Mevsimler doğayla bütünleşince,derinlere yol almış kalplerin anlamlı ama sırasıyla anlamsızlaşan, giderek daha kötüleşen,nefret duygusunu beynimizde yer ediniyoruz isteksizce.Boğulmak üzere atladığım,çamurlu nehrin birkaç adım ötesine gidemeden,ölümün korkusuyla,çamurlu suyunu yutarak,kıyısında buluyorum bedenimi yarı baygın bir halde.Ay ışığında karanlık gölgeler arasında eve dönüş yolunu tutuyorum,düşüncelerim nehre gitmemi istesede, başarızlıkla her zaman sonlandığını bildiğimden tekrar vazgeciyorum.Ceketimin kollarından,ellerimin arasına gelen çamurlu su,kötü düşüncelerimden beni alıkoyarak,üzerimi hemen değişmem gerektiğinin farkına vardım.Ama nasıl yedekte duran fazla bir elbisem olmadığını zaten biliyorum. Gizlendiğim dolaptaki,çantamda eskimiş birkaç gömleğim ve iç astarı yırtılmış,kokmuş paltomdan başka birşey yoktu.İlk kez dönüş yolu bu kadar sessiz ve ürperticiydi.Kaldığım binanın nehre daha öncede saydığım dörtyüzkırk yedi adım uzaklığı vardı.
Duvarlarında büyük çatlakların olduğu binanın,
girişinden çok pencerelerinden girmek daha güvenliydi.Binanın giriş kapısını,çalmış olmalarını hep garipsemişimdir.Üç katlı binanın,içinde örümcek ağlarından başka bırakılan yada unutulan,hiçbir eşya yoktu.Zoraki göç degildi,yaşama arzusu kaçıp kurtulmak ister gibi ama nereye umudun kalmadığı şu günlerde. Binanın çatı katına,parça halinde taşıyıp,tekrar kurduğum büyük dolap,benim vazgeçilmez yatağımdı.Huzur dolu bir yaşantım olmasada,benim halimde olan yüzlercesinden daha iyi uyuduğumu biliyordum.
Ben ve benim gibiler,hayatı kaçarak ve saklanarak yaşıyoruz.Buna mecburuz hayır desekde aksini yapma şansımız yok.1,73 boylarında,beyaz tenli,hafif çatık kaşlı ve koyu yeşil gözlerim vardı.Yaşanılan bu büyük acılardan önce.Şimdi ise herkesde gördüğüm grileşmiş ve beyazlaşmış göz bebeklerine sahibim.
Güneşin dağların arasında batışıyla,geceyi aya bırakmasıyla şehirde hayat başlıyordu.Saklandığım dolaptan çıkıyor.Su ve yiyecek bulmak için şehrin merkezine yol alıyorum.Bazı geceler aç ve susuz ,güneşin parlayan ısıtıcı ışınları şehri kaplamaya başladığında,saklandığım dolabın kapısını açarak, usulca içeri giriyorum.Ve bu bir başlangıç şehrin birçok noktasında kendim için hazırladığım sıgınaklar ve erzak depoları var tek sıkıntım oralara ulaşabilmek.
Şimdilik yalnız mücadele etmeye çalışıyorum.Üç ay kadar önce benimle birlikte saklanan dokuz kişiydik.Grubumuzun lideri,kendi aramızda yapılan oylama ile ben seçilmiştim.Cömertliğimden çok eşit paylaşımlarla,gruptaki herkesin doyabileceği biçimde su ve yiyeceği dağıtmam.Tartışmalara yer vermememdir.Çoğu gece bulduklarımız,grubumuzdan kimseyi tatmin edecek durumda doyurmuyordu.
Karanlık,eski güzelliği olmayan şehri kaplayınca,ikişerli gruplar halinde arkadaşlarım ayrı yönlerde yiyebileceğimiz besinler aramaya çıkıyorlardı.Bende buluşma noktası belirlediğimiz binanın odalarını tek tek dolaşıp,güvenliğini sağlıyordum.Elimde ağırlığını ve soğukluğunu hissettiğim yarı otomatik,kısa geri tepmeli silahım yavuzu sımsıkı tutarak.Çıkabilecek herhangi bir olumsuzluğa hazırlıklı tetiğe basmaya hazır,işaret parmağım,ara ara titriyordu.Korku hepimizin bedenine ve ruhuna çoktan işlenmişti.Binanın en alt katından en üst katına kadar dolaşmam yarım saatten az bir zaman alıyordu.
Grubun geri dönmesi,üç saat kadar sürüyordu.Bense artan zamanla,çatı katına çıkıp, çevrede olup biteni izliyordum.Geceleri en sık duyulan silah sesleri ve bombaların çıkardığı gürültülü patlamalardı.Üzerime çöken yorgunlukla yaşamın kusursuzca devam ettiği bulutların arasında ara ara beliren ayı ve karanlıgın derinliklerindeki yıldızları seyretmek en güzel lüksümdü çatı katında.Biraz daha ayaklarımı uzatarak,yıldızları izlemeye başladım bulutların arasında.Her birinin bir diğerinden farklı bir ışıltısı vardı.Gözlerim yıldızların bu büyülü hareketsizce duruşlarını seyrederken,dalmışım.
Osman sağ eliyle,ağzımı kapatarak,''sessiz ol''diye seslendi.Uzandığım yerden yavaşça doğruldum.Ruhum bedenimden ayrıldıgını hissetmiş gibiydim.Yaptığımın büyük bir hata olduğunun farkına varmam zamanı geriye getirmezdi.Uyumamam gerekirdi çok üzgünüm demek istesemde.Osman tedirgin bir halde yüzüme bakıyordu, konuşmuyordu. Söyleyecek çok şeyi vardı.Zamanının olmadığını biliyordu.Çatı katının altındaki odanın kapısı açıldı.Sesi duyduğumda burun deliklerim tıkanmış gibi nefes almakda zorlanmaya başladım . Gözlerimle Yavuz'u aramaya çalıştım,başımı çevirmeden.Görünürde bir yerde yoktu. Osman'ın aldığına emindim ama soramıyordum.Biraz daha hareketsizce çatı katında bekledik.Kapı gıcırtısı yine duyuldu.OSMAN kulağıma yakınlaşarak''Bu bir ders olsun BERAT,bir daha ne olursa olsun uyuma''dedi.Anlamamış gibi davranmak istemiştim. Merdivenlerden hızla koşan birinin ayak sesleri,duyuluyordu.Osman'ın söylediklerinden sonra panik yaratacak bir durum yoktu.Bir kaç saniye içinde nefes alışlarım düzene girmişti.Korkularıma karşı koyacak kadar cesaretli olmadığımıda biliyordum
Murat sürünerek yanımıza geldi.Sol bileğini çatışmada el bombasını fırlatmak üzereyken ayağına seken bir kurşun yüzünden yere yığılmıştı neyseki yüzünü korumasını başarmıştı ama bileğini kurtarmayı başaramamıştı bileği parçalanmıştı.Bu duruma alışmayı kabullenmekte güçlük çekenlerden biride o birçok gece ağlayışlarını duydum.
Murat Osman'ın elindeki bıçağı alarak ''Acıkmış olmalısın Berat hadi aşağı inelim,birşeyler yemelisin''dedi.bunu söylerken tebessüm edip,gülüyordu.Utanç verici bir durumdu benimki.Görevimi ciddiye almamış gibi bilinecektim kısa sürede olsa.''Osman sen burda biraz daha dur.Etrafı takip et,ben birazdan gelirim.''dedim.Osman beline yerleştirdiği silahımı çıkartarak.''Bu senin yaşam kaynağın sayılır.Elinden asla ayırma''dedi.Evet haklısın der gibi başımı öne doğru eğdim.Murat merdivenlere gitmişti bile.Silahım Yavuzun güvenlik kilidini kapatıp,belime yerleştirdim.Merdivenlere doğru eğilerek yavaşça ilerledim.Gördüğüm rüyayı unutmak istiyordum.Her uyanışımda aynı rüyayı hatırlamak değişik bir ürperti gibi hafızama yerleşmişti.Belki de takıntı haline getirdiğimden,rüyamı görmesem de görmüş gibi davrana bilir miydim.Hafızama yer ediğinden,gözlerimi açtığımda,başka rüya görsem de bu rüyamı hatırlamam normal bir durum olamazdı.
Merdivenlerden aşağıya doğru hızlı ve sessiz adımlarla yürüyordum.Vücudum bitkin bir haldeydi.Çok susamıştım.Son bir kaç saattir bir kaç yudumdan başka su içmemiştim.Kapıda uzun boylu,ince yapılı benim gibi konuşmayı seven Sadık karşıladı.Selamlaşıp odadan içeriye girdim.Odanın yıkılmış duvarından içeriye giren ay ışığı,karanlığı net olarak aydınlatmıyordu. Murat elindeki konserveyi yavaşça açarak,önündeki çinkodan yapılmış ahşap haline gelmiş tabağa yarısından çoğunu boşaltmıştı.Çantadan bir kaşık ve küflenmeye başlamış ekmeğin bir bölümünü bıçakla kesti.Metal bir bardağa ağzına kadar su doldurdu.Sol bileği olmamasına rağmen,bunları büyük ustalıkla yapmasını zamanla en iyi şekilde öğrenmişti.Murat tabağı uzatarak''biz seni uyandırmak istemedik,kendi aramızda paylaştık yemeği' ' dedi.Gözlerimi tabaktan ayırıp Murat'ın gözlerine baktım.Yüzü netlik kazanmıyordu odanın karanlığından.Sadece yansıyan ışıklardan parlayan gözlerini seçebiliyordum.''Bu bir daha olmasın Murat sizlerle beraber yemek yemeyi seviyorum.''dedim.Murat'ın yanına diz çökerek,biraz su içtim.Tadı bardaktaki metal ve çamur gibi kokuyordu.Tabaktaki bezelyeler ilk gün ki kadar taze olmasa da tadı kötü sayılmazdı.Yavaşça çiğneyerek yutuyordum. Böylelikle daha tok olacaktım. Hemen acıkmıycaktım.Hepimiz de böyle yemek yiyorduk. Küflenmiş ekmeğin son parçasıyla tabağın dibinde kalmış küçük parçacıkları toplayarak son lokmamı da yutmuş tum.Kalan suyu da içtim.
Sadık elindeki kaleşnikof silahı inceliyordu.''onu buldunuz mu yoksa birini öldürüpmü aldınız?''dedim.Sadık silahın şarjörünü çıkarttı.''henüz kullanmadım ama bütün mermileri içinde,beyaz bir kamyonetin içerisinde buraya dönerken buldum.''dedi.Cevap vermeden önce biraz düşünmek istedim.Bu bir sorundu aslında böyle bir silahın kamyonette bulunması normal değildi.''Sadık Osmanın yanına çık şimdilik silahıda kullanma,gündüz gözüyle bakalım..''dedim.Sadık silahın askısını omuzuna doğru asıp,merdivenlere doğru ilerledi..
Bugünde huzurlu gün geçirmiştik.Diğer arkadaşlarımız çevreyi gözetliyordu.Murat'la yakınımızdaki binaların,ne kadar güvenli olduğunu görebilmek adına,dolaşmaya karar verdik.Sadık'la Osman'a söyleyip,duvarların izasında yürüyerek,binalardan gelen seslerin olup olmadığını kontrol edip,içeri giriyorduk.Binaların çoğu yıkılmıştı,geri kalanlar ise yıkılmaya hazır bekliyorlardı.Girdiğimiz binaların çoğunda,kalabileceğimiz güvenli saklanma yerleri yoktu.''Murat ne yapmalıyız''dedim.Planı varmış gibi heyecanla söze devam etti.''Yiyecek birşeyler ararken boş bir binaya dinlenmek için girmiştik Ali'yle,çok fazla eşya ve saklanabilmemiz için uygun yerleri var.''dedi.''Neden söylemedin daha önce?''dedim.' ' Buraya bir saat kadar uzaklığı var yolun,o yüzden kafa karıştırmak istemedim.''dedi.Söylediği yer şehrin merkezine,yakın olduğundan,saklanmayı başarsakda,elbette bizi bulacaklardır.''O kadar zamanımız yok geceleri sıklıkla dolaşan kimlerin olduğunu biliyorsun değilmi?''dedim. ''Evet biraz daha zamanımız olsaydı.Rahatça bir uyku çekebilirdik.''dedi.Sohbeti fazla uzatmak istemedim.Konuşmadan dolaşmak daha güvenliydi sonuçta.Biraz daha dolaşıp dört katlı çatı katı çökmüş,duvarlarda büyük yıkıntılar olmasına rağmen,bina hala sağlamca ayakta duruyordu.Çoğu eşyası çalınmıştı yada sahipleri tarafından alınmıştı.İşe yarar bir çok malzeme bırakılmıştı.Binanın etrafında biraz daha dolaşıp arkadaşların yanına döndük.
