Uyanık olduğumdan emin değildim ama gözlerimi açmıştım. Uyandığıma emin olmak için kendime biraz zaman tanımaya karar verdim. Gözlerimi hemen yanımdaki saatime çevirdim ve alarmımın çalmasına daha beş dakika olduğunu gördüm. Gözlerimi tavana diktim. Okula gitmek istemiyordum, ama bunu çok sevgili anneme kabul ettirmek imkansız, biliyorum. Annem her zaman beni düşündüğünü iddia eder, fakat bunu söylerken suratıma bile bakmaz. Benim kararlarımı önemsemez ve her zaman onun kararlarına uymamı ister.
İyi insan (!) lafının üstüne gelirmiş.
" Grace Brooks! Hala yataka mısın? Alarmını yine mi kurmadın ? Aman tanrım ne yapacağım ben seninle. Beni hiç dinlemiyorsun ki! Aa, hayır, anneye karşı çıkmak yok!"
" Daha 'Günaydın, anne!' bile dememiştim, anne."
" Öyle mi ? Hiç fark etmemişim Grace. O kadar yaramaz bir kızsın ki aklımı kaybedeceğim bir gün!"
Annem bu aksiyonlu monoloğunun üstüne odamın kapısını çarparak çıktı. Yatağımı dağınık bırakarak boy aynama yaklaştım. Boyutlarım güzel denebilecek kadar iyiydi. Kendime dikkat ediyordum çünkü bir gün ihtiyacım olaağını düşünüyordum. Uzun, dalgalı ve koyu kahve saçlarımı genelde harika buluyorlardı ama ben genellikle basit bir topuzla geziyordum. Bütün bu özelliklerime rağmen ben en çok gözlerimi beğeniyordum. Saçlarımla aynı renktiler ama ben en çok gözlerimi seviyordum. Aynaya yaklaştım ve gözümün etrafımdaki deriyi hafifçe çektirerek gözümü incelemeye başladım. Ne kadar da güzel bir gözüm vard......Oh, okula geç kaldım!
-------------------------------------------
Koşarak okulun ana kapısından girdim. Tıpkı filimlerde izlediğimiz gibi bir manevra yaptım, dolaplara çarparak mükemelliğimi dışa dökerek durdum ve koşmaya devam ettim, dermişim. Sırtımda çantam yavaş yavaş yürüyerek derse geç kalmaya çalıştım, okula gitmek isemeyen benim, neden yetişmeye çalışayım ki? Sınıfımdan nefret ediyordum. Gözlerimin güzelliğini fark edemeyen beyinsiz kız ve erkeklerle dolu bir tımarhaneydi sanki. Öyle haylaz bir sınıftı ki - suç onlarda, bende değil - öğretmenler söz geçiremiyor, her ders bayram havasında geçiyordu. Onlar eğlenirken ben ya kitap okuyor ya da yazıyor veya sıramın üzerine uzanıp diğerlerini izliyor oluyordum. Sakın asosyal biri olduğumu düşünmeyin. Tabii ki arkadaşım var - bir tane - ! Cameron Freeman. - Soyadının çok komik olduğunu biliyorum - Onunla anasınıfındayken tanışmıştık. Kötü çocuklar beni salıncaktan indirmek istemişlerdi. Ben de inatla inmeyeceğimi söylemiştim. Tam onlar salıncağı ters çevirecekken, Cameron elindeki topu, kötü çocuğun suratına atmıştı. O beni kurtardıktan sonra beraber benim çok değerli Oreolarımı yemiştik. O günü çok iyi hatırlıyorum çünkü Cameron sürekli hatırlatıp unutmama izin vermiyor. Aslında iyi bir çocuk ama bazen çok inatçı oluyor, aynı benim gibi.
