Kısa sürelik baş ağrımın verdiği dalgınlığımdan filenin bulunduğu benim tarafıma atılan toptan bir haber sayıyı karşıdaki takım almıştı. Takım arkadaşlarımın kızgın bakışlarına maruz kalsamda sadece bir oyundan ibaret olduğu için pek üstünde durmadım.
"Senin aklın nerde acaba?" diyen kıza ve arkadaşlarıma geçiştirmelik bir yanıtlama sunmalıydım.
"Bir an başım döndü. İyiyim ama."
"O halde topu almaya gidebilirsin." diyerek bana sataşsada uğraşmaya değmediğinden onaylayarak etrafta gözükmeyen topu aramaya koyuldum.
Okulun bahçesi genişlik bakımından öğrenciler avantajlıydı. Futbol ve voleybol sahaları kolaylıkla sığıyordu. Duvar kenarları ağaçlarla donatılması gölgeliğede yansıtıyordu. Yeşillerle dolu okul bahçemiz benim en sevdiğim yanıydı.
Voleybol topunu nereye düştüğünü bilmesemde sert bir vuruş çekmişlerdi. Biraz daha ilerlediğimde benden 30-35 metre uzaklıktaki ağacın altındaki bankta oturan bir çocuğun ayağının dibindeki topu gördüm. Oraya gideceğime seslenip topu fırlatması en iyisiydi. Zira yorulmuştum ve açıklıktan dolayı güneşte oynadığım yetmezmiş gibi yine ışınlarına maruz kalmaktan sakınmalıydım.
Birkaç adımda durdum. Sesleneceğim sırada elinde kitap okuduğunu kavradığımda aralanan ağzımı kapattım. Çünkü ben ve arkadaşımın azda olsa dikkatimizi çeken çocuktu. Çoktandır kitap okuyordu belkide ama onu son bir haftada keşfetmiştik. Elinde sürekli dışı işlemeli, çeşitli figürlerle yazılmış cep kadar küçüklüğündeki kalın kitabı gördüğümden beri başını üzerinden kaldırmıyordu. Eğer okumayı çok seviyorsa o küçük kitabı bir günde bitirme ihtimali vardı ama sürekli o dışı işlemeli kitapla bütünleşmişti. Defalarca okuduğu su geçirmez bir gerçekti. Okul bahçesinde sessizliği yakalamış köşede o kitabı okuyordu yine. İlgimizi üstüne toplaması bundandı. Merak ettim doğrusu, o kitabı, içinde ne yazılanları. Çocuğu tanımadığım için sormaksa ahmaklıktı.
"Ne bekliyorsun topu getirde şu oyunu bitirek!" Arkamdaki başka bir kızın bağırtısıyla düşüncelerimden sıyrıldım.
Hâlâ okuyup ayaklarının yanında bulunan çocuk kendini bu dünyadan soyutlaşmıştı. Dünyayla bağlantısını sağlamalıydım.
"Hey!" diyerek elimi havada sallayıp beni duymasını umut ettim. Başını kitaptan kaldırır kaldırmaz dünyaya hoşgeldin demek isterdim ki içime attım. "Ricam etsem topu bana atar mısın?"
Sadece sıradan hatta gözlerime odaklanmayacak bir bakışla ayağıyla topa tekme atıp okuduğu kitaba tekrar döndü. Okuyor olması onu kültürlü yapacağını düşünmüştüm fakat insancıl özellikte kibarlık göstermemişti. Galiba konuşmamı da sinek vızıltısı varsaymıştı. Tek laf etmeden ayağıyla topu benim tarafıma yavaşça vurmuştu. Dış görünüşe aldanmamalıydım, kabaydı.
Tepkisi karşısında şaşırdım doğrusu. Arkamdaki kahkaha ve dalga geçilme tınıları kulağıma vardığında hem çocuğun bu davranışı hem de onun tutumu yüzünden beni izleyen oyun arkadaşlarımın alayları söz konusu olmam sinirlendirmişti.
Derin bir iç çekişle on metre kadar yuvarlanıp duran topa koştum.
"Teşekkürler." diye abartıyla çocuğun duymasını umarak elimdeki topla voleybol sahasına ulaştığımda her bir ağızdan bir şeyler çıkıyordu.
"Çoçuğun senin gibi bir kızı takmaması ne kötü."
"İşte böyle yaparlar adamı, özellikle seni."
"Kısacası dengim değilsin, seninle diyaloga bile giremem diyor."
Kızgınlığım dolayısıyla kendimi savunmaya dahi geçmeden gülmeleri ve laf atmalarına susun diyerek uyarıda bulundum. Gerisi zaten kötü geçti. Karşı taraf kazandı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Solmayan Güneş
SpiritualBir tutam mutluluk diledi, mutlu oldu. Bir tutam sevgi istedi; sevdi, sevildi. Biraz huzur olsa bari dedi, kalbi huzurla alevlendi. Dünya ne de güzel; sürekli yaşasam, ölümsüz olabilsem, hayatımı en güzel şekilde yaşasam dedi... Ve... Mutluluk bitti...