BÖLÜM 2

278 67 17
                                    

Her son bir başlangıcı getirir beraberinde. Ölüm, bu fani dünyada son bulacağı kesin olan kısa ömrümüzün bitiş çizgisi, sonsuz olacak diğer bir hayatın ise başlama düdüğü...
Bazı insanlar için ölüm, tek bir örneği dahi olmadığı halde kabullenmek istemedikleri, kendilerine uğramayacaklarını sandıkları bir gerçek.
"Peki ya Yıldız için ölüm nedir?" diye sorduğunuzu varsayıyorum ve cevaplıyorum;
"Ölüm, ölüm dediğin nedir ki gülüm? Ben güzellik için aç kalmayı göze almışım!"
Ruhumuzun sonsuzluğa çıktığı bu yolculukta yanımıza götürmememiz gereken son iki şeydir günah ve pişmanlık. Ve ben, pişmanlığın en büyüğünü yaşıyordum.
Tüm o elimin kenarı ile ittiğim dünya güzellikleri bir film şeridi gibi gözümün önünden geçerken "Durun, gitmeyin!" diyemiyorum.
Nermin teyzenin sevdiğim için yaptığı tatlının ikinci tabağını elimin tersiyle salya-sümüğümü akıtarak geri itişim, Makbuş karşımda double double boydaki hamburgeri gömerken sırf çabuk bitmesin diye kuş gibi ufalayarak yediğim avuç içi kadar hamburgerim... Film şeridinde suçlayan gözlerle bakıyorlardı bana. Utandım, eğdim boynumu. Nereden bilebilirdim daha onlara doymadan gidebileceğimi?
Dram IMDb: 9.9 olan film şeridim beyaz ışığa doğru yaklaşırken elimi uzattım.
"Vay be! Demek o ışık gerçekmiş ha, ölünce çıkan. Görüyorum beni çağırıyor. Elveda hayat... "
"Güneş ışığı o salak, aç şu gözlerini."
Ağzımda hissettiğim suyu lamalar gibi tükürerek gözlerimi açtım.
Güneş ışığının önüne geçip tepemde dikilen iki tane Makbuş görüyordum.
"Öldüm de cehenneme mi geldim?" dediğimde karnıma vurdu.
"Hiçbir şeyi yok bunun."
Gözlerimi kapatıp açtım.
"Tek Makbuş varmış. Çok şükür hala dünyadayım." Ellerimle vücudumu yokladım. "Gerçekten ölmedim. Yaşıyorum!" sevinç içinde bağırmamla kafamdaki ağrıyı hissedip inlemem bir oldu.
"Ne oldu narin bedenime?
"Hatırlamıyor musun?"
"En son ceylan gibi sektiğini hatırlıyorum." Makbuş'un yanında durup bana gülümseyen adamı farkettim.
Yavaşça kafamı kaldırıp doğruldum.
"Hey! Bu yakışıklı da kim?"
"Seni kurtarmama yardım etti."
Adamın da anlaması için İngilizce konuşmaya başladı.
"Duvardan atlarken düşüp kafanı vurmuşsun. Seni birkaç metre taşıyabildim. En sonunda çığlık atınca imdadıma bu beyfendi yetişti."
"Heroine!" diyerek Makbuş'a sarıldım.
"Tamam, tamam." Makbuş'la birlikte adama teşekkür ettiğimizde bana olmadığı kadar adama pek bir kibardı Makbuş.
Sanki bir şey varmış da siliyormuşum gibi parmaklarımı Makbuşun ağzının kenarında dolaştırdım.
"Ne yapıyorsun?"
"Ağzının suyu akmış Makbuşum, onu siliyorum."
"Senin akmış olmasın."
"Asla!"
"Niyeymiş o?"
"İlk gördün kuralı." Gözlerini devirdi.
"Sen önce şu yüzündeki suları sil." dedi yüzümü çocuk gibi ellerinin arasına alarak. Sonra kollarını açtı etrafa dikkat çekmek için.
"Ganj Nehri?" dedi anladığımı belirten onayımı bekleyerek.
Kafamı sallayıp birkaç saniye durdum. Sonra hiddetle ayağa kalktım. "Ne? Ganj Nehri mi? Hani şu ölülerin küllerinin atıldığı aynı zamanda insanların yıkandığı göl."
Büyük bir keyifle kafasını salladı Makbuş. Hoplayarak üstümdeki suları, tükürerek de ağzımdakileri çıkarmaya çalıştığımda Makbuş kolumu cimdirdi.
