyordu. Hava karardı, karanlıkla beraber yağmur da hızını arttırdı. Yağmur ve çamur ikilisi, bize karşı yine birleşti. Bir buçuk saat karakolda kaldıktan sonra, karakoldan çıkış yapıyoruz. Tekrar Landlara binerek köye doğru yola koyulduk. Bu sefer yol, öncekinden daha kötü. Allah'tan şoför değişti. Araçlar ışıkları kısarak, yolun üzerindeki mezraya yaklaştı. Landlar durunca, atlayarak sağa sola dağıldık.
Yanında durduğumuz evden biri çıktı, sakallı, zayıf bir adam... Yola bundan sonra onunla devam edeceğiz..Sakallı adam, üzerine bir panço alarak, bize karıştı. 3. tim önde, bizim tim arkada, karanlığa doğru ilerliyoruz. Ben her zamanki gibi en arkadan geliyorum. Yağmur, çamur ve karanlık, isyan bayrağını çektiriyor. Bir saat kadar ilerledikten sonra, su sesi geliyor. "Yok yok" diyorum, "bu havada sudan geçilmez" ama su sesine, gittikçe yaklaşıyoruz. Su sesine yaklaştıkça içimdeki yoklar da bitiriyor. "Aman Allah'ım, dereden karşıya geçeceğiz." Ön taraftaki arkadaşlar, sudan geçmeye başladı. Derken ben de suyun içinde buldum kendimi... Su, bacaklarımdan yukarı doğru çıkıyor. Su, buz gibi... Silahlar yukarda... Suyun içinden, silahları birbirimize uzatarak geçtik. Belden aşağımız, sırılsıklam oldu.O ara, askere gelmeden önce imrendiğim sat komandoları geldi aklıma. "Al işte" dedim kendimce, "al sana sen de sat komandosu oldun" dedim.Yağmur, çamur, su... Kime, neye kızayım bilmiyorum. Köye yaklaştık. Ortalık, evlerin ışıklarıyla biraz aydınlandı. Yanından geçtiğimiz eski bir evin kapısı, aniden açıldı. İçerden çıkan karaltının üzerine silahı doğrulttum. Elinde su bidonu, esmer genç bir kadın. Korkmuştu, konuşamıyordu. 3-5 saniye o kocaman gözleriyle bana baktı. Kadının zararsız olduğunu anlayınca, namluyu ondan başka tarafa doğrulttum, çıktığı kapıdan hızla içeri girdi. Meğer benimle birlikte bizim çocuklar da arkamdan kadına namluları doğrultmuş. Arkamı döndüğümde, çocuklar bana bakarak "hadi" dediler "devam." Arkayı ikilemişiz. Can dostum Yusuf, tek gelmeme dayanamamış, o da ardımda...
Katil Köy Korucusunun olduğu sanılan 2 evin etrafı sarılmış, çök'te bekliyorduk. Önden beni çağırdıklarını söylediler. "Niye ben?" diye şaşkınlıkla, eğilerek bölük komutanının yanına doğru ilerledim.- Emredin komutanım...
- Çavuş, yanına üç kişi al, sürünerek evin arkasına git! Dikkatli ol adamlar silahlı...
- Biri çıkarsa 'dur de' durmazsa gerekeni yap. Benden hiçbir cevap alamayınca sordu:
- Yapabilir misin?
- Emredersiniz komutanım..Bizim timden yanıma üç kişi aldım. Karşımızda iki ev var. Biz, iki evin arasından sürünerek arkalarına geçeceğiz. Evin camlarında perde yok. Ara sıra cama gelerek, dışarı bakıyorlar. Sürünerek biraz ilerledim. Cama biri yaklaştığı zaman duruyorum. Sürünürken her tarafım çamur oluyor. Çamur ağzıma da giriyor, tükürüyorum. Şimdi suratımı merak ediyorum. Adam camdan bakıyor ama daha bizi fark etmedi. Adam camdan uzaklaşınca, tekrar sürünmeye başladım. Eve doğru geldikçe hızlandım. Evin dibine gelince duvara sırtımı yaslayarak durdum. Sessiz olmalıydım en ufak bir ses, bütün çileyi boşa çıkarabilir. Bunu yanındakiler de en az benim kadar biliyor.
Telsizle bilgi verdim ve beklemeye başladım.
Telsizin sesi çok kısık. Oradan operasyonu takip ediyorum. Herkes aynı anda içeri girecek ama en kritik yerde biz varız. Buradan biri kaçarsa ya da kaçmaya kalkışırsa, o zaman ne olurdu ben de bilmiyorum... Telsizden beklenen anons geldi. Planlandığı gibi, büyük bir hızla evlere girdik. Evler arandı ama koruyucu bulunamadı. Arkadan da kimse çıkmamıştı, adam yoktu ya yanlış istihbarat alınmıştı. Belki de adam bizi fark etmişti. Telsizden "toplan" emri geldi. Bir evin çatısında toplandık. Bizimle köye baskına gelen köylü, katil köy korucusunu daha öğlen gördüğünü anlatıyordu komutanlara. Bir ara benim yanıma geldi. Bende de telsiz olduğu için, "komutanım buralardadır" dedi. "kim" dedim, "koruyucu" dedi. "Hadi lan, madem burada, hani nerde? onu da söyle... Benim için öğlen selam verdiği kişiyi, akşam ispiyonlayan biri, başından defedilecek biriydi.Görev bitmişti, adamı bulamamıştık. Yere yattığımız, süründüğümüz, yediğimiz çamurlar yanımıza kar kalmıştı. Landlara bindiğimde can dostum Yusuf seslendi:
- Devrem aç mısın ?
- Açım tabi...
- Ceviz sucuğu yer misin ?
- Yok bana Adana yaptırın, yanında da ayran olsun.
- Madem istemiyorsun, senin hakkını da ben yerim.Yusuf, bana şaka yapıyor zannettim. Ama elinde gerçekten ceviz sucuğu var. Hemen üstüne atladım. Onca rezilliğe rağmen, dağ başında ceviz sucuğu bulmamız, beni mutlu etmeğe yetti. Ayrıca hepimizin sağlığı yerinde. Bundan güzel şey var mı dünyada? Üstelik ellerimizde cevizli sucuk... Sonradan öğrendim, cevizli sucuk, komutanımızın ikramı imiş... Bu operasyonun adı yola çıkarken 'Katil Köy Korucusu Operasyonu' idi. Dönüşte sadece cevizli sucuk kaldı aklımızda, operasyonun adını 'Cevizli Sucuk Operasyonu' koyduk...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sessiz Olun Şehit Var
Non-FictionTÜRK OLMAK ZORDUR TÜM DÜNYAYLA SAVAŞIRSIN, TÜRK OLMAMAK DAHA ZORDUR TÜRKLE SAVAŞIRSIN..