orange flower

60 8 30
                                    

🪴

Sulamayı yeni bitirdiğim ağaçlarımın yanından korka korka ayrıldım.

Bahçeme bir hırsız dadanmıştı ve portakallardansa çiçeklerini çalıyordu. İstese bedavaya verirdim ama çalması beni cidden rahatsız ediyor ve üzüyordu. Polise bile başvurmuştum ama beni, onları böyle konularla meşgul etmememi söyleyerek kovmuşlardı.

Çit kapısını arkamdan çekip bahçeden çıktım. Bir kaç yere kamera bile yerleştirmiştim kim olduğunu bulabilmek için. Ama şimdiye kadar kimseyi yakalayamamıştım.

Sabah kalktığımda ilk işim kamera kayıtlarını kontrol etmek olmuştu. Yine bir şey yoktu... Canlı kameraya geçtiğimde ise bahçe kapısının önünde küçücük elleriyle portakal çiçeklerimi tutan beş, en fazla altı yaşlarında sevimli mi sevimli çiçekli tulumuyla bir kız çocuğu gördüm.

Bahçıvan malzemelerimi bile almayı unutarak hemen bu küçük hırsızın yanına koştum. Ona soracak birkaç sorum vardı.

Bahçenin önüne geldiğimde kız ile beraber taş yolda konuşan birinin olduğunu gördüm. Yoksa bu işbirlikçisi miydi?

Adımlarımı hızlandırıp yüzümde büyük bir gülümsemeyle ufak çiçek hırsızımın yanına gittim.

"Merhaba! Bunlar ne kadar güzel çiçekler böyle. Tam da benim kaybolan çiçeklerime benziyorlar, onları nereden bulduğunu öğrenebilir miyim böylece kaybolan çiçeklerimin yerini doldurabilirim." Çiçek hırsızımla göz teması kurmak için dizlerimin üzerine çökmüştüm.

"Oh, bunları mı? Şuradaki ağaçlardan aldım. Bunlar annemin en sevdiği, ben de onu ziyarete giderken bu çiçeklerden topluyorum." Elleri çiçeklerle dolu olduğu için ayağıyla bahçeyi işaret etmişti. Yaptığım imayı anlamayacak kadar küçük olduğunu biliyordum ama işbirlikçisi kesinlikle anlamıştı.

"Kızım adına çok özür dilerim, yere düşen yaprakları topladığını sandığım için bunca zaman ona izin veriyordum, ağaçlara tırmanarak toplayacağı hiç aklıma gelmemişti, lütfen affedin." Adam da dizlerinin üzerine çömelerek konuşmamıza dahil olmuştu.

Kıkırdayarak kızın başını okşadım. "Bu kadar sevimli bir hırsız olduğunu bilseydim hiç dert etmezdim. Ben Seola." El sıkışmak için elimi uzattım.

Verdiğim cevap üzerine rahatlamış görünüyordu. "Sungyeol."

Ardından küçük hırsızım bağırarak kendini tanıttı. "Yein!!"

"Yein-shi, madem annen çiçekleri bu kadar çok seviyor, çiçeklerinin solmaması onu daha mutlu ederdi değil mi? Ona küçük bir portakal ağacı hediye etmeye ne dersin eminim çok sevecektir." Sözlerimin ardından Bay Sungyeol buruk bir gülümseme ile kızına baktı.

"Hem artık ağaçlara tırmanmana da gerek kalmaz. Bu tehlikeli biliyorsun, eminim annen bunu öğrenirse çok endişelenir." Yein, düz bir suratla başını salladı.

"Onu benim için diker misin... ve ben ağaçlardan anlamadığım için onunla senin ilgilenmen gerekecek..."

"Bunu ailecek yapsanız daha güzel olmaz mı? Size nasıl yapılacağını öğretebilirim ama." İkisi de başlarını göğüslerine doğru çektiklerinde çok büyük bir pot kırdığımı anlamıştım.

"Ah, özür dilerim. Sen benden rica etmişken bunu geri çevirmek büyük kabalık. Aklım nerede? Hiç merak etme onunla senin için ilgileneceğim!" Ortamı daha da melankolik bir hale bürümemek için çaba verirken Yein birden bire boynuma sarıldı.

"Teşekkür ederim ve... çiçeklerini kopardığım için özür dilerim. Lütfen bana ağaçlara nasıl bakılacağını öğret, böylece kopardığım çiçekleri telafi edeyim." Yaşlı gözleriyle kendinden emin bir şekilde konuşuyordu.

"Seni affetmem için annenin ağacına güzel bakman yeterli olacaktır."

🌱

Yein, tanıştığımız günden itibaren kızım haline gelmişti. Annesi için mezarının yanı başına diktiğimiz ağaca gözü gibi bakmıştı. İstemeden bir çırak yetiştirmiştim. Bahçede bana yardım eder, hatta ürünlerimizin satışını bile o yapardı. Markamıza tanışmamıza sebep olan annesinin ismini vermiştik, Haera...

Haera-shi, umarım kızını güzel bir şekilde büyütebilmişimdir. Ona göz kulak olmaya devam edeceğime söz veriyorum.

wanderlust | wjsn one shotsHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin