Kıyafetlerimi temizletip, duşumu aldığıma göre artık dışarı çıkma vakti gelmişti. İlk düşüncem şehir merkezine çıkıp bir şeyler hatırlamaya çalışmak olacaktı. Ne ile karşılaşacağım konusunda bir fikrim olmasa da bir şeylerle karşılaşmak hiçbir şey bilmemekten iyidir diye düşündüm ve telefonumu da ödünç aldığım şarj aletiyle biraz doldurduktan sonra dışarı çıktım. Şehir oldukça kalabalıktı, herkesin bir yerlere acelesi olduğu belliydi. Acaba benim acelem var mıydı? Yetişmem gereken bir yer, beni bekleyen veya kurtarmam gereken insanlar. Bunlar bir süre daha soru işareti olarak kalacaktı sanırım belirsizlikle dolu hayatımda.
Köşe başlarında bekleyen dilenciler gibi dolaşıyordum şehirde. Ne yapacağımı, ne yapmam gerektiğini, ne zaman yapmam gerektiğini düşünürken 3 günün sonunda telefonu çıkarıp tekrar o numarayı aramayı denedim. Uzun uzun çaldı, açan olmadı. Bir çağrı merkezindeki operatöre bağlanmayı bekleyen bir insan gibi tam ümitsizliğe düşerken numara beni meşgule attı. Bu ne iyi bir haberdi ne de kötü çünkü hayatımın bu anlamsız aşamasında neye sevinebileceğimi bilmiyordum, telefonun karşısındaki dostum veya düşmanım henüz ölmemişti ama yine de bağlantı kurabileceğim tek yol da buydu. O sırada telefonuma bir mesaj geldi malum numaradan.
"?"
Heyecanlanmıştım. Hemen aramalı mıydım? Yoksa beklemeli mi bilemiyordum. Tuvalete beni o şekilde bırakan ve numarayı yazan şahsiyetin ne kadar iyi bir insan olabileceği muammaydı. Ama o numarayı bayılmadan önce benim yazmış olabilme ihtimalim geldi aklıma. Cevap vermek sanırım en doğrusuydu bana bir ipucu verebilirdi bu numaranın karşısındaki adam veya kadın.
"!"
Gönderdim. Küçük bir çocuğun bozuk para atıp sakız beklemesi gibi bekledim yeni mesajı. Ve sakızın demire çarpma sesi gelmişti, yüzümde gülümse ve çaresizlik arası bir ifadeyle hızlı bir şekilde açtım demir kapağı ve sakızı aldım, sadece bir adres göndermişti kısa mesajda. Şimdi iyi düşünmeliydim telefonun karşısındaki adama güvenmeli miydim? Belki de o benzinlikte yarım kalan işi tamamlamak istiyordu. Doğruca pansiyona gittim, sessiz, sakin ve derince düşünmeliydim. 7-8 adımlık odamda kaç kere sağa ve sola yürüdüm bilmiyorum. Son kararım bir şey yapmak hiçbir şey yapmayıp kadere bırakmaktan iyidir mantığıyla o adrese gitmekti. Böylece yanlış bir karar vermişsem bile suçu kaderimde değil kendimde arayacaktım ve bence en doğrusu da buydu.
Gittikçe daha da kötü kokan kıyafetlerimle lobiye indim ve resepsiyon görevlisine adresi sordum. Çok yakın olmadığını şehrin biraz dışında eski bir köprü olduğunu söyledi, kabaca tarif edip taksiyle kolay gidebileceğimi de ekledi. Teşekkür edip, çıktım. Taksiye verecek param kalmadığı için yürüyecektim mecburen, zaman kaybetmeden yola koyuldum. Heyecanım had safhalarda olduğundan dolayı yorulmuyordum ve hızlı yürüyordum. Köprü uzaktan görünmeye başlamıştı bile. Hata yapıyor olma ihtimalim yüksekti ama geri dönmek gibi bir düşüncem yoktu.
Köprüye uzak bir mesafeden biraz izlemek gelmişti aklıma ama sabırsızlık yapıp duramadım. Köprüye vardığımda beni bekleyen hiç kimseyi bulamadım. Şaka mıydı yani bunların hepsi? Hiç sanmıyordum, içimde takip edildiğime veya izlendiğime dair bir his oluşmuştu -altıncı hissim güçlü mü hiç bilmiyordum ama- yine de hiç kimse yoktu etrafta belki de uzaktan tek kurşunla burada öldürülecektim. Adam öldürmek için güzel bir mekân seçimiydi.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kader
RandomBir adam hayal edin geçmişinden ve geleceğinden habersiz. Tamamen kendini arayan bir adam. Bir kader paradoksunun içinde sıkışıp kalmış bir adam. Zaman kavramının hiçe sayıldığı bir zamanda yaşamış bir adam...