Yanacağını bile bile ateşe yürür müydü insan? Göz kapaklarımda iğne varmışçasına kırpmadan adım adım ilerliyordum.
Yanmak için yürüyordum. Yandıktan sonra ya küllerimden yeniden doğacaktım ya da ufacık bir rüzgar ile küllerim savrulacak ve ben tamamen yok olacaktım.
Hayatımın ortasına bir alev topu gibi düşmüşken nasıl olurdu da yanmazdım.
Kezzap içmiş gibi eriyordu ruhum. Ben sana susuyordum ve susadikca o kezzabi içiyordum. Eriyordum ama vazgeçemiyordum. Ne zaman böyle olmuştum? Gözlerini gördüğümden beri mi? Iyi de gözlerin katran karası değildi ki içime akıp beni eritsin.
Neydi peki ruhumu eriten? Aslında çok basit. Beni yok edip bitiren senin hiçbir zaman benim olmayacak oluşundu Platon. Gözlerinin derinlerine inemeyecek oluşumdu.
Karanlık bir tünelde gibiyim. Tünelin sonunda iğne deliği kadar bir ışık görüyorum. Bu ışık umut. Umut değil miydi insanı ayakta tutan? Ben de o ışığa tutunuyorum.
O kadar mecalim yok ki yürümeyi yeni öğrenmiş bir bebek gibi paytak adımlarla yürüyorum o ışığa doğru. Ya o ışığa ulaşmadan yok olacağım ya da o ışığa tutunup tünelden çıkacağım Platon.
Yalnızlığımı özgür bırakıp sana gelmek istiyorum. Çok olmadı seni göreli ama yüzüme bakan seni görebilir belki. Düşün o kadar karıştın bana. Mübalağa yok inan bana tüm bunlar gerçek.
Bu sana yazdığım defterin ilk sayfası. Bazen mektup gibi bazen günlük gibi ama en çok da seninle konuşuyor gibi yazacağım bu deftere. Sana dair ne varsa bende, yapabildiğim kadar sereceğim satırlara.
Sana sevdalı, ateşlere yürüyen Platoniğin.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kalbimin Feryadı
ChickLitFısıldıyor... Esen rüzgar, öten kuşlar, çalan şarkılar, söylenen sözler, gök yüzündeki yıldızlar, yüzüme vuran güneş; Ruhuma, kalbime, tüm benliğime seni fısıldıyor. Ruhum, kalbim adını haykırıyor. Sessiz çığlığımı duyuyor musun? Sana olan özle...