• To Gorgonize;
To have a paralyzing or mesmerizing effect on; Stupefy, Petrify.-
Jeon Jungkook, hatırlamakta güçlük çektiği rüyasından uyandığında ter içindeydi. Uykusunda sık sık dönüp durduğundan üzerindeki tişört yamulmuş, genç çocuğun belini ve sırtının bir kısmını açıkta bırakmıştı. Yastığı görüş alanında değildi ve yorganı ters dönmüş bir haldeydi. Annesi olsa onu çoktan azarlamaya başlamıştı bile, Jungkook düşünmeden edemedi kadının yüzünü. Çatık kaşları ile genç çocuğun yüzüne bakar, hızlı hızlı konuşur, diklenirdi kendisine. Jungkook ise sadece sessizce onu dinler, her şeye başını sallar ve en sonunda da onun gönlünü almak için ev işlerinde yardım ederdi.
Aslına bakacak olursanız bu genç adamın annesinin gönlünü almasına sebebiyet verecek bir şey yoktu ortada. Ya da olaylardan bihaber birisinin, çocuğun ve kadının hayatını dışarıdan öylesine süzdüğünde görebileceği bir sebep değildi bu en azından. Kadın, biricik yavrusuna sinirle hitap ederdi hep, endişedendi bu. Biliyordu yakında göçüp gideceğini. Kendisi olmasaydı canından çok sevdiği oğlu ne yapardı?
Jungkook uyanmak istememişti. Uyurken çok daha iyi vakit geçiriyordu, bu, söylemesi oldukça üzücü bir şey olsa da doğruydu. Uykudan uyanmak Jungkook için bir kabusun yer değiştirmiş haliydi. Kötü bir kabustan uyandığınızda her şeyin sadece bir rüya olduğunu fark eder, yorganınızın altında gerçek dünyanın verdiği güven duygusunu tadardınız. Ancak Jungkook bunun tam tersini tecrübe ediyordu.
Gözlerini her açtığında, kötü bir kabustan uyanmak yerine, kötü bir kabusa, gerçek hayata uyanıyordu ne de olsa.
Gözlerini ovuşturdu bir süre, daha sonra komodininin üzerindeki saatin bulanık bir edayla yanıp sönen kırmızı rakamlarını okumaya çabaladı. Ne kadar uğraştıysa da rakamları bir türlü okuyamamıştı, yine olmadık bir saatte uyuya kalmıştı herhalde. Akşam yemeğinden sonra üzerine çöken uyku, genç adam kendini yatağa attığında var gücüyle ortaya çıkmıştı.
Gecenin ortasında uykudan uyanmanın getirdiği saflık ile tuvalete gitmek yerine az kalsın odasını terk eden Jungkook, derin bir iç çekerek gözlerinin kararmasının geçmesini beklemeye koyuldu. Yanında duran sandalyeye tüm yorgunluğuyla tutundu genç adam. Sessizde olan telefonunun ekranı aydınlanmış, ekrandaki yazılar gelen bir arama olduğunu göstermişti. Ancak Jungkook gelen aramayı açmadı. Onun yerine odanın bir köşesinde dikilmeye devam etti. Arama bitene dek de oradan kıpırdamamıştı. Telefon ekranının yaydığı güçsüz ışık, genç adamın darmadağın odasını aydınlatmaya yetmişti bile. Ve gördüğü manzara ona bir kez daha hayatının ne kadar rayların dışında olduğunu hatırlatmıştı. Elinde değildi, olup bitenlerden sonra kendisini toparlamak sandığından zor olmuştu, yine de çabalamaktan başka bir isteği yoktu.
O gece Jungkook, ufak şekerlemesinden uyandığında göğüs kafesinde bir sıkışıklık hissetmişti. O tanıdık kaygı hissi, belini ve yukarısını acımasız bir edayla yutmuş, kendi kötü emellerine dahil etmişti. Ve genç adam midesindeki kelebekleri hissettiği her saniye gözlerini kapatarak ona kadar saydı, ancak nafile. Her şey yolundaydı. Her şey olması gerektiği gibiydi. Odasında, insanlardan, gürültüden uzakta, güvendeydi. O halde neden sanki önemli bir şeyi unutmuşcasına kaygılıydı?
Telefonu tekrar çalmaya başladı, bu kez ilginç bir şekilde zil sesini duyabiliyordu. Oldukça gürültülüydü üstelik.
Vücudunu basan ateş genç adamın mantıklı düşünmesini engelliyordu. Jungkook ne olduğunu çok iyi biliyordu, bu his oldukça tanıdıktı. Stresinden kaynaklanan ufak panik atağının yanında getirdiği kalp sıkışıklığı ve baş dönmesi çocuğu daha da korkutuyor, sanki yeterince stres altında değilmiş gibi, kendisini bırakmayacağını belli ederek çocuğun boğazına yapışıyordu.
