*Doruk’un ağzından
Tek yapmam gereken sakin olmak.
İnsanların, diğer insanlara olan yargılarından nefret ediyorum. Onu tanımadan, onunla konuşmadan o kişi hakkında yorum yapmalarından nefret ediyorum. Bilge’ye –kardeşi- yaptıklarından nefret ediyorum.
Her şey daha farklı olsun diye Bilge ile okulumuzu değiştirdik. İstanbul’dan buraya gelmek pek akıllıca değildi belki ama farklı bir yer Bilge’ye ve bana iyi geleceğini düşündüm.
Ayrıca önümde oturan kızında Bilge’den pek bir farkı olduğunu göremedim. Yani ikiside dışlanan iki kız. Aslında dışarıdan bakınca ikisinin görünüşleri tam zıtları. Ama ikisininde içindeki sıkıntının aynı olduğunu hissedebiliyorum.
*Ayça’nın ağzından
Yeni gelen çocuğun yani Doruk’un gözlerini üzerimde hissediyorum. Neden bilmiyorum, ama öyle hissediyorum.
Sıraya doğru eğildim ve kafamı sıranın üzerine koydum. Çok uykum var.
Tenefüs zili çaldığında hemen, neredeyse koşarcasına koridora çıktım ve öğrencilerin arasına daldım. Mümkün olduğunca göz önünde olmamaya çalışıyorum.
Onları umursamıyorum ama insanın yinede içi cız etmiyor değil.
Dolabıma vardığımda dolabımda bir gariplik fark ettim. Ama ne olduğunu çözemedim.
Etrafa göz attım. Arka çaprazımda Doruk duruyordu o da etrafa göz atmakla meşguldü. Yine birkaç saniye göz göze geldik. Gerildim. Hemen kafamı çevirdim ve kaşlarımı çattım.
Dolabımı açtığımda, içinde tuvalet kağıtlarının üzerine ‘şişko’, ‘paçoz’, ‘çirkin’, ‘iğrenç’ vb. şeyler yazdığını gördüm. Gözlerimden birkaç gözyaşı düştü. Elimin tersiyle hemen sildim ve kafamı kaldırdım. Sonra fark ettim. Dolabımın içi iğrenç kokuyordu. Ne olduğunu düşünmek bile istemiyorum. Elimi burnumua doğru götürdüm ve burnumu tıkadım. Öğürüyormuş gibi ses çıkarttım. Herkes gülmeye başladı.
“Paçoz’a yakışan dolap bu budur!” diye birisinin bağırdığını duydum ve birkaç saniye sonra dolaba çarpan birşeyin sesini duydum, kafamı çevirdim. Doruk, bir eliyle çocuğun yakasından tutuyordu diğer eliyle yüzüne yumruk atıyordu. Gözlerim pörtlemişti ve ağzım açık kalmıştı.
“Özür dile!”… “Özür dilemezsen, daha kötü olur!” diye bağırdığını duydum. Çocuk kafasını yavaş yavaş bana çevirdi ve:
“Özür dilerim!... Oldu mu?” dedi tükürürcesine. Doruk:
“Bir daha böyle bir şey olursa…” dedi ve birkaç saniye gözlerini çocuğun üzerine dikti. Çocuğun kulağına eğilip:
“ Kendini öldün bilsen iyi edersin!” diye tısladı.
Koridorun sonunda Buğra’nın gözlerinin fal taşı gibi açıldığını gördüm. Bir bana bir Doruk’a bakıyordu.
Doruk, çocuğu bıraktıktan sonra benim olduğum tarafa döndü, bana baktı ve benim olduğum yöne doğru yürümeye başladı. O, yanıma varmadan dolabımın kapısını kapatıp tuvalete koştum.
Gözyaşlarıma hakim olamıyordum.
Az önce ne olmuştu? Doruk, beni korudu. Üstelik beni tanımıyor bile. Beni savunması iyi birşeydi. Ama sonsuza dek beni koruyan biri -olmayacak. Ben başımın çaresine bakabilirim. Kimse bana karışamaz. Amacı, beni korumak olsa bile. Ben güçlü biriyim.