Giriş katta içimizden en sıska,zayıf ve esmer arkadaşımız Onur,kapıda pusuda bekliyordu. Hepimizde olduğu gibi onunda siyah deriyle kaplı eldiveni ve küçücük elinde bir tabanca vardı.En fazla dört yada beş mermisi vardı.Korkusu elindeki tabancanın titreyişinden belliydi. Yanımıza yaklaşmamıştı,olduğu yerde bekliyordu.Murat çatı katına çıkarak Osman ve diğer arkadaşları çağırdı.Planımızı Murat binanın ikinci katında herkese anlattı.Yanında ekibimizden dört kişiyi alarak bulunduğumuz binadan ayrıldılar.Ben ve diğer kalan arkadaşlarım binadan on dakka sonra ayrılacaktık.Sadık tabancasını bana verip,cebindeki üç mermiyide vermeyi ihmal etmedi.Kaleşnikofu olması mutlu ediyordu.Üstünlük hissi veriyordu belkide.
Çantamın fermuarını açıp,plastik şişeden biraz su içip,kullanma tarihi geçmiş antibiyotiklerden birini alarak çiğnemeden küçük gri kapsülü yuttum.Dilimin ucunda ekşileşmiş ve acı tadı kaldı.Çoğu arkadaşım bu ilaçlardan kullanıyordu.Çantama Sadığın verdiği silah ve mermileri,küçük bölmeye yerleştirdim.Binadan ayrılmaya hazırdık.Önden Osman'la ben gidecektim,on metre arayla diğer iki arkadaşımız gelecekti.Etrafı gözlemleyip kalacağımız binaya doğru,ilerlemeye başladık.Binaların etrafından hızlı adımlarla yarım saat kadar yolu uzattık.Korku verici bir olayla karşılaşmadan,sığınak olarak saklanacağımız binaya yavaş yavaş yaklaşmıştık.
Gece bitmeye başlamıştı.Güneşin ilk ışıkları,karanlığı perçinliyordu.Hızla esen rüzgar,çökmüş çatıda etkisini gösterip kiremitlerden bir kaçını yerlere savurdu.Çoğu kez binaların çatı katında saklanırdık.Bu binada şansımız yoktu.Murat hepimiz için yetecek kadar gizlenme yeri keşfetmişti zaten.Ve hiçbir takipçinin bizi kolay kolay bulma şansı yoktu.Murat yanına Sadık ve Onur'u aldı.Tek eliyle kanepeyi yavaşça çekip,ulaşılması güç gizli bölmeye önce Onur girdi.
Salondaki sessizliğimizi,büyük bir patlama sesi bozmuştu.Giriş kattan gelen bu ses,hepimizi tedirginliğe bırakmıştı.Korku Korku Korku.Onur gizlendiği yerden çıkmaya çabalıyordu patlamayla bina sarsılır gibi oldu.Sadık Onur'un elinden çekip sıkıştığı yerden çıkarmaya çalışıyordu.
Takipçilerin sesleri duyulmaya başladı.Aralarındaki konuşma fazla uzun sürmeyip,ikinci kata çıkıp hepimizi yokedeceklerdi.Murat belinden silahını çekerek,merdivenlere doğru yürümeye başladı.Sadık kaleşnikofuyla merdivenlere yöneldi.Silah tutukluk yapmıştı.Bize zaman kazandıracak tek silahtı.Gelmelerini beklerken diğer büyük patlama gerçekleşti.Murat merdivenlerden düşerek,acılar içinde bağırmaya başlamıştı.Çığlıkları fazla uzun sürmemişti.Takipçilerin donanımlı ağır silahlarından çıkan kurşunlar tanınmıycak hale getirmişti bedenini.
Salonda duvarlar arasında kaçışmaya başladık.Takipçilerin bot sesleri duyulmaya başladı. Kenan,en korkusuz savaşçı gibi çatışmalarda öncülüğü almıştı çoğu kez.Şimdiyse çaresizce duvarın dibinde ağlıyordu.Elindeki silahı alnına yakınlaştırıp,tetiğe basmaya çalıştı.Titreyen elleri arasından yere düşen tabanca,çoktan tetiğe basıldığından, kurşun duvardan sekerek kulağına isabet etti.Acılar içinde feryadı,duvarlar arasında yankılanmaya başladı.
Salonun iki penceresi vardı.Biri bahçeye,diğeri ise caddeye bakıyordu.Gece binayı üçten fazla çevresini dolaşmıştım.Derin bir nefes alıp caddeye bakan pencereye doğru koşmaya başladım.Osman önümde bir daha dönmeyecekmiş gibi arkasına bakmadan koşuyordu. Yanımda koşan arkadaşım Sadığın sağ bacağına gelen kurşun,ayağını ikiye bölmeye yetmişti sanki.Yere yıkılarak öylece kaldı.Kaleşnikof silahıda yoktu yanında.Osman pencereden atlamadan önce yüksekliğe bakmak ister gibi yavaşladı.Buna fırsat vermeden,beline sarılarak,ikinci kattan, kat kat beton yığını haline gelmiş topraklaşmış zemine düştük.Osman elindeki silahını salonda düşürmüştü.
Güneş gizli saklı geceden işlenen bütün katliamları gün ışığına çıkarmıştı.Cadde üzerindeki bütün binalar mezar halini anımsatıyordu.Tavanları çökmüş küçük evler ise kolonların sağlamlığı sayesinde sabit olmasalarda henüz yıkılmayı kabul etmez bir durum sergiliyorlardı. Güneşten çok karanlığa alıştığım için gözlerim kararmaya başladı.Yürümekte zorluk çekiyordum.Osman gözlerini bir daha açmak istemezmişcesine göz kapaklarını sıkı sıkı kapatıyordu.Sallanan zemin otuz saniyeden az sürmüştü.Atladığımız pencereden birkaç lanetli silahlarına sarılmış,ölmemize saniyeler kala,bina giriş katına doğru, yıkıldı. Arkadaşlarımızın hepsinide kaybetmiştik.
Deprem felaketlerin başlangıcı olduğunu biliyorduk.Osman'ı ve beni hayata mücadele etmemizi sürdürmek için destek olmuştu.Bu bize verilen bir armağandı.Binanın üzerimize doğru yıkılmaması kaçmamızada kolaylık sağladı.Konvoyda bekleyen lanetliler,olup bitenden habersizmiş gibi arkadaşlarını kurtarmak isteselerde,imkansızdı.Herşey boş çabaydı,onlar adına.
Osman sağ ayağı üzerine basamıyordu.Korkunun verdiği adrenalinle sızlayan parmak uçlarına basmaya başlaması uzun sürmedi.Yavaş yavaş ağır adımlarla ayakta ilerleyebiliyordu Sol bileğim üzerine düştüğüm içinde kolum hareketsizce sallanıyordu.Çantamı sol omuzuma atarak Osman'ın omzuna sarıldım.
Saklanabieceğimiz yerler depremin etkisiyle dayanamayıp birer birer,oldukları yere çökü vermişti.Osman çok zor yürüsede,adımlarını uzun atmakta çaba sarfediyordu.Otuz metre kadar uzağımızda,çökmüş metro tüneline yürümeyi başarmıştık.Konvoydaki lanetliler ateş etmeyi ihmal etmeyip peşimizden koşmaya başladılar.Yürüyecek fazla gücümüz kalmadığını biliyordum.Tünelin ortasında akıntı halinde ilerleyen lahamla karışmış deniz suyu,karanlığa doğru akıp gidiyordu.
Seçim şansımız yoktu.Ölüden daha pis kokan bu akıntıya atlamak zorundaydık.Silahımı çantaya koydum.Çantanın askısını omzuma sıkıca sarıp,akıntıya atladık.Akıntı hızla akıyordu. Derinliği bir metreden fazlaydı.Yaralı halimizle ölüm tehlikesi yaşamamıştık neyseki. Lanetlilerin asıl isimleri ''takipçilerdi''.Tünele geldiklerinde,rasgele birkaç el ateş ettikten sonra birkaç adım ilerleyip geri döndüler.Hayatla mücadeleleri sadece bizi yok etmeleri üzerine kuruluydu.Asıl amaçları bu olmadığını bilselerde.
Akıntı yol aldıkça artan keskin kötü koku nefes almamızı engelliyordu.Ciğerlerimize çektiğimiz oksijen,hayatta aldığım en kötü kokulardan sadece biriydi.Lahamın pis sularınıda yutmuştuk.Karanlığa doğru yol almaya başlayalı uzun olmasada,tüneli aydınlatan küçük yarıklardan içeri giren güneş ışınları tüneli azda olsa aydınlatıyordu.Tünel eski metro istasyonuydu.Yedi istasyondan oluşan bu tünelin uzunluğu otuz kilometreden daha fazlaydı.Yeni açılan büyük metro istasyonundan sonra burası kapatılıp,yer altından geçtiği içinde,pis suların gideri haline getirildi.
Duvarlarından ve tavan kısmından düşen,beton parçaları akıntıyı yavaşlatmasada çıkmamızda kolaylık sağladı.Paralel yolu vardı tünelin,akıntı sola doğru daha basık aktığı içinde çıkma noktamız akıntı yolunun solu olmuştu.Osman'ı akıntıdan çıkarmam,yarım saatlik zaman aldı.Bileğimdeki sancılı ağrı yoktu artık.Tüneldeki yolun genişliği birbuçuk metre kadardı.İkimizde uzandığımız yerde öylece,tavan arasından giren ışıkları izliyorduk. Zamanla içeriye giren bu ışıklar yavaş yavaş yer değiştiriyordu.Uzandığım yerden hemen kalktım.Zaman yoktu artık.
Çantamdaki zippoyu aldım.Sadığın zipponun alt kısmına yerleştirdiği küçük ampül, kurduğu bağlantılı küçük teller sayesinde,pilden gelen enerjiyi,zipponun başlığını açmadan, çaktığım anda ışık yanıyordu.Uzun zamandır ışığa ihtiyacım olmamıştı.Şimdi ise bu karanlığın ortasında ekmek ve suya muhtaç olduğum gibi muhtaçtım.İlk çaktığımda yanmamışdı.Bir daha denedeğimde ampül yanıp yanıp sönüyordu.Ampüle parmağımla yavaşça dokundum. Sönmeden ışık birkaç metra uzaklığı netlikle aydınlatmaya başladı.Osman'ın sağ ayakkabısını çıkardım.Hareketsizce duran bacağına dokunduğumda içten bir 'ah' sesi duydum.Yada öyle hissettim.Diz kapağı ile ayak bileği arası incilmiş olmalıydı.Kırık olsa bu kadar sessiz olamazdı.Çantamdan çok fazla kullanmadığım bir gömlek ve pet şişenin dibinde az kalan suyu çıkardım.Bıçakla gömleği uzun uzadıya kestim sonrada pantolonu üzerine ayak bileğinden,diz kapağına kadar bağladım.Pet şişenin kapağına biraz su döküp,dudaklarının arasından,yavaşça içirdim.Yarı baygın halde kendini kaybetmeden,olup bitenleri hatırlamak ister gibi,gözlerini aralıklarla açıp kapatıyordu.
Geri dönme şansımızı çoktan yok etmişlerdir.Bütün yer altı sığınaklarını nükleer kimyasallarla zehirlemişlerdi.Burdaki insanlığın büyük çoğunluğu bu şekilde acı çekerek can vermişti.İlaçları almamızın diğer bir sebebide bu oysaki.Kaç saati geçti,bilmiyorum.Tünel o kadar havasız ve pis kokuyordu ki,ölmek için en kötü yer olduğu gerçek.Bir kaç saat önce yaşadıklarımızı,yaşamamış gibi davranan Osman dilinde bir şarkı mırıldanmaya başladı.Şarkı sözlerini doğru söylemeyi başaramasada,araya kattığı cümlelerle nakaratı oluşturuyordu.Bu haldeyken bile hayattan kopmadığını göstermek istiyordu sanki bana.Şarkı sözlerine bende katılmak ister gibi,bir iki sözde şarkı sözlerine benimde katkım olmuş sayılırdı.Müzik dinlemeyeli çok uzun bir süre olmuştu.Ve bazen delirebiliyorduk.
Osman küçük iniltili sesle,uzandığı yerden,duvara sol omzuyla yaslandı.Gitme vakti geldiğini söylemek ister gibi kalkmaya çalıştı.Sorun şuki bu zifiri karanlıkta nereye gideceğiz. Zipponun ampülünden yayılan küçük ışık,git gide zayıflıyordu.Aydınlattığı mesafe kısalıyordu.Uzun süre dayanamayıp,biten pilin enerjisiyle,bizden ayrılacaktı.Etrafı az çok izleyebilmiştim.Duvardan elimizi ayırmazsak,sıkıntısız yol alabiliriz.Işığa en çok ihtiyaç duyduğumuzda,bitmiş olması kötü olabilirdi.Zipponun başlığını yavaşça açtım ve küçük ampül söndü.Sağ bileğimi Osman'a uzattım.''hadi gidelim''dedim.Yerdeki çantamı alarak,elimi tutup hızlı bir refleksle ayağa kalktı.Gücü hala yerindeydi.Akıntıyı dinleyerek yürümeye başladık.
Osman omzumdan elini çekip,sağ bacağını,sol bileğiyle ovaladı.Kokuyu ciğerlerine kadar hızla depolamak istermiş gibi nefes alıp verişleri hızlandı.Dümdüz doğrularak yürümeye başladı.Adımları sektelesede,beton zeminden yapılmış duvara,dokunarak dengesini kaybetmemeye çalışıyordu.Osman'da tek sevmediğim huy,sinirlendiğinde küfür etmesiydi.Sus desemde beni dinlemez devam ederdi.Siniri yatışıncaya dek,susturmak mümkün değildi.Kısa mesafeli adımlarla,yürümeye devam etti.Bileğimin kırıldığını düşünmüştüm ilk öncesinde.Acı çekiyordum,bileğimi kesmeyi düşünmüştüm hatta,anlık dahi olsa.Yumruğumu sert şekilde sıkamasamda,sardığım bezin,acımı azalttığını biliyorum.
