"Bilgesu?"
Adı gibi pahalı bir fiyatı yerine ucuzluğuyla nam salmış bozuk kişilikliydi. Bir zamanların can yakanı, yürek eriteni şimdi adam toplamakla bedenini satıyordu. Şimdi nefret bakışlar ona çevriliyordu, korkulu gözler ondan sakınıyordu, hayatını okuyan tiksintiyle ondan uzaklaşıyordu. Çok değişmişti. Masum kızdan aklının çelmesiyle sapıp bunu zevkmiş gibi gurur duyuyordu. Yüzsüzdü; kovsan gitmez, koluna yapıştı mı bırakmazdı. Cesaretiyle yanaşılması zor, imkansız şahsiyetiyle yukarıdan bakmayı huy edinmişse de hakkında bildiklerim ondan korkup kaçacağım anlamı taşımıyordu.
Mimiklerindeki küçümseyici kıvrılmış dudakları ve kısılmış mavi gözleriyle beni tekrardan baştan aşağı süzdü. "Işıl mı demem gerekiyor?"
"Hayır." dedim sahte gülümsememle. "Beni buraya çağırdığın için özür dilemen yeterli."
Kızıl saçlarını kafede ona dönen yüzlere hava katsın imajıyla arkasına savurup tiz kahkahasını kulaklarımda yankılattı. Kıvrımlı dudaklarını ve özenle dizilmiş dişlerinin kusursuzluğunu ilan etsede bu kızdan iğreniyordum. Taburesindeki elini masaya yaslayıp ciddi tavrına döndü.
Meyve suyundan pipet aracılığıyla yudumlarken varlığını katlanamazken ağır çekimdeki davranışları çileden çıkmama yeterdi. "Laflarını sana hatırlatacağım. Ayaklarıma kapanıp özür dilemelerini pardon, yalvarmalarını bolca göreceğimden emin olabilirsin."
Hangi akla hizmet ediyordu bu şeytan? Yumruklarımı, tırnaklarımı etime batıracak düzeyde sıkmıştım. "Kes sesini!" diye tısladım.
"Bana emir vermeye kalkışma!"
"Köpek gibi istekleri yerine getirdiğine göre emir almaya alışıksındır." Onu ezmek, rezil etmek, sahip olduklarımdan benden nefret edipte elinden bir şey gelmemesini istiyordum. Acımasız değildim, o bunları daha fazlasını hakediyordu yaptığı çirkin işlerden sonra.
Koluyla masadaki meyve suyu ve tepsiyi iteklediğinde küçük cam tepsinin kırılıp cam parçalara ayrılmasıyla dikkatler dağılmış üstümüzdeydi. Dişlerinin gıcırdamasıyla öfkeyle köpüren gözlerinin odağıydım.
"Seni bu cam parçaları gibi paramparça edeceğim. Acıyla yaşayacaksın, yalnızlığa mahkum kalacaksın, sevdiklerinle sana acıyı tattıracağım." dedi tehditlerini savururken zerre korkaklık edip gözlerimi kaçırmadan onun maviliklerine dikerep meydan okuyordum. Yürüyüp giderken aldırmadığımı ifade ettiğimden suskunlukla ne diyor bu ya, der gibi arkasından onu izlemiştim. Bir an yürümeyi kesti. Bedenini çevirmeden omzundan bakış atarak devam etti. "Tunç'u geri kazanacağım."
Hah diye güldüğümde, "Özel güçlerinle tüm dünyaya hüküm sürüp onu kendine itaat ettirsende imkansız." dedim. Ne sanıyordu bu şeytan kendini? Utanmadan arzularını bildirirken birkez yüzsüzlükte sınır tanısaydı.
Ceren'i ne ile korkuttuğundan haberdar olamazdım. Ona dokunmuş tehditleriyle gözünü korkutmayı başarmıştı ve bana, 'Bilgesu senle görüşmek istiyor, konuşacakları varmış.' dese şeytan görsün yüzünü diyerek asla kabul etmezdim. Hemen attığı konumda bulunmam için ise Tunç'u bahane etmişti. Soracağı hesapta Bilgesu'nun ileri sürdüğü sebebi merak etmiştim. Sonuçta Bilgesu ile aynı ortamda eziyet çekermişçesine kalmıştım. Beni çağırmasındaki altında yatanları açığa vuracağıydı. Güya buna göre hareket edeceğimi ima ediyordu. Savaş açtığını sanıyorsa yanılıyordu, savaş ihtiyacımın dışındaydı ve kazanan her zaman ben iken.
Buraya gelmemdeki amaç Tunç'u kazanmak için meydanlarda olacağını kas etmişti ve bir kum tanesiyle boy ölçüşecek kıvamda olamazdı gözümde.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Solmayan Güneş
SpiritualBir tutam mutluluk diledi, mutlu oldu. Bir tutam sevgi istedi; sevdi, sevildi. Biraz huzur olsa bari dedi, kalbi huzurla alevlendi. Dünya ne de güzel; sürekli yaşasam, ölümsüz olabilsem, hayatımı en güzel şekilde yaşasam dedi... Ve... Mutluluk bitti...