Sınıfın önünde durkaksadım ve saatime baktım. Dersin bitmesine on beş dakika vardı. Eğer dışarıda beklersem çok dikkat çekecektim. Ama içeri girersem on beş dakika Bay Turner'ın çekilmez matematik dersine katlanmak zorunda kalacaktım. Biraz bekledim ve aklıma parlak bir fikrin gelmesini bekledim. Bunu daha önce de denemiştim fakat gelmemişti. Tam aklım negatif düşüncelerle dolacakken, parlak fikrim geldiği yolu aydınlatarak negatif düşünceleri kovdu. İçeri girecektim, ve bir süre geç kaldığım için özür dileyecek ve hangi konuyu işlediğimizi soracaktım - çok ilgileniyormuş gibi - sonra da yanımda olayan ödevimi - aslında çantamın derinliklerinde - aramak için öğretmen masasına yaklaşacak ve onu aramaya çalışacaktım. Böylece bir süreyi geçirmiş olacaktım.
Kapıyı ağır ağır çaldım ve cevabı beklemeden ağır ağır açtım. Tipik bir geç kalmış öğrenci ifadesi takındım ve başımı kapından içeriye uzattım. İçeri bakmamla tüm o parlak planımın suya düşmesi bir oldu, çünkü gerek kalmamıştı. Bay Turner kollarını kavuşturmuş, kafasını arkaya sallamış bir pozisyonda uyuyordu. Ve baş ucunda tüm o haylazların lideri aynı zamanda, okulun çetesinin de başı duruyordu; Blake Walker. Babası çok önemli bir konumda olduğu için hiç zayıfsız derslerini geçebiliyor, yaptığı yaramazlıklara göz yumdurtabiliyordu. Bu çocukla evlenmeyi düşünmedim değil. Onunla iligi bu görüşüm huylarına gelince hemen değişiyor. Aslında onun da gözleri güzel, ama renkliler - yeşil - . Ben bir kahverengi göz hastası olduğum için renkli gözlüleri umursamıyordum. Fakat saçlarını sürekli yukarı kaldırması hoşuma gidiyordu. Bunu söyleyebildiğime ben de şaşırıyordum çünkü birbirinden özenip saçalrını gereğinden fazla yukarı kaldıran erkeklerden hiç hoşlanmıyordum. Blake, yeşil gözlerini bana doğru çevirdi, ve gülümsedi. Elini ağzına götürdü - susmamı işaret etti - ve gözleriyle sıramın olduğu tarafı gösterdi. Ben deonun söylediğini dinleyerek sırama gittim. Blake, elindeki tahta kaleminin kapağını açtı ve pür dikkat Bay Turner'ın suratına yaklaşı. Bir süreyi orada geçirdikten sonra doğruldu, ve öksürdü. Yavaşça Bay Turner'a seslendi. Bay Turner büyük bir büyük bir gürültüyle olduğu yerden doğruldu.
" Zil çaldı galiba, ödev..... vardı galiba, yapıp gelirsiniz. Yapacağınızdan da şüpheliyim ama neyse. İyi dersler haylaz çocuklar."
Bay Turner, bütün konuşmasını saatine bakarak yaptıktan sonra kafasını kaldırıp bize baktı. İşte o zaman bütün sınıf koptu. Blake, Bay Turner'ın suratına ' Güzellik uykumdan yeni uyandım, ve bir prenses kadar güzelimm!!' yazmıştı. Blake bazen komik olabiliyordu.