Artan sıcaklıkla beraber,koku gittikçe biçimsiz havayı boğuyordu.Baş ağrısı ve mide bunaltısı başlamıştı.Gırtlağıma kadar gelen kusmuğu,çıkarmamak için iki kez yutkunmuştum İlerleyişimiz devam ediyordu.Adımlarım ara ara karışıyordu.Aynı adımı bir daha atmak ister gibi,ileriye uzatıyordum.Korku değildi.Çoğu insan bu yaşamdan ötürü,kendi silahıyla intihar ediyordu.Acısız ölüm olarak düşenebilirler.
GENÇ YAZAR…
Hayatta kalanlar ve gidenler,hepimizin farklı yaşam şekilleri vardı.Kendimizin kattığı dünü yinelemek gibi olsada,mutluyduk.Tek suçumuz nefsimizin doyup tükenmeyen arzularına hayır diyemeyişimizdir.İşlenmemiş bütün günahları tek tek işlemiştik belkide.Sonumuzu hazırlayan bizlerdik aslında.Sorumluluklarımızı yanlış biçimde yönlendirerek,dünyamıza şekil verdik.
Yaşadıklarımızın gerçekliği bile,inandırıcı değil diye düşünürdük ilk zamanlarda.Herşey çok kısa sürede oluşuvermişti.İlk büyük haberi yayınlayan gazeteler,büyük kazançlar elde ettiklerini düşündüler.Herkes bu habere,takılı kalmıştı sanki.Gazetedeki köşe yazarı B.GABİL,yaptığı araştırmalarla ün kazanan PR.AR.G.DİVANCI'yla yaptığı röportajda,inanılması imkansız denilebilecek iddaalarda bulundu.Haberi okuduğumda,miğdemde bir tiksinti belirmişti.''Bu kadarıda yuh''deyip diğer sayfalara geçtim.Haber sol üst köşede küçük bir yer kaplamıştı sadece.Haberde yazan''profösörün araştırmalarına göre,çiftçiler bu yıl istedikleri mahsülü alamayacaklar.''diye yazıyordu.Nedeni ise SAYFA 6'da,önce okuyup detayları bilmek istemiştim.İlginç haberler yaparak gazetenin daha iyi reklam yapması için uygulamış olduğu bir prosedür olmalı diye düşündüm hemen.Merakımıda böylelikle sona erdirmiştim.Pr.G. Divancı'dan sonra,gece haberlerinde,diğer büyük pr.lerin katılımlarıyla programda kanıtlarla açıklanmaya başlamıştı.Teorileri çok fazla kanıta yer vermiyordu.O geceki programı izleyen insanların çoğu benim gibi haberden etkilenmişti.Kendimi sorgulamaya başladım sonrasında,birşeyleri değiştirebilecekmiş gibi.
Osman kokuya dayanamayıp,ağzına kadar gelen kusmuğu çıkardı.Beton duvara doğru başını eğerek,diz çökmeden sessizce,sol eliyle dudaklarını temizledi.Kendisine gelebilmesi için,çantamdaki son suyumuzu çıkarıp verdim.İlk yudumunda suyun hepsini içmişti.Gittiğimiz yöne doğru,birkaç adım ilerleyip,söylenmeden oturdu.Belirsiz yüzü,karanlığa hapsolmuştu .Elimi çekerek''Sesi duydunmu''dedi.Duyulan sesler tüneldeki akıntı ve laham farelerinin kaçışlarıydı.''Hangi sesi Osman''dedim.İç çekerek cevap verdi.''Ayak sesleri,onlar olmalı'' dedi.Ölümün farklı bir boyutu olmalıydı bu.Dile gelen söylenti,masal halinde şekillenmişti zamanla.Sesler fısıltı halinde,tünelde dağılmaya başladı.Garip olan seslerin neye benzediği hakkında,bir fikrimin olmayışıydı.Söylenilenlere göre geceleri tünel etrafında, dolaşan insanları yakalayıp,önce kanını emip sonrada parçalar halinde aralarında paylaşırlardı. Vampir diye tasvir ederdi Sadık.Uzaydan geldikleri bile söylenirdi.Neye benzedikleri hakkında,hayal bile kurmazdık.
Osman bitkin bir halde,birkaç adım ilerleyip olduğu yere çöküverdi.Acele etmem gerektiğini biliyorum.Sesleri duymuştum.Çantamı beton zemine bırakarak,zippomu Osman'a verdim.Hazırlamış olduğum molotof kokteyini çantamdan alıp,kapağını açtım.Bez parçası, cam şişenin alt zeminine kadar gitmişti.Kapağı tekrar kapatıp,biraz salladım ve bezin cam şişenin ağzına gelmesi için ters çevirip,yavaşça salladım.Kapağı açıp,işaret parmağımla,bezi yavaşça çıkardım.Günün hangi saatindeyiz bilmiyorum.Bugünün farklı bir özelliği olmalı diye düşündüm.Diğer günlerden daha farklı bir sıcaklığı vardı.Sıcaklık kırk 22dereceden daha fazla olmalı.Güneş,soğuk şehri cezalandırıyordu adeta.Osman'dan zippomu alıp,bezin yavaşça alev alması için otuz derecelik açı ile tutuyordum.Bez kıvılcımlar halinde farklı renk tonlarıyla ışıltı vererek yanmaya başladı.Büyüleyiciydi.
Osman'a Sadığın bana verdiği tabancayı verdim.Almadan önce söylediği yedi kelimelik isteyiş,korkularımı üst safhaya tırmandırdı.''Eğer bunlar onlarsa,beni öldürüp lahama at''dedi.Sesler geldiğimiz yönden duyulmuştu.Molotof kokteyi sağ elimde,ağır adımlarla Osman'dan beş altı metre kadar uzaklaşmıştım.Tünelin karşısıda boş,sadece birbiri ardında koşuşan fareler var.Sesler kesildi,olmadığı gibi kimselerde görünmüyordu.Osman'a bakıp küçük tebessüm ettim.Yüzü kaskatı,korku ile karışık bir ifade biçimini almıştı.Tünelde sesler nasıl yankılama yapar diye düşünmeye başladım.Belkide çok uzağımızdadırlar.Sonuçları çoktu.Yerimizi rahatlıkla görebilmelerini sağlamıştık zaten kokteyi yakarak.
Tünelin duvarında şaşırtıcı biçimde gölgeler görünmeye başladı.Vakit tamamdı. Dizlerimdeki titreyişten bunu bende kabullenmiştim.Masal değildi.Karanlığın ardında saklanan gölgeler,konuşmuyarlardı.Kalabalık yürüyüşleri,sessiz kalmalarından daha çok korkutucuydu.Asker yürüyüşü gibi eş değerde adımlarla geliyorlardı.Esas duruşa geçmiş vaziyette,on metre kadar uzağımda durmuşlardı.Tuhaf bir şaşkınlıkla,hareket etmeden onları izliyordum.Bizim gibi insanlardı.Giyimleride çok kötü değildi.Dostluk kurmak istemedikleri yüz ifadelerinden ve ellerindeki garip silahlarla,ıspatlanıyordu.Molotof kokteyindeki beze yöneldim.Bez uç kısmından,sönmeye başlamıştı.''Siz kimsiniz?''dedim.Yanıt veren yoktu.Dört kez sormama rağmen,cevap vermedikleri gibi aralarında,konuşma zahmetine bile girmediler.Osman''Ateşin sönmesini bekledikleri belli''dedi.Haklıydı.Elimdeki molotof kokteyi atar gibi yaparak,saldırmalarını bekledim.Dizlerimin bu kadar titrediği bir durumda, üzerlerine nasıl yürüyebilirimki.
Manasızca seyrediyorlardı beni.Bu duruma sinirlenmeye başlamıştım.Kolayca ellerine düşmek,hiçbir şey yapamamak en üzücü olay olurdu.Üçerli sıra halinde,arkaya doğru dizilmişlerdi.Ön sıralardan biri,yaptıklarıma sinirlenerek bana doğru koşmaya başladı ve ardından birkaç kişide eşlik etti.Bu iri cüsseli adama hiç beklemeden molotof kokteyini fırlattım.Cesurca davranan en önde koşan,vampirleşmiş insanın yüzünde parçalanan molotof kokteyi,yanında koşan üç kişiyede yanan ateş dağılmıştı.İri cüsseli adam olduğu yere devrilerek,alevlerle boğuşmadan hayatını kaybetmişti.Dağılan cam parçaları ve ateşin sıçradığı üç kişide arkadaşlarına doğru koşmaya başladılar.Duyduğumuz tuhaf seslerle bağrışmaya başladılar.En önde koşanlardan biri lahama atladıysada,ölümden kurtulamadı. Diğer ikiside,iri cüsseli adam gibi birkaç adım ilerledikten sonra oldukarı yere düşüp,diri diri yanarak son nefeslerini vermişlerdi.Üç kişiden başka kimse kalmadı,onlarda yananlardı. Fareler gibi kaçıp,saklanmışlardı.Bu yaşanılanları hareket etmeden izlemiştim.Kaçmaktansa olup biteni izlemeyi tercih etmiştim sanki.Osman korkularıyla yüzleşmeyi devam ettirmeyip, ''Berat hemen gitmeliyiz''dedi.Osman olaylardan keyiflenmiş gibi durmuyordu.Geri döneceklerini biliyordu.Öfkeli öfkeli küfür etmeye başlamıştı yine.Kısık sesli konuşmamı yükselterek''Sakin olmaya çalış Osman''dedim.Sesini azaltarak içinden küfür etmeye başladı ve sustu.Silahını paltosunun sağ cebine koyarak,ayakkabılarının bağını sıkıca bağlayıp,oturduğu taş parçasından yavaşça kalktı.Akıntının sesine eşlik ederek,yürümeye başladık.
GEnç 3 yAZAr
Koku,korku ve susuzluk karmasında,çaresizliğin adımlarıyla,üzerine bastığımız farelerin,acı seslerine aldırış etmeden,ilerliyorduk.Takipçiler yerimizi nasıl bulmuşlardı?Bu sorunun çok karmaşıkta olsa bir cevabı olmalıydı.Bir türlü sıralanan sorulara yanıt bulamıyordum .Osman'ında aklından geçenleri bilmek isterdim.Konuşamazdık.Saplantı haline geline vampir korkusu Osman'ın daha farklı düşüncelere,yer açmasına izin vermediğini biliyordum.
Avuçlarımın içinde sıkıca kavradığım,tabancam YAVUZ,elimdeki terle kayganlaşmaya başlamıştı.Halsizlik bedenimi ele geçirmeye başlamıştı.Tuhaf bir biçimde,havasızlaşan tünelde,göz kapaklarımı açık tutmakda,zorlanıyordum.Derin ve uzun bir uyku iyi gelirdi, ikimizede.Dinç bir bedenle,hem kendimizi koruyabiliriz,hem de çıkış bulmak için,tüm ayrıntıları takip edebileceğimizi düşündüm.Vampirleşmiş insanlar ise bizi takip etme, ihtimallerini aza indirmiş olmalıyım.Çok korkmuş olacaklarki beklemeden uzaklaştılar.
Miğdemde beliren tiksintiye anlam vermeden yürümeye devam ettim.Bedenimdeki bütün damarları hissetmeye ve ardından ayak kaslarım kasılmaya başlamıştı.Üzerime hızlıca yapışan bir sesin varlığından habersizce,sert zemine,dizlerimin üzerinde çöküvermiştim Basınç bedenimin her yerinde vardı sanki.Hareketsizce yüz üstü yere yığılmıştım.Birkaç bulanık görüntüden başka bir şey yoktu.Osman'ın dudak hareketlerini çözmeye çalışıyorum. Ağlıyordu ve çok korkmuştu.Tünelde yalnız kalacağından.Yüzüme serpiştirdiği,akıntının pis suyu ağzımdan içeri giriyordu.Bana yaptığı en büyük eziyetlerden biriydi sanki.Yerde yarı baygın bir biçimde serili bedenim çok uzun sürmeden,toparlayabilmiştim kendimi.Üzerime çöken bu anlamsız yük yoktu.Düzenli olarak nefes alabiliyordum. Osman''İyimisin?'' sorusuna,hala cevap veremiyordum.Sol bileğimin üzerindeki,acı tekrar geri gelecekmiş gibi.Kasılmaya başladı.Bileğim yerinden kopacakmış gibi sızlamaya başladı.''Osman''diye gürültülü bir biçimde ses çıkardım.Osman olanları unutmuş bir tavırla,şaşkın şaşkın ne yapacağını düşünüyordu.Sağ işaret parmağımla,güçlükle sol bileğimi göstermeyi başarmıştım.Sancı gittikçe acılarımı hızlandırıyordu.Osman sol elimin işaret ve serçe parmağımı,elleriyle sıkıca kavrayıp kendine doğru hızlıca birkaç kez çekip,çözülen bezi tekrar bileğime sardı.Rahatça acısız nefes almaya başladım.Gözlerim bir kaç rahat nefes alıp verdikten sonra kapanmıştı.Uzun bir uykuya hayır diyemezdim.
