Gerekli her şeyin tam olduğuna emin olduktan sonra güçsüzlüğümden dolayı kendimi biraz zorlayarak bavulun fermuarını çektim. Bir taksi çağırıp beklemeye başladım. Havaalanına gelene kadar bu şehri özleyeceğimin farkındalığıyla gözlerimle tüm şehri taradım. Ah, hoşçakal Manchester...
" Allison Brown, Allison Brown. 44 numaralı uçağa bekleniyorsunuz. Tekrar ediyorum -- "
Gelen bildirime içimden kufrederken bir yandan da bavullarımı çekiştiriyordum. İnsanlar bu durumda anlayışlı davranıp kilometrelik insan kuyruğundan ilk başa geçmemi sağladılar. İşlemleri hemen halledip bavullarımı bıraktım. Aceleyle uçağa yetişmek için koşarken, büfedeki çikolata gözüme takıldı. Beynimde şöyle düşünceler dönüyordu:
"Çikolata mı uçak mı, çikolata mı uçak mı, çikolata mı uçak mı? Hadi bir karar ver." Bu düşüncelere eşlik eden ikisi arasında dönen kafam da çikolata delisi olduğumun bir kanıtıydı. Hadi ama! Tabii ki çikolata. Bugün bir çok kez yaptığım şeyi yapıp; koştum ve çikolatayı okutması için resmen çocuğun gözüne soktum. Paramı cüzdandan çıkarırken, uçağı kaçırmamak için dua ediyordum. Çocuğa 2 katikatını verdiğim için konuşmaması için "Üstü kalsın" dedim.
Uçakta yerimi ararken Eleanor'un beni gelmesi için işaret yapan elini görünce yerimi bir nevi bulmuş oldum. Resmen bakışlarıyla "Nerde kaldın?" diyordu. Üzgünüm diyerek yanının boş olup olmadığını sordum. İstediğim cevabı alınca benim olamayan yerime yerleştim. İşte şu kural bozan tavırlarıma aşığım.
Yolu yarılmıştık ve ben artık çikolatamın Çantamda olduğunu yeni hatırlıyorum! Sadece çay, kahve ve suyun servis edildiği uçakta bir çikolatamın olması büyük avantajdı. Dinlediğim şarkının melodisine uygun bir şekilde çikolatamı çıkarınca bunu görmüş olan biricik arkadaşım konuşmaya başladı. Onu kulaklık sayesinde duymadığımı anlayınca beni dürttü ve kulaklıklarımı çıkarmamı sağladı. " Bu da ne böyle? Londra'ya gidiyoruz ve sen koskoca bir çikolatayı tek başına mı yiyorsun?!" Bunları duyunca somurtmaya başladım. "Londra'yla ne alaka ki ? " dediğim anda pis pis sırıtmaya başladı. "Koca bir çikolatayı kendi başına yiyemezsin, bana da ver azıcık" diyerek çikolatama çullandı. "Çok cadısın sen." Diyerek ikiye ayırdım.
Uçaktan indiğimde tarif edemiyceğim derecede rahatlatıcı bir rüzgar vardı. Eleanor'un peşinden gittim. İri yarı şöför Range Rover'ın kapısını açtı. Her tarafın siyah cam olması arabanın ya Louis'e ait olduğunu ya da bizim için yaptırıldığını gösteriyordu. Otoparktan çıktıktan sonra El için gelen hayran topluluğunu gördüğümde siyah camların neden yaptırıldığını anlamış oldum. Yolda hem Eleanor'la sohbet edip, hem de Londra'ya hayranlıkla baktım. Oh, Tanrım! Bir villaya geldiğimizde Eleanor'un özlem ve sevinç çığlıklarından bu büyük villanın Louis'e ait olduğunu farketmem çok uzun sürmedi. Eleanor eşyalarını unutarak villanın kapısında bekleyen Louis'e koştu ve sarıldı. Aslına bakarsanız bence Eleanor bavullarını bana taşıttırmak için unutmuş gibi yaptı. Şöföre Eleanor'un bavullarını getirmesini rica edip arabadan indim ve sarılmalarını ve şeyi-sanırım söyleyemiyeceğim- kesmemek adına ağır adımlarla Louis'in yanına vardım. Tokalaştık ve içeri geçtik. Büyük ama bir o kadar da spor olan salondaki rahat koltuklarına yayıldık. Louis "Yoruldunuz mu? Aç mısınız? Eleanor seni bezdirdi mi yoksa?" diye ard arda 3 soru yağdırdı. Bu durumda ard arda cevaplamalıyım öyle değil mi? Aslında evet yorgunum. Eleanor çikolatamın yarısını yemeseydi aç olmayacaktım, ayrıca sen neden Eleanor seni bezdirdi mi, diye sordun?" Ortalığı karıştırmak arada iyiydir. "Hiç öylesine sordum." diye bir şeyler gevelediğinde yaşasın kötülük gibi şeyler geçiriyordum içimden. Şöför Eleanor'un bavullarını yukarı taşımayı bitirdiğinde gideceğini haber verdi. "Hey, Allison'un bavulları nerede?" dediğinde adam Louis'e bön bön bakmayı sürdürdüğünde ortamın gerildiğine farkederek söze atladım: "Arabada kalsın, zaten birazdan otele gideceğim Louis." dedim. "Burada kalacaksın, Eleanor yoksa söylemedin mi?" dediğinde Ellie ve ben şöföre katılarak Louis'e bön bön baktık. Bence bu bön bön bakanlar bir grup olmalı. Sinir etmede çok iyiler sanırım. Bunu nerden biliyorum derseniz; Louis'in yüzüne bakmanız yeterli Artık şu bön bakma işini sonlandırıp ayağa kalktım."Ben otele gidiyorum, mesaj atarsınız akşam bir barda görüşürüz" diyerek el salladım. "Ya seni Brit Awards'da sahne arkasına kadar götürsem?" İşte bu teklif kaçınılmazdı!