Yanlışımız dezavanjlarıyla bize geri iade edilebilirdi. Seçimler sunulduğunda doğru yerine yanlışı tercih etmek kişiye mahsustu. Sonucunu bildiği halde kötü taraf olmak insanlar yüzünden değil, kendi kendimize cebelleşip en adi kararın doğruluğunu tüm kalbimizle sanarak ona inanmaktı. Yanlışı, doğru farz edip hedefimiz haline getirmek şartların uygunluğuyla bağdaştırılırsada doğruyu çoktandır elimizin tersiyle tepmişiz demektir. Yanlış, yanlıştır. Gerisi veya ilerisinin varlığının mümkünatı olamaz. İnsan yanlışı biliyorsa doğruluk işine ters düştüğü için kendini kandırarak yanlışı iyi yola gidilecek bir soyut kavramca kabullenir. Ne tuhaftır da kendimizi kandırabiliyoruz. Yanlışı benimsediysek ya sonrası? Sonuç hiçbir zaman zarfında iyiye yönelik çağrışımlar arz edemez. Mükafatı vardır ve insanlar -bizler- muhakkak öderler; canı, malı pahasına. Oysa yanlış olunduğu takdirde, sonucu bilirken yine ve yine yanlışla barışık kalmak akıl ötesiydi. Bireyler için anlaşılamaz düşüncelerdi.
Demir parmaklıkların içerisinde şahısta yanlışı seçerek sonuç itibariyle bedelini ödeyecekti.
"İnatçı olduğunu daha önce düşünseydim be." diyerek ellerini parmaklara sarmaladı.
"Geç kaldın ya." diyerek dışardan aciz göründüğüne sevinircesine dudak kıvırıyordum.
"Anlamayacak mısın?" diye bezgince soru yönelttiğinde kanarak aldanmayacaktım.
Teneffüs zili çaldığında arkadaşıyla vedalaşmıştı. Yolda yürürken yanına varır varmaz polis arabasıyla karşılaşmıştık. Karakolda tüm yaşanılanları anlatmıştım, o da konuştu ama inanmamıştım. Beni tutsak tuttuğunda ve arabayı okula getirdiğinde amacının ne olduğunu sormuştum. Üstünde durmaması belanın içine düştüğünün alametiydi. Arabamı parkta bırakıp markete gittiğimde birkaç kişi oralarda saklanıp beni bekliyorlarmış. O ise tesadüfen gördükleriyle bana yardım etmek istiyormuş. Güzellikten anlamacağımı bildiğinden markette tutup bekletmiş, ardından beni serbest bırakıp kendi arabasıymış gibi arabama binmiş. Bu çocuğun aklındaki kurgularına hayran kalmıştım. Dediklerine ne ben ne de polisler inanmıştı. Asıl maksadını söylememesiyle bugün bana yaptıklarıyla hapis cezası almıştı. Sonuç itibariyle parmaklıkların ardındaydı ve hapis cezası kesinleştiğinde ceza evine alınacaktı.
Polislerden izni kopararak kısa görüşmemi kırmayıp yerine getirmişlerdi.
Hâlâ da ifadimizdeki doğru olduğunu savunarak söylediklerine kanmamı bekliyordu.
"Daha önceden söyleseydin belki." dedim yüzüne karşı. "Fakat buraya düştüğün korkusuyla diyorsan yalanına 5 yaşındaki çocuk gibi yemezler."
Gözlerini tavana dikerek derin bir 'off' ile karışık nefesini dışarı vermesiyle geriye doğru adımlarından yatağına ulaştırıp oturmuştu.
"İyiliğim içimde kalsın dedim anlasana." derken 'hı hı' mırıltıları ağzımdan dökülürken sinir olacaktı ki, "Buna maruz kaldın, üzgünüm tamam mı? Bir daha karşına çıkmayacağımı düşünürken ne kadar sorumsuz davrandığıma yakınır oldum." dedi.
"Çıkarın için yanlışı tercih etmen seni bu hale getirdi." dedim sinirle söylediklerini es geçerek.
"Sen sabır ver Yarabbi!" diye el açarak yukarıya çevirdi bakışlarını. Gülünç duruma gülmemek elde değildi. Ellerini yüzüne sürerek dizlerinin üstüne koydu. Nefesini bir kez daha verdi. Siniri geçmiş ifadesiyle gözlerini bende kitledi.
"Sabır geldiğine göre sabırlı olmalısın şimdi."
"Beni buraya tıkadığın yetmezmiş gibi dalganı en azından geçme. Niye burdasın sen daha?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Solmayan Güneş
SpiritualBir tutam mutluluk diledi, mutlu oldu. Bir tutam sevgi istedi; sevdi, sevildi. Biraz huzur olsa bari dedi, kalbi huzurla alevlendi. Dünya ne de güzel; sürekli yaşasam, ölümsüz olabilsem, hayatımı en güzel şekilde yaşasam dedi... Ve... Mutluluk bitti...