YALNIZ ( RÜYA) KALMAK
Evimizin en küçük dar odasında,tekli açılabilen pencerenin yanında,pc başında,çekmiş olduğum resimleri tek tek sol tuşuna basarak değiştiriyordum.Komşumuzun kızı küçük Elif,salonda ağlamaya başlamıştı.Elif eşim Zehra'nın sevdiği tek çocuktu.Her zaman annesi Gülten bize getirirdi.Oturduğum sandalyeden kalkarak,kapıyı yavaşça açtım.Elif'in ağlaması hala devam ediyordu.Salonda Elif'ten başka kimse yoktu.Konuşmayı henüz doğru düzgün çözememişti.Bebekken geçirdiği hastalıktan dolayı konuşmaya başlaması daha ileri yaşlarda başlayacağını söylemişlerdi doktorlar.Ailesi bu duruma üzülselerde,doktorların verdiği karar inandırıcı geliyordu.Elif kekeleyerek''Ber ama be bebek''diyerek.Salondaki büyük vitrinin,üst kısmında duran,oyuncak bebeği istiyordu.Biraz sakinleşmişti ama yinede ağlıyordu.Elif'in belinden tutup,oyuncak bebeğe doğru yakınlaştırdım.Sevinçle ellerini uzatarak almıştı.Yüzü sevinçle gülmeye başlamıştı.Elif cebinden bir şeker çıkartarak bana doğru uzattı.Almak için elimi uzattığım sıra,eşim Zehra''Berat''diye bağırmaya başlamıştı.Ses mutfaktan geliyordu. Salonun kapısını açarak,hızlı adımlarla eşimin yanına geldim.Zehra hala ''Berat''diye bağırarak ağlıyordu.Zehra elinde beyaz porselen tabağı,duvara doğru atıp,kırılmayan tabağı,tekrar eline alarak atıyordu.Anlamsızca onu izliyordum.Yapmam gerekeni düşünüyordum.''Zehra''diye seslenerek yavaşça yanına sokuldum.Elindeki porselen tabağı atacağı sırada tutmayı başarmıştım.Tabak ikimizin elleri arasında,hiç bir çizik olmadan duruyordu.Zehra tabağı elimden almak için çektiğinde,tabak ellerimizin arasından düşerek, halının üzerinde parçalanmıştı.Zehra,parçalan porselen tabaktan küçük bir parça alarak mutfaktan ayrıldı.
Osman elindeki ekmek bıçağıyla,etrafına bakıyor ve diğer boş eliyle beni uyandırmak için tokat atıyordu.Bir anda rüyamda olup bitenleri unutup,gerçek hayata geçiyorum.Sol bileğimin hafif sancısından habersiz,çantamı alıp,silahım YAVUZ'u aradım.Çantamı birkaç kez arasamda,silahım yoktu.Gıcıklanan boğazımla kısık ses tonuyla Osman'a ''Silahım nerde'' dedim.Etrafa korku saçan gözlerle bakmaya devam ediyordu.Güneşin azalan ışıkları, belirsizliğe bırakmıştı,mağara biçimini alan tüneli,yine aynı hızla ilerleyen,pis akıntıdan başka duyulan ses yoktu.
Söze başlamadan önce,ayağa kalktı.Geldiğimiz yöne elindeki bıçağı,ileri doğru uzatarak, hızlı adımlarla koşmaya başladı.Ne yapıyorsun demeye fırsat vermeden,görünür bir uzaklığa kadar koştuktan sonra durdu.Sol omzunun üstünden bana kısa bir bakış yaptı.Hazırlanmam gerektiğini düşünüp,ayağa kalktım.Sekteleyen sağ adımları ilerleyişini yavaşlatsada azmi kararlarının değişmesini engelliyordu.Aynı hızla bana doğru koşmaya başladı.Ardından koşan biri varmış gibi,hiç durmayacakmış gibi koşuyordu.Yerde fermuarı açık çantamın fermuarını hızlıca kapatarak,Osman'ın yanıma gelmesini birkaç saniye bekledim.Koşmaya başladığım sıra,çantayı çekiştirerek ''Berat dur bir dakka''dedi.Osman'ın arkasında koşan kimse yoktu.''Neler oluyor''dedim.
Bütün olanları anlatmadan önce etrafta bizi takip edenlerin olup olmadığını kontrol etmek amaçlı,böyle bir saçmalık yaptığını söylüyordu.''Gözlerini kapadığın sıra bayıldığını düşünerek birkaç kez daha tokat attım.Sadece isimler söyleyip bağırıyordun.Biraz dinlenmen gerektiğini düşündüğüm içinde.Çantanı başının altına koydum.Güzelce uyuyordun.Etrafdaki sessizliği dinlemeye başladım.Tünelin dışından gelen seslerden çok,ayağımda dolaşan fareler,rahatsız etmeye başlamıştı beni.Her yerdeydiler sanki.Bir çoğunu ayağımla ezmiştim bir çoğunuda akıntıya doğru hızlıca ittim.Aralarında anlaşmışlar gibi hepsi toplanmaya başladı.Üstelik akıntıya attıklarımda,yüzerek tekrar çıkıyordu.Sen uyuduğun içinde,hiç biri yaklaşmıyordu sanırım.Ayaklarımdan tırmanarak,üzerime doğru çıkmaya başladılar.Dizimden çıkanı aşağı atıyorum,sonra omzuma çıkanı sol elimle almaya çalışırken,bastığım bir farenin,yerlere püskürttüğü kanı,yüzünden dengemi kaybederek yere düştüm.Fareler hepsi birden bal arıları gibi iç içe geçerek,üzerimde kurtçuklar gibi kemirmek için yerlerini alıyorlardı.Nefes alıp vermekde hayli zorlaşmıştı.Başımı sağa sola çevirip,yüzümü örtmelerini engellemek istesemde, başarılı olamıyordum.Hareket edemediğimi anladım.Sonra''dedi.Bunları yaşamış olması ve benim bu olup bitenlerde hiçbir şey yapamamam mantıksızdı.''Beni neden uyandırmadın?''dedim.
Korku dolu gözlerini,şaşkın bir yüz ifadesi aldı yerini.Saçlarıyla oynayarak.''Sonra vücudumda bir eli hissettim.Bir silah patlaması duydum.Üzerimdeki pis kokulu fareler kaçışmaya başladı.Elimden tutup beni ayağa kaldırdın.''dedi.Sadece''benmi''diye cevap verdim.Devam etti duraksamadan.''Bir kaç adım yürüyüp,uzandığın yere omzumu dayayıp uyudum.''dedi.
Rüyaların gerçeklikten tek farkı,gerçekleri çok az yansıtmasıydı.''Yaşadıkların sadece rüya dostum.Uyandıktan sonra beni neden uyandırdığın hakkında bir fikrin varmı?''dedim.Hala yaşadıklarının gerçek olduğunu kabullenmekte ısrarcı davranmak istiyordu.Tekrar tekrar yaşadıklarını anlatıyordu.Beni sen kurtardın diye söylesede.''Silahım nerde peki?''dedim.Gözlerini kapadı.Hatırlamaya çalışıyordu.''Seni uyandırdım çünkü ben evet''dedi ve gözlerini açtı.''Sağ elimde bana verdiğin bıçak duruyordu.Ve ben uyuduğumda ellerimde hiç bir şey yoktu.Korktuğum içinde seni uyandırdım.''dedi.Gördüklerin belkide seni yanıltmış olabilir diyecektim.Hayır deyip sinirlenecek ve inanmadığım içinde bana kızacaktı.Onu rüyasında kurtarsamda,bana öfkesini,bağırarak yatıştırmaya çalışacaktı.Elinde bıçak olması ve silahlarımızın kaybolması,çantamdaki bezelyenin alınması,açıklanması kolay olmayan bir durumdu.
Osman'a mantıklı bir açıklama yapmak gerçektende güç,olanları bıkmaksızın tekrar başa sarıp anlatıyordu.Sözlerine müdahale ederek konuşmaya devam ettim.''Osman sen bir cerrahsın.Yaptıkların hep somut bir kavram insanları kurtarıyordun.Ölümle mücadele eden insanlara şifa verebilmek için günlerce haftalarca aynı hastanla çözümler ve teoriler yürüten biriydin.Şimdi ise çok farklı bir yaşam tarzımız var.Elimize geçen fırsatları değerlendirip,takipçileri ve bizi öldürmeye çalışanlarla mücadele edip,diri diri bedenlerinden ruhlarını çıkartıyoruz.Bize yapmak istediklerini yapıyoruz aslında.Gerçekle rüya arasında çözümleyebildiğimiz,tek düşüncemiz hepsinin rüya olmasını umut etmek.Üzülerek söylüyorumki bunların hiçbiri rüya değil.Saatler öncesi takipçilerin bizi bulması ve buraya kadar gelebilmemiz,değerli arkadaşlarımızı göç altında arayış yapmadan kaçmamız,mecbur bırakılmamız.Bize hayatın verdiği son şanslar olarak düşünmeliyiz.''dedim.Akıntıya dalıp gitmişti gözleri,konuşmamda aklı olduğum düşüncesiyle başını öne doğru iki kez salladı.Söylediklerim mutlu etmiyordu.
Gördüğüm rüyayı anlatmama gerek yoktu.Aynı rüyayı defalarca eksiksizce arkadaşlarımla paylaşmıştım.''Ve takipçilerin bizi bulması,imkansız denecek kadar zor bir ihtimal olması.Onlara bu ihtimali nasıl verdiğimiz hakkında,bir bilgimiz olmaması çok şaşırtıcıydı.''dedim.Osman konuşmamakda ısrar eder bir tavırla,oturduğu taş zeminden ayağa kalktı.''Devam etmeliyiz.''dedi.Her şeyi unutmuş gibi davranmaya başlamıştı yine.Bileğim biraz daha iyiydi.Ne kadar süre uyuduğumuz hakkında bir tahminim yoktu.Uyku vücudumuzun direncini azda olsa artırmış olmalıydı.
Çıkan haberleri eşimle izleyip,çok az tartışmıştık.Dünyanın biz insan ırkına tahammül edemediğini belirten,Pr.'lerin yanında eşlik eden,hocalar,bir kehanet ortaya sürüyorlardı.Yapılan savaşlar,işlenen suçlar,büyük günahlar ve bu günahların görülmemesi devam etmesi,bir tek nedenden dolayı dünyanın sabırla bekleyişi.Ertesi gün çıkan gazetelere,ilk sayfalarda manşet olması.İnsanlığı korkutmuş olacakki aramızda,konuştuğumuz tek konu haline gelmişti.O yıl arazilerinden,istedikleri mahsülü alamayan çiftçiler,kışı zor yaşadıklarını anlatıyorlardı.
Elimdeki zippoyu,parmaklarım arasından geçirerek,kokuyu unutmaya çalışıyordum .Osman elindeki bıçağı,yapmış olduğu kılıfa yerleştirip ara ara çıkartıyordu.Bu bir refleks halini almış olacakki,bıçağın kılıftan çıkarttığı sesi her dakika duyabiliyordum.Duvarın kenarlarında,yuvalarına girmeye çalışan fareler,yönlerini bir anda değiştirerek akıntıya hızlıca gitmeye başladılar.Duvardaki küçük yarıklardan çıkanlarda aynı hızla akıntıya gidiyorlardı. Miğdemde beliren anlamını çözemediğim,çoğu kez gırtlağıma kadar gelen acılı tat.Dilimin ucuna kadar gelip durmuştu.Ağzımı kapatarak yutkundum.Osman elimi çekiştirerek,tünelin duvarına yanaştık.''Ne oluyor''diyeceğim sıra.Akıntı hızı biraz daha artmıştı.Yıkılan binaların sesleri duyulmaya başlamıştı.Tünelin duvarları,ağzını açmış bizi içine alacakmış gibi, titremeye başladı.Akıntıdan savrulan sular üzerimize doğru,sıçramaya başladı.Sol elimle Osman'ın koluna girdim.Sağ elimle dengemi kaybetmemek için duvardaki küçük delikten tutunuyordum.Saniyelerce süren deprem,gittiğimiz yönün yüz metre kadar ilerisinde,çöken tünelin sesi kulaklarımızı sağır edecek düzeyde yüksekti.Akıntı yavaşlamaya başlamıştı. Duyulan gürültülü seslerde azalmıştı İkimizde yerde sırt üstü yatıyorduk.Üzerimize gelen sular,baştan aşağı sırılsıklam ıslak etmişti Tünelin dışında gelen çığlık sesleri sadece ''İMDAT'' olarak yankı buluyordu tünelde.Ayağımın arasında duran çantamı,alarak yırtılan askılığın arasında fermuarını açarak,ıslanmamış gömlek ve pantolonları çıkartarak,üzerimizdeki elbiseleri çıkartıp değiştirdik.