"İnek yüzünden yetmedi şimdi de Ganj Nehri yüzünden mi başımızı belaya sokacaksın?" Haklıydı. Ganj Nehri de inekler gibi onlar için kutsaldı. İneğe kulak yaptım diye kaçırıldıysak bu Ganj Nehri hareketim için de olağandı.
Adama gülümseyerek eğildim ve suyu havaya attım çok eğleniyormuş gibi.
"Sizi birine benzettim." dedim. Olmayan kaslarımın belli olması için kolumu sıkıp ağzımı şişirdim. "Salman Khan?" Onay vermesi için baş parmağımı yukarı işaret parmağımı ona doğru tuttum.
Gülümsedi. "Evet, benzediğimizi söylerler. Hatta bir filminde figüranlık yaptım.
"Gerçekten mi?"
Makbuş ağzımın kenarını sildi. "Suyu akmış."
"Beynimin suyudur o. Büyük olunca suyu taşıyor tabi."
"Yok canım kafan beyinsizlikten sulanınca fazlası akmış."
Kafasına vurdum. "Üzüm üzüme baka baka kararmış o zaman."
Bizi tanımayan bir insanın arkadaş olabileceğimizi dışarıdan anlaması imkansızdı. Olsa olsa bunlar birbirlerinden haz etmeyen ama yanyana durmak mecburiyetinde olan iki insan derlerdi. Ama biz insanların ne dediğini umursamayalı çok uzun zaman olmuştu. İşte o zamandan beri daha bi mutluyduk. Biz böyle anlaşıyorsak, birbirimize kendimize olan güvenimizden daha çok güven besliyorsak diğer şeylerin ne önemi kalır ki canım?
Makbuş her zaman güçlü görünmeye çalışırdı, şimdi olduğu gibi. Ne kadar işi şakaya vursa da gözlerindeki korkuyu ve sonrasında gelen rahatlamayı görebiliyordum. Beni kaybetmekten çok korkmuş olacaktı ki on kilo fazlası olduğum halde taşımıştı.
Adının Inder olduğunu öğrendiğim beyfendi ne kadar önce hastaneye gitmemiz gerektiğini söylese de ısrarlarım sonucu önce karakola gittik. Olayı polislere anlattığımızda yüzlerindeki "yine mi?" ifadesi önce afallattı bizi. Sonrasında öğrendiğimize göre akıl hastanesi-karakol arasında gidip gelen tahtası kırık birkaç yerli, gelen turistleri böyle korkutup hiçbir şey yapmadan da geri gönderiyorlarmış. Değişik bir eğlence biçimi mi desem yoksa balatalar iyice yanmış a dostlar Hindistan yanacak mı desem, bilemedim.
Karakolda işimizi hallettikten sonra hastanenin yolunu tuttuk. Sevgili Inder, burada da peşimizden ayrılmamış, eşeğin aklına karpuz kabuğu düşürmüştü. Makbuş'u cimcirerek aklımdaki karpuz kabuğunu fısıldadım.
"Bu Inder hayırdır ya?"
"Ne hayırdır?"
"Kuyruk gibi dibimizde!"
"Alemsin Yıldız. Adam yabancısı olduğumuz yerde bize yardım ediyor. Senin kafa iyice gitmiş."
"Sen merak etme bu kafaya kolay kolay bir şey olmaz."
"Hiç öyle gibi durmuyor." diyerek sırıttı. Tekrardan kolunu cimcirince bağırdı.  "Yavaş kolum çürüdü!"

Inder dönüp baktı.
"Hindistan'a ilk gelişinin değil mi kızlar?"
"Evet." dedik bir ağızdan.
"Böyle kötü bir hadiseyi yaşamanız büyük talihsizlik. Eğer bir süre daha burada kalırsanız bu tatili güzel bir şekilde telafi edebiliriz."
"Kafamda problem yokmuş, değil mi Makbuş?"
"Olmasını tercih ederim."

Inder, bu sefer direkt bana dönüp konuştu.
"İstersen seni bir gün sete götürebilirim."
"Olamaz!" dedi Makbuş.
"Oldu bile." dedi çocuk Yıldız.
Inder adlı yabancı, küçük çocuk Yıldız'ın en sevdiği şekeri  kendisiyle gelmesi şartında verebileceğini söylüyordu. Yıldız'ın gözleri faltaşı.
Ebeveyn Makbuş telaşlı.
Inderin koluna ağzımın suyunu akıtarak tırnaklarımı geçirdim. "Gerçekten mi?"

2 APTALHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin