Nick'in kaçtığı günün akşamında babam beni yemeğe çağırdı. Sabah telefonumdaki mesajı fark etmedi. Sadece bana neler yaptığımızı sordu, ardından kızmayacağını belirtti. Ben de olabildiği kadar anlattım ona. Dilim ne kadarına vardıysa.
Sakince dinleyip odamdan çıktı. Derin bir nefes verdiğimi hatırlıyorum. O gün boyunca ise Nick'in yerine gelen Frost ve herkesin 'Psylocke' dediği mor kostümlü kadınla çalıştım. Psylocke bana kılıç kullanmanın temellerini öğretti. Frost ise telepatimi nasıl daha kuvvetli kullanabileceğimi.
İkisi de iyi öğretmenlerdi. Ancak ben Nick'in eksikliğini bir günde hissetmiştim. Belki sadece bir kaç gün beraber olduk. Yine de zihnini tamamen görmüş olmam, sanki onunla yıllar geçirmişim hissiyatını güçlü şekilde vermişti.
Onunla sanki yıllardır tanışıyormuş gibi hissediyorum. Hala ve hala, özlemini çekiyorum. Çok fazla bir gün olmadı, belki bir haftaya yeni varmıştır onsuz kardeşlikte geçirdiğim günler. Fakat bir saniye bile özlemek için büyük bir zamandır. Bunu, Nick'ten önce, kardeşimde anlamıştım.
Neyse... Babam beni akşam yemek için normal yemek yediğimiz yemekhane benzeri yerin dışında bir yere çağırdı. Ben de kabul etmemek gibi bir şansım olmadığını düşündüğüm için zevkle kabul edeceğimi söylemiştim.
Psylocke'un beni koridorlardan ve merdivenler maratonundan geçirdikten sonra kendimi dar ama uzun bir odada buldum.
Odayı aydınlatan şeyler, odanın ortasındaki oval şekilli ahşap masanın tepesindeki avize ve de masanın yanındaki şömine idi.
Kapıdan girdikten sonra, giydiğim siyah askılı ve dekolteli elbisem ile beraber masaya doğru yürüdüm. Masaya yaklaştıkça babamın oval masanın ucunda oturduğunu fark ettim. Şöminenin olduğu tarafta ise yeşil saçlı bir kız oturuyordu.
Dirseklerini masaya koymuş olan babam, eliyle masadaki tek boş sandalyeyi gösterdi. "Otur kızım," dedi nazikçe.
Elbisemin kısa eteğini düzelterek ahşap sandalyeye oturdum ve dikkatlice babama baktım. Başımı eğerek selam verdim adama. Ardından kafamı karşıya çevirdim ve yeşil saçlı kıza da selam verdim.
Kimdi? Hiçbir fikrim yoktu. O an öğrenecektim. Pek de heyecanlı değildim aslında. Sadece yiyeceğim yemeklerin normalden daha özenli olmasını bekliyordum. Bir de bana yanaşmaya çalışan ama babam yüzünden yalnızca gözleriyle beni süzebilen onca bakıştan kurtulmuştum.
Ben karşımdaki kıza baktım. O da bana baktı. Göz ucuyla baktığımda babam da ikimize bakıyordu. Adamın yüzünde tatlı ve minik bir gülümseme vardı.
"Sizi, Wanda'nın ilk geldiği gün tanıştırmak istemedim. Aradan bir süre geçmesini bekledim. Bu akşam sizi tanıştırmaya karar verdim sabahın ilk ışıklarında. O yüzden hadi tanışın."
Elini bana doğru kaldırdı. "Wanda Lensherr, Lorna Lensherr ile tanış." Elini karşımdaki kıza yöneltti. "Lorna Lensherr, Wanda Lensherr ile tanış."
İkimiz de şaşırdık. Kafamızı çevirdik ve babamıza baktık. Lorna sessiz kalsa da ben sormadan edemedim. "Üçüncü bir kardeşim mi var?"
O sırada Lorna bana döndü. "Senden başka kardeşim mi var?"
"Pietro... ancak onu kaybettik," diyerek sessizce kestirip attım kızın lafını. Babamız ise bize gülümseyerek bakıyordu.
"Evet. Sizler kardeşsiniz. Üvey kardeşsiniz. Ancak bu aranızda oluşturacağınız kardeşlik bağını baltalamasın. Lorna tek başına, zor bir hayat geçirdi. Onu bulduğumda yıpranmış ve tükenmiş bir haldeydi."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kırık -- Wanda Maximoff || Aranea #1.1
Fanfiction"Arenea Evreninde olmakta olan, "İnanılmaz," isimli kurgunun sonrasında geçmektedir. Kitabı okumayanlar için Spoiler içerebilir." Wanda, Avengers ile yaşadığı macerayı, Peter Parker ile olan ilişkisini büyük bir trajedi sonrasında bitirmişti. Onun...