''İmdat''sesleri bir kaç silah patlaması sesiyle kesilmişti.Çantanın içinde işimize yarayacak hiçbir şey kalmamıştı.Osman çöken tünele doğru ağır adımlarla ilerlemeye başlamıştı. Hırkamı ve gömleğimi akıntıya attım,pantolumun ceplerinde işe yarar bir şeylerin olup olmadığını kontrol etmek için karıştırdım.Sağ cebimde Osman'ın beni çekmesiyle,zippomu o anki tedirginlikle cebime koymuştum.Sol cebimde ise yırtılmış küçük bir kağıt parçası buldum.Yazı ıslandığından,zarar vermek istemiyordum.Zippomu ilk çaktığımda alevlenmişti. Yazının üzerine doğru yakınlaştırdım.Bulanık bir yazı kalmıştı sadece Dağılan yazıyı netleştirebilmem için düzgünce açıp kuru bir yere serdim.Zippoyla sağ köşesinden yaktım, ıslak kağıt bir kaç saniyede tutuşup yandı.Söndüğünde bir cümleden oluşan sözü, okuyabilmem için biraz daha yakınlaştım.Göz bebeklerimin irileştiğini hissetmiştim.Bu yazıyı cebime kimin koyduğunu merak ettim.Osman'ın bana anlattıkları,rüya olmadığını anlamıştım.Notu birkez daha okudum.''TEK ÇIKIŞ GİRDİĞİNİZ YER.''diye yazılmıştı.
Gerçekten bir silah sesi duyulmuştu.Osman karanlıktan dolayı onu kurtaranın ben olduğunu düşünmüştü.Çöküntüye yaklaşan Osman bana doğru dönerek el sallyordu .zippomu cebime koyarak,çantamı duvarın köşesinde bıraktım.Osman'ı kurtaran ve bu notu cebime koyan kişi,elinde silahımız olsada,bizi görmemezlikten gelip bırakması.Üstelik onlardan bir kaç kişinin ölmesinede sebep olsamda,bana zarar vermemesi.Çok saçmaydı.
On iki metre genişliğinde çökmüş tünelde,beyaz bir kamyonet,akıntının ortasında sola yatmış şekilde,akıntının hızıyla ara ara bir kaç santim ilerliyordu.Kamyonetin yol ağzında olması ve depremle dayanıksız tünele basınç yapan kamyonetin ağırlığı sayesinde çökmüş olduğunu düşündüm.Her polis gibi,işlenen bütün suçların nasıl bir açıklaması varsa,burdaki olayında açıklaması buydu.Polis olduğum dönemlerde,olay yerinde yere düşen bir bardağın bir açıklaması varsa öyle bir açıklama oluşmuştu.Düşüncelerim çoğu kez beni yanıltmamıştı..
Çıkışımız hazırdı.Tek gereken silahtı.Kamyonetin kapısı açılmıyordu.Kilit yerine aralıklarla Osman bir kaç kez hızlıca tekme vursada,kapıda en ufak bir hareket görülmedi.Öfkeyle cama vurmaya başladı.Kırılan camın ayağını,parçalayacağını akıl etmemişti bile.Ayağına sarılarak. ''Ne yapmaya çalışıyorsun.''dedim.Kilit yerine bir tekme daha attı bu sefer.Kamyonetin üstünden inerek.''Nasıl açacağız kapıyı peki?''dedi.Sağ elimi uzatarak,''Bıçağını ver.''dedim. Kılıftan bıçağını hızlıca çekerek,keskin yerini uzattı.Camın aralığından bıçağı,yerleştirerek kilit yerine doğru hızlıca itekledim.İlk denememde açılır gibi oldu.Kapı kolunu denedim hemen açılmadı.Osman elimden bıçağı alarak sıranın kendisine geldiğini söylemek ister gibi kapı aralığında kalan bıçağı kilit yerine itmeye başladı.Defalarca denesede kapı açılmadı.
Bu ikinci oluyordu.Bıçağı camın arasında bırakarak,ağlamaya başladı.Söylemem gerekenler vardı.Önce kapıyı açmam gerekiyordu.Kapının kilit kısmına,bıçağı yerleştirdim,biraz oynattım.Kapının kilit sesi duyuldu.Kapıyı açtığımda,içerde biriken kötü hava,lahamdaki havadan daha itici kokuya sahipti.Gözlerimi kapadım ve bir adım geriye attım vücudumu. Kapı gürültülü bir ses çıkartarak kapandı.Koku beynime kadar ulaşmıştı.Çökükten dolayı tünele dolan temiz hava,kısa sürede kendime getirmişti.Tekrar kapıyı denedim, kilitlenmemişti.
Kamyonet kullanılır durumdaydı.Çöküntüden öncesiydi elbette.Kapı aralığından içeri akmaya başlayan su,yavaş yavaş kamyonetin ters duran zeminini doldurmaya başlamıştı .Zippodaki ışık yardımıyla,sağ üst köşedeki torpido gözünü açtım.Küflenmiş peynir, kaleşnikofun boş mermi kovanları ve sigara izmaritleri vardı.Torpido gözünü kapatıp koltukların arkasına baktım.Aradığım gıdalardan çok bir silahtı.Bu kadar boş mermi kovanlarının olduğu bir araçta kaleşnikof yada en azından bir tabanca bulacağımı düşündüm.Suyun dolmaya başladığı direksiyon aralığını sağ elimi uzatarak incelemeye başladım.Elime değen soğuk demiri hissetim.Çıkarttığımda bir metreden kısa bir zincirdi.
Kapıyı iki eliylede tutuyordu.Gecenin ayazı üzerimize soğukluğuyla,ayaklarımıza kadar işliyordu.Zinciri kamyonetin kasasına doladım.Tekrar içeri girip,son bir gözden geçirmek istedim suyla dolmaya başlayan kamyonetin içini.''Hadi çıkalım bi an önce burdan ''dedi.''Silah bulamadım''diye cevap vererek içeri girdim.
Israrlarında hiç bir zaman bıkmaksızın istediğini yaptırana kadar çocuklar gibi yalvarırdı.Ağlamaklı bu isteyişinde fazla direnemeyip kamyonetin içerisinden çıktım.Zinciri doladığım yerden alıp,yamaç halini alan duvardan tırmanmaya başladık.Bastığım bir taş parçasından,dengemi kaybederek geri geri kaymaya başladım.Dengemi korumak için Osman'ın kolundan tuttum.Öne doğru eğilerek,düşmekten ikimizide kurtarmıştı.
Yakınımızda bulunan binalar sarsıntıların sürekliliğini kabullenmeyip,hiçbir sebep olmadan yıkıldı.Birbirine bitişik üç bina yan yana yatarak,çökmeye başlamıştı.Gittiğimiz yöne doğru dönerek tünelden içeri koşmaya başladık.Yer kısa şok diye tabir ettiğimiz anlık sarsıntı başladı.Saniyeler sonra çöken binalar geldiğimiz yönü kapamıtştı.Akıntı kesilmişti.Çıkışa doğru koşmaya başladık.Bir ekmek bıçağından başka kendimizi,savunacağımız bir metreden kısa bu demir zincir var.Geldiğimiz yönden çıkmak,daha kolaydı.Adımlarımızı genişçe ve uzun atıyorduk.Yapmamız gerekenleri konuşmuyorduk.Kokudan kurtulmak yeterliydi.
İnançlarımız kayıp olmuştu.Korkularımız dünyada kendisini göstermişti.Dizlerimizin üzerine çöküp,gideceğimiz güvenilir bir yer seçmeye başladık.En yakın binalar,elli metreden uzaktı.Koşmamız gerektiğini söyledim.''Bu halde yürürsek daha ne''diye cevap verdi.''Aşağıda yaşadıkların hakkında cebimde bir not buldum.Notta geldiğimiz yönden başka çıkış yolu olmadığı yazıyordu.''dedim.Rüya olmadığını,gerçektende yaşadığını anlatıp,haklı olduğunu bilmesi memnun etmişti kendisini.''Ben çok susadım Berat,burdan çıkalım konuşuruz.''diye yanıt buldu korkularının cevabı.
Takipçilerin kurucusu,askeriyede onbaşı olarak görev yapan MERT TAKİPÇİ'ydi. Soyadından dernek açmıştı.Yaşanan ilk aylarda dernek küçük gruplar halinde toplanmaya başladı.Ellerindeki yiyecekleri fakir halkla paylaşıp,mahsül alabilmek için bir çok araziyide kullanır hale getirmişlerdi.Harman zamanı yaklaştığındaysa,istenilen mahsülü elde edememişlerdi.Aldıkları mahsülü kendi derneklerinin depolarında saklamışlardı.Mert takipçi liderliğinde ilk kaosu halkın arasına karışan takipçi dernek personellerinden Yiğit Atay'ın karşı karşıya gelmesiyle başladı.Ordu bu duruma karışmak istemiyordu.Çünkü Mert Takipçi ordunun besin zinciriydi.Ordu her zaman yanında kalmaktayı tercih etmişti ilk zamanlarda tabi.
Yiğit Atay halkı silahlandırarak,depolara ve ambar yerlerine saldırdı.Küçük depolarda zaferi elde ederken,büyük depolarda yüzlerce insanın ölümüyle sonuçlandı.Mert Takipçi Ordudan askeri destek alarak,şehrin azınlık yerlerinden insanları zorla doğuya doğru göçe zorlamıştı.Katliamlar efendisi olarak halkın arasında,kötü bir ünvana sahip olmuştu.Ordudan aldığı askeri gücüde,kendi liderliğine yerleştirerek.Ordudaki generalleri ve komutanlara suikast düzenleyerek,ordunun başına kendi generalliğini ilan etmişti.Halk direnişi bitmişti Sıklıkla olan depremlere karşı,kurdurduğu büyük çadırlarla,tek katlı tahta evlerle hayata meydan okuyordu resmen.
Halkı destemek amaçlı açtığı derneği,zamanla halkı yok etme projesine çevirmişti. Sebepsizce herkese ateş açtılar,yargısız infazdı.Yiğit Atay'ın gizlendiği yeri,öz kardeşi Mahmut'un bir yıllık su ihtiyacı ve orduda düzenli beslenmeye karşı Takipçi komutanlarla anlaştı.Kara olarak bilinen Mahmut,kardeşinin ölümünden sonra halkın diğer liderlerinide gizlendikleri yerleri açıklayarak,yollara kanlarını akıttılar.Aileler ve yaşlılar şehirden uzaklaşmaya çalıştılar.Uyguladıkları katliamların daha çok yayılmaması dile gelmemesi için kaçmaya çalışanları,yakalayarak sağlam binaların içine hapsetip,plastik patlayıcılarla patlatıp,mezarlarına gömüyordu sanki.Yaptıklarına dur diyecek lider kalmamıştı.İnsanları yollardaki cesetleri toplatarak iş yaptırıyordu.
Korkularım tüneldeki vampirlerden çok şehirdeki,bu zulum ordusundan nasıl saklanarak yaşayacağımız ve su bulacağımız hakkındaydı.Osman sağ işaret parmağıyla,mağara halini alan,büyük binanın aralığını gösterdi.Yüzü kömür gibi kararmıştı.Güneş yoktu henüz.Rüzgar esiyor ve hızlanıyordu.Şehirde serin başlayan rüzgar yerini fırtınaya sonra kasırgaya devrederdi.Çoğu kez bu böyle olurdu.
Gördüğüm rüyaların bir anlamı olmadığına karar vermiştim.Dünün bugünden tek farkı, arkadaşlarımızı kaybetmemizdi.Yumruğumu ne kadar çok sıksamda,öfkemi dizginleyem iyordum .Nefretle dolan hayatımıza,sevdiklerimizi kaybetmemizde eklenince, hayattan biraz daha soğuyorduk.Rüzgarın hızı yavaşlayacak gibi değildi.Tünelden kaçmamız an meselesiydi.Birbirimize işaret vermek için sabırsazlanıyorduk.Kokunun tünelden değişik bir tonu yoktu.Daha kötü denebilirdi aslında.
Görünürde hareket eden,kimse yoktu.''Hazırsan gidelim.''dedim.Bıçağı kılıfına koyarak,beline yerleştirdi.Eğilerek koşmaya başladık.Osman önde ben ardında,koşmaya başladık.Yıkılmış binalar arasında,rüzgarın şiddetli sesiyle,adımlarımıza eşlik eden,uçuşan poşetler ve toz bulutunun arasında,yönümüzü kaybetmemeye çalışıyorduk.Tüneldeyken çığlık seslerinin nerden geldiğini,düşünsemde ilerleyişimiz devam ettikçe,korkularımız azalıyordu.Tünelden kurtulmayı başarmıştık.
Takipçiler rüzgarın olduğu,zamanlarda prefabrik evlerinde dinlenmeyi tercih ederlerdi. Şehirde yağmur yağmazdı.Depremlerden sonra sadece kuru rüzgarlar eserdi. Kasırganın evlerini yok edeceği korkusundan,bir arada durmak,onları daha korkusuz kılardı sanki. Kasırganın gücü karşısında,dayanaklılık gösteremezlerdi prefabrik evleri ve çadırları.Bu yüzden yiyeceklerini arıtma tesislerinde saklarlardı.Şehir içerisinde akan,çamurlu suyu arıtırlardı.Deniz suyundan daha ucuz maliyetli ve arıtımı daha kolaydı.Tonlarca depolarında suları vardı.Enerjiyi nasıl elde ettikleri hakkında,bilgimiz yoktu.
Rüzgarın esişi yavaşlamaya başladı.Yıkılmış binanın iki metre genişliğinde,mağara girişi halini almış,koca bir delik vardı.Osman'a göre daha kısa ve zayıf sayılırdım.İçeriye önce ben girdim.Giriş kadar geniş değildi içerisi.Yol uzadıkça alan daralıyordu.Mağara Yapılandırma çalışmalarında,kepçeler yıkılan binaları,bir araya getirerek yığınak haline getiriyorlardı.Bu beton mağarada böyle olmuş olmalı.Bizden önce kalanlarında,dışkıları ve uyumak için topladıkları yastık,yorgan vb. eşyalar vardı.İçerisi labirent halinde,ikili üçlü yollardan oluşuyordu.Kimseler yoktu.