Zil çaldı. Fakat sınıfa girmek istemememe rağmen sınıftan çok çıkmıyordum. Sanki bir eksiklik vardı. Arkama baktım. Bingo! Cameron, tüm soru bankalarını üst üste dizmiş montunu onların etrafına sarmış, uyuyordu. Çantamı açtım ve en ince kalemimi çıkardım. Arkama döndüm ve Cameron'a yaklaştım. Kalemimi siyah saçlarının arasından geçirdim. Kalemim hedefine yaklaştığında gülümsedim. Kalemimi kulağına sokmamla Cameron'un yerinden fırlayıp yere düşmesi bir oldu. Sinirle kalkıp üstüme atladı ve beni omuzlarımdan sallamaya başladı. Uzun zamandan beri ilk defa ona bu kadar yakından bakma fırsatını buluyordum, ama bu pek hoş değildi. Çünkü, Cameron benim en yakın arkadaşımdı ve az önce neredeyse sarmaş dolaş birbirimize bakıyorduk. Ayrıca benim için önemli bir çocuk sınıfımızdaydı. Önemli diyorum, çünkü gerçekten önemli. O, Luke Black, üçüncü sınıftan beri bizimle aynı okuldaydı. Ben ne kadar onunla arkadaş - veya daha fazladı - olmak istememe rağmen o beni o kadar görmezden geldi, fark etmedi. Adımı bildiğine bile emin değildim. Cameron ve Blake'in kasıne çok tatlı bir çocuktu. Dudağında iki piercing vardı ve ona çok yakışıyordu. Kıvırcık kahverengi saçlarının ön tarafını boyamayı seviyordu. Bir süre ince maviye boyatmıştı ama şimdi sarıydı. Gözleri açık kahverengiydi. Kahverengini severim. Güldüğünde insanlar onu hemen fark eder, ve ona bakarlardı. O diğer insanların ona baktığını fark edince ise hemen kavga çıkarmaya odaklanırdı.
Cameron HALA beni tutarken bunların hepsi aklımdan geçti. Cameron da nereye baktığımı fark etmiş olacak ki, beni hemen bıraktı ve oflayarak sırasına geri yattı. ona sitemli bir cevap vermek istemiştim, ne de olsan ben onun çocukluk arkadaşıydım, beni bu kadar görmezden gelemezdi.
" Evet Cameron, ben de seni gördüğüme çook sevindim !" dedim
Arkamı döndüm. Sinir ve hırsla kapıdan çıkarken, sanki bir şey beni tuttu. Gözlerimi ayağıma doğru indirdim ve ayağımı yere takılı halde gördüm. Takılmıştım, düşüyordum. Demek ki her şey bu kadarmış diye düşündüm. Zaten olmayan popülaritemi kaybedecek ve asla ilerletemeyecektim. Bu gidişe kafamı zaten yere vurup patlatacaktım. Her şey bitti diye düşünürken bir el beni yakaladı. 'Bu Cameron'un eli.' dedim kendi kendime. Aslında düşmeyi tercih ederdim. Bu kurtarışını da asla unutturmayacaktı. Öyle güçlü bir eldi ki bunun Cameron olamayacağını fark ettim. Tabii Cameron'u küçümsemiyorum ama Blake'e göre cılız kalırdı......Blake! Beni kurtaran Blake olmalıydı. Cameron sürekli beni onun hakkında uyarıp duruyordu. 'Okulda elde etmediğim kız kalmayacak!' demiş. Blake beni kendine doğru çekti. Ayağımı takıldığı yerden kurtarıp iki ayağımın üstüne bastım. Kafamı kaldırıp, teşekkür seremonisine başladım.
" Çook teşekkür ederim, sen olmasaydın ölmüş olacaktım herhalde Blak...... Luke?"
---------------------------------------------------------------
İLK HİKAYEM ! BU YUZDEN EĞER YALNIŞIM VARSA EN BAŞTAN ÖZÜR DİLEMEK İSTERİM. UMARIM HOŞUNUZA GİDER. HER HAFTA YENİ BÖLÜM ÇIKARMAYA ÇALIŞACAĞIM.. İYİ OKUMALAR !!!
aslicik_asli
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Treasure In Front Of My Eyes
RomanceGrace Brooks, Cameron Freeman, Luke Black, Diane Taylor, Blake Walker ve Lena Reynolds..... Birbirinden uzak ama bir o kadar da yakin olan alti farkli yabanci. Gozlerindeki bagi acip ellerindekileri gorecekler mi, yoksa kor bir hayat surup onlerinde...