''Tünelden çıkmadan önce haklı olduğumu söylüyordun.Şimdi anlatabilirsin.''dedi.Yerlerde serili halı ve yorganları bir araya getirerek,uyuyabileceğimiz döşek haline getirdim.Yan yana uzanarak,rahat bir uyku için hiç bir sorun olmadığını biliyorduk.Kısa kısa tünelde cebime koyulan nottan ve yaşadıklarından bahsettim.Not okunmadığından yakmıştım.İnanması içinde silahlarımızın ve çantamdaki kalan yiyeceklerden hepsinin çalındığını yada canımız karşılığında alındığını unutmamamız gerektiğini söyledim.Vampir dediklerimizin takipçiler gibi kötü olduklarını ve daha kötüsüde insan yedikleri gerçeğini düşünürsek,bize zarar vermeden çekip gitmeleri,hiçde mantıklı değildi.Belkide Osman'ı kurtaran yani gördüğü tek kişiydi,yanımıza gelen.Bir çok sonuç çıkabilirdi.Daha fazla uzatmayıp,hayatta kalmamız bizim şansımızdı.
Çocuklar gibi hiç horlamadan uyuyordu.Montumu çıkartarak,üşümesini istemediğimden üzerine serdim.Kokuşmuş bedenimizin,ölülerden tek farkı nefes almamızdı.Uyandığımda aynı rüyanın şaşkınlığıyla gözlerimi açacağımı biliyorum.Elif yine ağlayacak odamdan çıkıp,yanına gidip,almak istediği oyuncak bebeği verdiğimde ağlaması bitecek.Eşim Zehra mutfaktan çığlık atıp Berat diye bağıracak,mutfağa gittiğimde,elindeki porselen tabağı almak istediğim zaman,yere düşecek,parçalara bölünen porselen tabaktan bir parça alıp,gidecek ve hiçbir şey olmamış gibi uyanacaktım.Rüyamda bu döngü her zaman oldu.Değişik bir rüya görmeyeceğim.Rüyalarımı değiştirme şansım yok sonuçta.
Saklandığımız yerde oda kokularının kalıntısı,tam anlamıyla karanlık olmasada beni evimde hissetiriyordu.Osman'la sohbet ederken,uzun sürmeden gözleri karanlığa dayanamayıp kapanmıştı.Bedenim güçsüz olsada,uykuya hasret gözlerim,açlığımı yatıştırmıyordu.Bir mucizeye ihtiyacımız vardı.Girdiğimiz bu ölüm orucundan kurtulmamız gerekiyordu.Şehir eskisi gibi,yemek atıklarıyla dolu değildi.Açlığa katlanamayan bizim gibi,aç insanlar buldukları her yiyeceği,düşünmeden tüketiyorlardı.Takipçilerin iş güzarlığından olacakki,çoğu zehirliydi.Yiyecekleri tüketenler,bir kaç saat içerisinde,ruhlarını boşluğa teslim ediyorlardı.
Aç ölmektense tok ölmeyi tercih ediyorlardı,belkide.Acısız,ağrısız ölüm.Uykuya dalar gibi,bedenlerini ölüme bırakıyorlardı.
Uyandığım zaman çoğu kez çığlık atarak,gözlerimi açıyorum.Bu korkumdan dolayı,Osman uyurken,uyumam yanlış bir seçim yapmış olacağımdan,büyük riskler almış olurum.Bu küçük mağaradanda kaçış yolu yok.Zippomun ışığını açarak.Bulabileceğim kullanışlı elbise yada ihtiyacımız olacak herhangi bir şey umuduyla,dar girişlere yöneldim.Dörtten fazla labirent şeklinde,kıvrımlı yol alan küçük tüneller vardı.Buraya bizden önce gelenlerin yapmış oldukları çıkış yolları olmalıydı.Girişlerin hepside her insanın rahatça sürünerek ilerleyebileceği düzene sahipti.Girişe yakın yerde,açılan bu yollardan birine girdim.Beton tuğlalarla örülmüş gibiydi sanki.Kusursuz bir işçiliğe sahipti neredeyse.Depremden zarar görmüyordu.Bu yığınaklar son hallerini almış gibiydi.Diz çökerek ilerlemeye başladım.Korkularım beni geri adım atmaya tetiklesede.Açlığın karşısında hep yenik düşüyordum.
Tuğla ve taştan başka,hiçbir şey yoktu.Zippomun ışığı sönüp sönüp açılıyordu.Devam etsemde bulabileceğim bir şey bırakılmamıştı.Yönümü değiştirmek için,ayaklarımı öne doğru uzatarak,ters dönüp dizlerimin üzerinde,yavaşça yürümeye başladım.Gördüğüm küçük sandık kutu,tavan kısmında asılı duruyordu.Kolon gibi sıkıştırılmıştı.Alıp almamakta tereddüt bile etmedim.Özel bir kutu olduğu,durduğu yerden anlaşılıyordu.Kırk santim uzunluğunda,on,onbeş santim genişliğinde,kahverengi deriyle kaplı bu kutunun,sadece alt kısmı görünüyordu.Yerinden çıkardığım anda,kutunun üzerinde duran yüzlerce kalem,kar taneleri gibi dizimin üzerine dökülüverdi.Kutunun üst kısmında,beyaz metal renginde yapılmış küçük bir kulp vardı.Kutunun kapağında anahtar girişi yoktu.Pantolonumun arka cebine yerden birkaç kalem alarak yerleştirdim.Kapağı açılmayan bu kutuda,içecek bir bardak su dahi olsa,yeterli olacağını düşünmüştüm.
Zippomdaki piller bitmişti.Çıkışa doğru ilerledikçe,karanlık biraz daha aydınlanıyordu.Kahverengi deri kaplı bu kutu,boyutu kadar ağır değildi.Çıkışa yaklaştığımda, Osman'ın kısık sesi duyuluyordu.Birine bir şeyler anlatmak zorundaymışcasına sesi ara ara acılarla bütünleşiyordu.Uykusunda konuşmadığından emindim.Tek silahımız Osman'ın bıçağıydı.Oda bende değildi.Konuşmalar uzadıkça,sesler biraz daha yükselmeye başlamıştı.Girişe kadar ilerlemiştim.Osman yalnız olmadığını,özelliklede takipçilerden biri olmadığını anlatmak istesede,karşısındaki bunu kabullenmiyordu.Karanlık bir gölge gibi,ayakta duran kalın sesli adam,elini kaldırarak,
__Yalnız değilsin ve takipçilerden de olmadığını söylüyorsun.Arkadaşın nerde? dedi.Osman'ın nerde olduğum hakkında en küçük bir fikri dahi yoktu.Vereceği cevap aynı olursa,adam çelişkiye düşmeden,Osman'ı öldürmek isteyecekti.
__Bana inanmak istememekde haklı olabilirsin,kendimi defalarca tanıttım ama senin kim olduğunu bende bilmiyorum.Elindeki silaha bakılırsa,takipçilerden birisin ve giyiminde çok güzel.Takipçi olma şansım varmı?Hiçbir takipçi bu kılıkda dolaşıp kendini riske atmaz değil mi?dedi.Osman'ın bu sorusu karşısında,adamın sesi kesildi ve düşünmek için bir kaç adım geri çekildi.
Dizlerimin arasında duran sandığı,aldığım yere götürüp saklamam zaman kaybından başka bir şey değildi.Kararımı hemen vermem gerekiyordu.Sessizce beklersem,adam tek kalan arkadaşımı ya öldürecekti,yada beraberinde götürecekti.O zamanda yalnız kalacaktım.Cesurca davranıp,adamın karşısına çıkıp ne diyebilirim diye sessizce düşünmeye başladım.Bunları düşünürken adamı gözlerimden ayıramıyorum.Sonunda yapmam gerekeni buldum.
Sesim çıktığı kadar ''Osman''diye bağırmaya başladım.Osman ve adamın bana doğru geldiklerini duyabiliyordum.Acılar içinde ağlıyordum.''Osman bana yardım et.''diye Ağlayışlı yalvarışım karşısında,Osman adamın yanında cevap verememişti.Adam dilinde bir şeyler söyleyerek soğukkanlı tavırlarını bozmadan girişe silahını bırakarak içeriye girdi.Silahını bırakması hiçde mantıklı değildi.Adam karanlıkta beni görmeden duvarlara tutunarak yaklaşıyordu.Planım istediğimden daha güzel bir biçim kazanmıştı.
Adam sol ayağımı tuttuğu zaman sesim kesilmişti.Yalnız olduğunu bildiğim için rahatsız edici bir durum yoktu.Sağ elimdeki sandığı kaldırarak sol elimle sandığın alt kısmını avuçlarının arasına yerleştirdim.''Neler oluyor''demeye fırsat vermeden,bulunduğumuz durum hakkında bilgi vermek istedim.''Elinde tuttuğun sandığın içinde patlayıcı bir düzenek var ve bunu biraz önce sohbet ettiğin arkadaşım yaptı.Ben üst kulbu tutuyorum.Düzenek üst kulba göre yapıldı.Sandığı bıraktığın zaman,içindeki patlayıcı,on saniye içerisinde patlayacak.''dedim.
Birkaç saniye sessizliğini bozmadan,düşündü.''Berat ne diyorsun''dedi.Sandığı elinden alarak,''Osman sensin değilmi?''dedim.Soruma yanıt vermeden,çıkışa doğru ilerledi.Kulak misafiri olduğum,konuşmalar ve gölge gibi görünen adamın hayal olması imkansızdı.Girişte bıraktığı silaha baktığımda,yerinde yoktu.Merakımı yenmeden ikinci sorumu sordum ''Osman neler oluyor?''dedim.Bu sığ delikten,çıkıp girişe doğru eğilerek bana bakarak suskunluğunu bozmadan,sol elini yüzüne doğru götürerek,yüzünü ovuşturdu.Çıktığı zamana kadar yerimden,hareket etmeden,konuşmasını bekledim.
Koşuşturmalar duyulmaya başlamıştı.Sesler her yerden geliyordu.Arkadaşlarımızı kaybettiğimiz ana benzer korkular,geri gelmişti.Vücut kaslarım gerildiğinde,kalbim hızla çarpmaya başladı.Osman'da sesleri umursamamazlıktan gelmedi.Kaçışımız imkansızdı.Mağaranın girişine gelmişlerdi.Yanıma gelmeyi reddetmiş gibi,doğrularak mağaranın girişine doğru ilerlediğini gördüm. ''Osman gel''diyeceğim sıra,ölüme doğru gitmek ister gibi,ardına bakmadan gitti.Geri dönmeyeceğini söylemek istesede,buna vakit yoktu.
Osman ilk depremde yanıma gelip,eşi Elif'i kaybettiğini söylediğinde,kendini tutamayarak ağlamaya başlamıştı.Birkaç günü kalan Fazıl'ın dünyaya gözlerini açması çok yakındı.Eşi hastahanede kalmayı kabul etmeyip,şehirden bir saat kadar uzaklıktaki,dağ evinde kalmayı istemişti.Osman'da hamile eşini üzmek istemeyip,hastahaneden birkaç günlüğüne ayrılmıştı.Doğacak oğluna ise trafik kazasında kaybettiği,amcasının ismini koyacaktı.Elif o gece ısrarla şehrin merkezinde kalan annesini alıp getirmesini istemişti.Osman birkaç kez hayır desede,eşinin ısrarları üzerine,kabul etmek zorunda kalmıştı.Osman şehrin merkezine geldiğinde saat gecenin ikisine geliyordu.Trafiğin o saatlerde olması ilginç bir olaydı.Eşinin annesi Sakine'nin evine geldiğinde evde yoktu.Oysa eşi Elif annesini arayıp,Osman'ın evden alacağını söylemişti.Annesi Sakine hanımın cep telefonunu birkaç kez aramasına rağmen telefona cevap vermemişti.
Birkaç blok ötesinde oturan küçük kızı Merve'ye gitmiş olabilir diye dilinin ucunda söylenmeye başlamış.Arabadan inerek,yürümek istemişti.Çok uzak değildi sonuçta.İlk sola döndüğünde,blok karşısındaydı.Ama bir sorun vardı.Kaldıkları dairenin en üst katı alevler içinde yanıyordu.Ne yapacağını bilmiyordu.Etrafta kimseler yoktu henüz,birkaç kişi binadan çığlıklar içerisinde bahçeye kaçışıyorlardı.Neler yapılması gerektiği basitti aslında,itfaiye aranıp,yangın söndürelecekti.Bunu yapmadığı gibi,arabasına giderek,Elif'in yanına gitmesinin daha iyi olacağını düşündü.
Şehir dışındaki evine yaklaştığında,kendini sorgulamaya başladı.Doğrumu yapıyorum, binada Elif'in annesi yada kardeşi olabilir.Onların yanında olmalıyım.Bir şey olmasa bile, ordan kaçmamı,hoş karşılamayabilir,diye söylenip duruyordu.Eve yaklaştıkça ayağını gaz pedalından çekiyordu.''Elif'e söylenecek bir bahane ve gerçekleri öğrenmesi,çocuğumuza zarar verir.Evet ailesine düşkün bir insan,sonuçta babasını geçen yıl,ilk baharda kaybetmişti.Annesi için çok endişeleniyor.Evet geri dönmeliyim,dönüp onlara yardım etmeliyim,''dedi
Geceleri şehir dışına uzanan yollar,genellikle sakin olurdu.Hızını biraz daha yavaşlatarak düz yolda dönmeye çalıştı.Dikkatini bir an kaybettiğinde,araba yol dışına çıkarak,toprak zeminde arabanın ön tekerleri askıda kaldı.Bir kaç kez ileri geri yapsada,araba yerinden oynamıyordu. Elleri titremeye başlamıştı.Arabadan çıkıp,kaldığı yerden çıkarmak için çabalasada tek kişinin başaracağı bir iş değildi.Korkuya kapılıp,ailesinden biri,eşini arayıp, binada yaşanan olayları anlatmış olabilir.Cep telefonundan hemen eşini aradı.Annesi gibi eşide telefona cevap vermiyordu.Arabanın anahtarlarını çantasına koyarak,evine doğru koşmaya başladı. Çantasından çıkardığı el feneri karanlığa ışık tutsada,korkuları büsbütün artıyordu. Koştukça düşüncelerinde beliren,kötü olasılıkları silip atamıyordu ve daha hızlı koşmaya başlıyordu.Evlerine üç kilometre kadar bir uzaklık söz konusuydu aslında ve evdede başka araç yoktu.Eşini arasalar bile çıkıp bir yere gidemez.Bu düşünce biraz kendisini rahatlatmış olacakki,yürümeyi tercih etmişti.
Karanlık bulutların arasından çıkan ay ışığıyla,çevresinde dolaşan tilkileri ve ağaçların arasında uçuşan baykuşların hareketlerini görebiliyordu.Neyseki saldırıda bulunan bir hayvan yoktu.Yolunda sağa sola sapmadan seri adımlarla ilerliyordu.Evine altıyüz metreden fazla uzaklık kalmamıştı.Çevresinde duyduğu sesler eve yaklaştıkça azalmıştı ve hayvanların korku dolu sesleriyle ağaçların arasından,çıkıp kaçışmaları onuda korkutmuştu.Paniğe kapılıp koşmaya başladı.Ağaçların arasına dalan yırtıcı bir hayvan huzursuzluklarına sebep vermiş olacakki,kaçtılar.On dakikalık yolunu birkaç dakikaya düşürmüştü.Bahçeye yaklaştığında eşi evin ikinci katındaki balkonda ağlayarak konuşuyordu.Korktuğu başına gelmiş olmalıydı. Annesi kız kardeşi yada her ikiside yangında zarar görmüş olabilirdi.Bahçenin giriş kapısına geldiğinde,ayağı kayarak yüz üstü yere yuvarlandu ve başını bahçe kapısına vurdu.
Uyandığında sabah olmuştu ve başı çok ağrıyordu.Gömleğindeki kan izleri korkutmuştu. Saçlarına dokunduğunda alnına kadar kuruyan kan kabuk halinde sertleşmişti.Elleri buz gibi olmuştu,bunu hissedebiliyordu.Ayağa kalkmadan önce neler olduğunu hatırlamaya çalıştı . Geceyi hatırladı eşi balkonda telefonda ağlıyordu.Bahçe kapısına tutularak uzandığı beton zeminden kalkmak istedi.Hareket etmekte güçlük çekiyordu.Bedeni kütük gibi kaskatı kesilmişti.Kollarını biraz hareket ettirerek,yumruğunu sıkıyordu.Biraz daha ısındıktan sonra birkez daha bahçe kapısına tutunarak kalkmaya çalıştı.Ayaklarını hissedebiliyordu şimdi biraz daha iyi olduğuna emindi.Rahatça ayağa kalktı.
Göz bebekleri büyükçe açılmış olmalıydı.Bahçenin kapısından içeriye girememişti.Elif diye bağırdı.Gözyaşları dolarak ağlamaya başlamıştı.Evleri beton yığını haline gelmişti.Elif yoktu.Bahçe kapısı açılmıyordu.Duvardan atlayarak yıkılan evlerine geldi.Elif nerdesin?diye yüzlerce kez bağırmıştı.Elif yoktu.Elif ve oğlumuz yok artık,onları benim yüzümden kaybettim,diye defalarca kendini suçladı.
Osman bu yaşadıklarını bir tek bana anlatıyordu.Her anlattığında göz yaşları dolar çocuklar gibi ağlardı.Acısını tekrar tekrar yaşatırdı kalbine,kendini suçlayarak.O gece Osman bahçenin kapısına başını vurduğunda,birkaç saniye gözleri açık kaldıktan sonra uykuya dalmıştı,öyle diyordu,aslında bayılmıştı.Fazla uzun sürmeden birkaç dakika sonrasında o ilk büyük deprem gerçekleşmişti.Elif korkusundan çıkışa doğru yürümeye çalşırken bina yıkılmıştı.Balkonda kalsaydı bir ihtimal yaşayacaktı belkide.
Elimdeki sandığın ne olduğundan habersiz,başka bir kaçış yolu bulmak için ters yöne dizlerimin üzerinde sürünerek ilerlemeye başladım.Sandık ellerimin arasında,açılmayı bekliyordu.Şuan için zamanı değildi.Osman'ı yakalamıştılar ve bağırarak,takipçiler sorguluyordu.Hiç bir soruya cevap vermiyordu.Üzerimde yada bir kaç metre uzağımda olmalıydılar.Yanlış bir zemine basıp,dikkatlerini çekmemek oldukça yavaş hareket ediyorum.Osman benim için kendi hayatını,feda etti.Sorgulamaları bittiğinde silahlarıyla birkaç el ateş ettikten sonra ölecekti.Yönümü bulmam için zippomun ışığını açıp,çıkış bulmam gerekirdi ama zippom Osman yanıma geldiğinde kaybolmuş olmalıydı.Osman'ın yanıma gelmeden önce birisiyle konuştuğunu biliyordum.Yanıma o karanlık gölgede ayakta duran adam gelmişti.Yanıma gelenin Osman olması ilginçti.
Osman hayatının son günü olarak bahsettiği depremde,eşini yıkılmış duvarlar ve ev eşyaları arasında ararken,ağaçların arasından biri koşarak gelmişti.Yetişkin bir çocuktu.Koyu kahverengi gözleriyle,yıkılan eve bakarak,hiç konuşmadan,çökmüş evin üzerinde yürümeye başlamıştı.Osman hiçbir şey sormayan bu çocuğa biraz baktıktan sonra aramaya başlamıştı. Eşinin hayatta olduğuna inanıyordu.Zaman ilerledikçe umutları kayboluyormuşcasına,bir erkeğin çoğunlukta yapmadığı,çığlık atmayı,defalarca yapmıştı ve ağlamıştı.Yıkılan evin üzerinde yürümeye başladığında,çocuk yoktu.Hiçbir şey söylemeden gitmişti.Çocuğun olduğu yöne ilerlediğinde,beyaz bir yorganın üç metre genişçe serildiğini gördü.Burdan daha önce geçtiğini anımsadı.Düşüncelerini kendisiyle paylaşıyordu.Hayır daha önce buraya baktığımda,bu yoktu,deyip.Korkusuyla yüzleşeceğini düşünmeden beyaz perdeyi çekti. Gözlerine inanamamıştı.Defalarca gözlerini ovalasada eşinin kız kardeşi,üzerine yıkılmış vitrin ve pirketler,ölmesi için yetmişti.Alnından açılan kocaman yarık ve vitrin camının bütün parçaları tek tek üzerine saplanmıştı sanki.Osman daha fazla bakamayarak neler olduğunu düşünmeden,yıkılan umutlarından uzaklaşmıştı.Çocuğu hatırlamıştı sonrasında,gerçekmiydi hayalmi görmüştü.Ne düşünmesi gerekirdi,bilmiyordu.Tünelde benimde gördüklerim hayal ise Osman'a çok büyük bir kötülük yapmıştım.
Sesler zaman ilerledikçe azalmıştı.Takipçiler beraberinde Osman'ıda götürüyor olmalıydı. Buldukları kişilerin yalnız olmadıklarını bilirlerdi.Yapmış olduğum bu kötülükten bir çıkış yolu bulmalıydım.Karanlığa doğru ilerledikçe,vücudumu tekrar saran yorgunluk,ağır ağır halsizleşen ellerimin arasından düşen,sandık sonrasında olduğum yerde uykuya sızıp kalmıştım.
Rüyamı görmeyi beklerken,uyandığımda gördüklerimin ne olduğu hakkında en küçük bir fikrim dahi olmaması alışık olmadığım bir durumdu.Sevinmelimiyim üzülmelimiyim anlamış değilim doğrusu, yalnız kalmakla beraber Osman'ı kaybedişim,bir kez daha sevdiğim son insanı kaybedişimdi.Çok kısa akıllarda iz bırakmayacak kadarda olsa bir rüya görmüş olmalıydım.Aklıma gelse bile,saniyeler sonra yine unutacaktım.Sandığı tekrar sıkı sıkı ellerimin arasına alarak,çıkışa doğru ilerledim.Kimseler yoktu.Yinede temkinli hareket ediyordum.Korkular insanların bütün içtenliğiyle besleyip büyüttüğü,farklı bir duygu olmalı.Labirent girişinde zippoma tekrar kavuşmuştum.Osman uyuduğu yerde,bir şeyler daha bırakmış olmalıydı.Yanımdan ayrılırken,hiç bir şeyden söz etmeden,bir erkeğin ihaneti gibi terketmişti sanki.Karanlık daha basık olmuştu.Çevremdeki sesleri aralıklı nefes alıp verirken dinliyordum.Zippomun ışığını şimdi açmalımıyım diye düşündüm.Ya da fazla vakit harcamadan,hemen bu mağaradan çıkmalıydım.Heyecanım arttıkça,kalbim hızla çarpıyordu. Işığın rengi sarımtırak bir şekilde,mum ışığından bir farkı olmadan,aydınlatıyordu.Uyuduğu yere geldiğimde,hiç bir eşya yoktu.Takipçiler almış olmalı,hayır neden bu kullanışsız eşyaları almak istesinler,diye söylenmeye başladım.Sanki çok önemliymiş gibi kendi kendime kızıyordum.
Sağ elimle sandığı taşıyarak,mağara çıkışına doğru yürürken,gündüz Osman'ı sorgulayan adama ait ayak izleri olup olmadığı merakı ile,kapattığım ışığı tekrar açarak,durduğu yeri hatırlamaya çalıştım.Mağara içini biraz daha dolaştım,takipçiler bütün varolan izler varsada bozmuşlardı.Beton duvarların arasına sıkıştırılmış,hatta göz önünde unutulmuş,kocaman bir silahtı gördüğüm.Silaha doğru yürüdükçe ne olduğu daha belli oluyordu.Bu bir kaleşnikoftu.Sandığı yere yavaşça,bıraktım.Silaha ellerimle dokunacağım sırada,aklıma Sadığın kamyonette bulduğu,kaleşnikof sonrasında,takipçiler yerimizi bulmuştu,öyle olmasada farklı bir açıklaması yoktu.Sandığı bıraktığım yerden kaldırarak,hızla koşarak mağaradan ayrıldım.Çıkışı kontrol etmeden,koşuyordum.Nereye gittiğimden habersizmiş gibi,miğdemde bir tiksinti belirdi.Bunu açıkça hissedebiliyordum.Sandığı yere bırakarak sırt üstü uzandım.Çevremi dikkatlice süzdüğümde,çıktığımız pis kokulu tünele yakın olduğumu farkettim.Gizlenecek bir yer yoktu.Bunu gündüz tünelden ayrılırken farketmiştik aslında.
Sabah vakti olduğunda ilk dolaşan takipçi konvoylarına raslayacağım büyük bir olasılıktı.Kaçışımda imkansızdı,çevrem yıkılan binalarla dolu,gizlensemde yiyecek aramam için yinede yakalanacaktım.Tünelden devam edip,şehrin merkezine rahatlıkla yol alabilirim. Cebime bırakılan nota göre,tünelin sonunda çıkış yoktu.Deprem sayesinde bir çıkış bulup çıktık.Sesli düşünmeye başlamıştım.Kendimle sohbet etmek en sıkıcı durumdu,ilginç olan sonuç ne olursa olsun,karar verdiğim ilk somut düşünce neyse onu uygulardım.Tünele girmemem için bir çok neden olsada,girmem gerektiğini düşünmüştüm bu kararımdan asla vazgeçmeyeceğimden emindim.
Sandığın özel bir kilidi olmalıydı.Salladığımda duyulan bir ses yoktu.İçindeki her neyse sabit tutturulmuş olmalı,bu dikdörtgen kutunun gizli ve özel bir şeyi taşıdığı açıkça anlaşılıyordu. Her tarafı özel bir deri ile yapıştırılmış,mükkemmel biçimde kaplanmıştı.Zarar vermemek içinse,sabahın ilk ışıklarında,açmamın daha iyi olacağını düşünmüştüm.Sandığın gizemi ile ilgilenirken,çevremde bana yaklaşan kişilerin seslerinden habersiz,hayaller kuruyordum.
Mağaranın çevresinde el fenerleri ile dolaşan takipçilerin,gürültülü karmaşık sözlerle, küfürlü konuşmaları,gecenin sessizliğini bozmuştu.Konuşmalarımı duymuş olmalılar evet,öyle olmalı diye dilimin ucunda kendimin duyabileceği şekilde konuşmaya devam ediyordum.Mağaranın içinden çıkan iki şapkalı takipçi,etrafındakilere ağır hakaretler etmeye başlamıştı.Sadece ikisi konuşuyordu.Diğer takipçiler ise cevap vermek isteselerde sesleri duyulmayacak kadar alçak çıkıyordu.Şapkasını çıkartan bu adamlardan en iri yarı kalıba sahip,sivri sözlerine devam ederek,önünde açıklama yapmaya çalışan adama,bütün öfkesini çıkartacak şekilde,yüzüne doğru yumruğunu sallamıştı.Adam gelen yumruktan habersizce,direniş göstermeden yere yıkıldı.Acılar içinde anne diye ağlayışı çok garipti.İri yapılı adam öfkesini dizgenleyemeyip,yerdeki adamı tekmelemeye devam etti.Diğer şapkalı adam,iri yapılı adamı durdurmak istesede,o da tekmelerden nasibini almıştı.Yerde bayılmış halde acılar içinde sızlayan adam,elleriyle yüzünü örtmüştü.Şapkalı adam,omzunda asılı duran keleşini,iri yapılı adama,çevirerek,üst üste beş el ateş etti.Yerde yatan adamı kaldırmaya çalışan,diğer takipçiler,olanları görmemezlikten gelirmiş gibi bir tavırla,iri yapılı adamın son nefesini verişini bile izlemeye gerek duymamışlardı.Şapkalı adam omzunda askıda duran keleşi çıkartarak yavaşça yere bıraktı.Yerde ölü halde yatan adama yaklaşarak,üzerindeki elbiseyi araştırmaya başladı.Cebinden ne çıkıyorsa,incelemeden kendi kabşonlu montunun sol cebine koyuyordu.Uzun süre beklemeden uzaklaşacaklardı.Şapkalı adam,ölü adamın kıyafetlerini didik didik aradıktan sonra,adamın yere düşen şapkasını,alarak yerde yarı baygın halde duran adama uzattı.Adamın elinde tuttuğu şapkayı,havaya doğru atarak,yüz üstü düştü.Ne olduğunu anlamamıştım,benim gibi diğer takipçilerde bu durumu anlamış değillerdi.Saniyeler sonrasında,tünelden ilerleyen kalabalık grup,yerde baygın adamın başında bekleyen takipçilere doğru av tüfekleriyle ateş ediyorlardı.Onlarda karşılık vererek tünele doğru ateş etmeye başladılar.Hepside korkusuzca,takipçilerin üzerinlerine doğru yürüyorlardı.Takipçilerin kişi sayısı azdı.Silahları güçlü olsada,cesaretlerinden her zaman şüphe duyulurdu.Kan emicilerin karşısında,yetersiz kaldıklarını anladıklarında,asvalt yola bıraktıkları araçlarına binerek uzaklaştılar.Ölen iki takipçinin,üzerindeki giysileri ve çantalarını aralarında paylaştılar.Onların üzerine mağaradan buldukları bez ve tahta parçalarını atarak,ikisinide yaktılar.
Yanan ateş etrafında toplanmaya başlamışlardı.Tünele giriş imkansızlaşmıştı.Yerde baygın duran adam hala kendine gelebilmiş değildi.İki kişi ayaklarından,tutarak tünele doğru sürüklüyordu.Yaktıkları bu cesetleri,yemeleri imkansızdı.Şapkalı adamın nasıl öldüğüyse,çok garipti.Birden yüzüstü devrilmişti.Kaçmaktansa kalabalığı izlemek daha güzelmiş gibi,sessizce ellerimin arasında duran sandığı açmak için fazla zaman olmayacaktı.Takipçiler daha kalabalık gelecekti.Burdan çokda uzaklara yol gidemeyeceğimden emindim.Sandık gizemini korurken,hangi yöne gideceğim hakkında,net bir fikir bulamadığımı anladım.Kararsızca bir sona yaklaştığımı hissedebiliyordum.Kan emicileri izleyerek,geri geri yavaş adımlarla ters yöne doğru ilerlemeye başladım.
Takipçilerin mağarayı ziyaret etmeleri ilginçti.Mağaradaki silahı yerinden dahi oynatmamıştım.Nasıl bir teknoloji kullandıkları hakkında kimsenin bilgisi yoktu.Sadece onlar biliyordu.Bastığım her adımın sessiz olması için çok dikkatli davranmama rağmen,üçten fazla kan emici üzerime atlayarak,ellerindeki sopalarla rasgele vurmaya başlamışlardı.Kendimi savunmak için sandığı elimden attım.Mücadelem fazla uzun sürmeden,ateş başında bulunan diğer kalabalıkta bana doğru akın etti.Vurdukları darbelere karşı bedenim direnemeden bayılmıştım.
&&&& TÜNEL &&&&
Rüyalar alemindeki yolculuğum,istenilenin dışındaymış gibi bir hal almıştı.Eşim ve küçük elif'in bağrışmaları ve ağlamaları karşısında,hiç bir tavır sergilemeden,bulunduğum odanın camını açtım,yüksekliğin mesafesini ölçmeden,kendimi boşluğa bırakmıştım.Gözlerimi açtığımda,ellerim arkadan bağlanmış,ayaklarım ise dizlerimin üzerinden kalın bir iple belime kadar dolanıp sarılmıştı.Bir metre genişliği olan bu çukurun yüksekliğini seçebilmem imkansızdı.Karanlık herşeyi örtüyordu.Burnumun üzerinden yavaşça akan kan duduğıma damla damla inmeye başladı.Rüyamı unutup neler olduğunu hatırladım.İki yada üç farenin ayakkabımın topuklarını kemirmeye başlamasıyla,oturduğum yerden irkilerek ayağa kalkmaya çalıştım.Bunu imkansız hale getirmişlerdi.Hemen yanımda bulunan taşa,dizlerimin arasından geçen ipi bağlamışlardı.Fareler uzaklaşsada,uzun süreli beklemeden, ayakkabılarımı kemirmeye devam ettiler.Ayakkabımı kemirmeye devam ederlerse,bu aç fareler kanımı emmeye başladıklarında,hiç durmadan saldıracaklar korkusu aklıma geldikçe,ipleri çözmek için çabalıyordum.Kan emicilerin beni bu şekilde ölüme sürmelerinin sebebi,açıktı.Onlardan dört kişiyi öldürmüştüm.Beni nasıl hatırlıyor,olabilirler,sesimden tanımış olabilirlermi?Aklımdan yüzlerce düşünce geçmeye başladı.Böyle düşünmeye devam edersem,fareler hedeflerine ulaşmış olacaklar.
Dua etmeye başlamıştım.Ölümüm böyle olmamalıydı.İnançları yıkılmaya hazır insanlar olsakta,korku dolu anlarımızda,yalvarmak bizler için yolun sonunda bir kurtuluşa çekiyordu.Bu çoğu kez böyle olmuştu.Kalbim biraz daha yavaş çarpmaya başlamıştı.Korkuyu yenmek imkansızdı belki,sakin olmaksa daha net görmemizi ve ne yapmamız gerektiğini çözebiliyorduk.Farelerden biri dizlerimin arasından geçen ipi kemirmeye başladı.Diğer iki fare ise hala ayakkabılarımı kemirmekten vazgeçmeden ısrarla devam ediyorlardı.İpi kemiren fareyi kaçırmamak için ayakkabımı kemirmelerine izin veriyordum.
Burnumun kanaması durmuştu.Hemen yakınımdan gelen kapı sesiyle yerimden yavaşça hareket etmeye çalıştım.Üç farede oldukları yerden sıçrayarak,yanımdan uzaklaştılar.Loş yeşil bir ışık belirdi.Olduğum yer çukur değildi.Küçük bir odanın köşesine taşla örülmüş, birbuçuk metre uzunluğu olan bir metre genişliğinde,işkence yaptıkları bir yerdi.İpi çözmeye çalışan fare,ipin etrafında biraz bekleyip,küçük dişleriyle ısırmaya başladı.Diğer iki fare gelmezken bu farenin ipten aldığı tat neydi?Kapıdaki adamların konuşmaları duyulmuyordu. Sohbetlerini uzatmadan,yanan yeşil ışık söndü.İple uğraşan fare,işiymiş gibi terkederek,iplerin üzerinden yürüyerek,yüzüme doğru gelerek,küçük burun deliklerinden gelen nefesini hissedebiliyordum.Burnumu yemesinden korktuğum için sesimin çıkabildiği kadar''HAYIR''diye bağırdım.Sesim bütün duvarlardan geçerek yankı yapıyordu.Kapıdan uzaklaşan kan emici adamlar koşarak geldiklerini duyabiliyordum.Konuşmaları gibi değildi,zemine sert basarak geliyorlardı.Yeşil ışık aynı loşluğuyla odada dağılıyordu.Sadece bulunduğum yerde çok az ışık vardı.İki kişi duvardan geçerek el fenerlerini açtı.Gördükleri manzara hiçte hoş değildi.Hayır diye bağırdığımda,fare göğsümden yere kaydı,yana doğru kendimi attığımda fare sağ omzumun altında sıkışarak ezildi.
Sıçrayan bütün kan yüzüme kadar gelmişti.İçlerinden biri el fenerini kapatıp,duvarı kendine doğru çekerek yıktı.Fareler ise saklanmak için üzerimde dolaşıp duvara tırmanmaya çalışıyordu.El fenerli adam diğer elindeki demir çubukla duvarı aşmalarına izin vermiyordu. Fareler zirveye ulaşmaktan vazgeçmiş gibi,iple bağlı bulunduğum taşın arasından küçük bir delik bularak ikiside kaçtı.El fenerli adam ışığı ayaklarımda çözülen ipe doğru tuttu.''Bu ipi ve göğsündeki ipi çözmeye çalışan farelermi?''dedi.''Ayağımın arasından dolaşan ip çözülmüşmü?''. diye cevap verdim.''Beni anlamakta güçlükmü çekiyorsun.''diye sert bir ifadeyle cevap vermişti.''Siz dışarıya çıktıktan sonra yüzüme doğru gelmeye başladı, burnumdan akan kanın kokusunu alıp,burnumu yiyecek diye düşünmüştüm.''dedim. Duvarı yıkan adam:''Seni kurtarmaya çalışan bir fareye karşı hediyen öldürmek mi?diye konuşmaya katılarak,ikiside kahkayla gülmeye başladı.
Üzerimde ayrı ayrı düğümlenen ipleri teker teker çözüp,takip etmemi söylediler.Demir çubuklu adam kendini tanıtmaktan,memnun olmamış gibi bir tavırla,sırıtarak,''Ben Göksu sakın ismimle dalga geçeyim diye aklından geçirme''dedi.Diğer adam ise yanan yeşil ışığın,lambasını kapatarak,el fenerinin ışığını açarak,''Benim özel bir adım yok,senin gibi burdaki herkes bana Katı diye hitap eder.Bunada alıştım ve farklı bir isimde takayım deme''dedi.Adımı nerden bildiğini merak etmiştim,ama ikiside soru sorulmasından nefret ediyormuş gibi,açıklama yapmayı seven tipler değildi.Bütün ipleri çözmüşlerdi,tekrardan bağlamakta istememelerinin bir sebebi olmalıydı.Küçük dar koridorda,bu iki arkadaşın gerisinde yürüyordum.Nereye götürüldüğümü,bilmiyordum.
Katı elindeki fenerin ışığını söndürüp,hızlıca yere çöktü.Bu hareketini Göksu görmemezlikten gelmedi,hemen yanına birlikte çöktük.Katı ''Beni dinleyin diye sözlerine başladı,biraz duraksadıktan sonra devam etti,Berat seni öldürecektik,aramızdan biri yanındaki sandığı işaret ederek bu sandığın sana ait olduğunu söyledi.Bizde sandığı açmaya çalıştık,sandığın üzerinde kulbundan başka birşey yoktu.Bunun içinde değerli birşeyin olduğunu düşündük,içinde ne olduğu hakkında bir fikrin varmı?deyip sözünü bitirdi.İkisininde gözleri üzerimdeydi.''Katı o sandığı birkaç saat öncesinde enkazda buldum.Bende sizler gibi içinde ne olduğunu merak ediyorum.''dedim.Katı ayağa kalkarak yürümeye devam etti.Göksu hiçbir şey söylemeden,ayağa kalktı.Elindeki demir çubukla Katı'yı göstererek,''yürü''dedi.
Katı birkaç metre uzağımızda yürüyordu.''Burasını yer altını bir şehir gibi düzenlemişsiniz.Göksu merak ediyorumda ben baygınken hiç deprem oldumu?''dedim.Canı Katı'ya sıkılmıştı.Başka bir neden de olabilir belkide.''Hayır Berat,olmadı.Şu takipçilerin yanında sağ olarak yakaladığımız adamla konuştuk.Seni tanımadığını söyledi ve yanlarında da başka biri olmadığınıda söyledi.Katı ile senin hakkında biraz sohbet ettik.Seni daha önce tünelde gördüğünü söyledi.Tünelde yanında bir arkadaşın olduğunuda söyledi.''Sözlerini sürdürmesine izin vermeden,cevap vermek için ''ben''dedim.''Bir dakka beni dinle deli erif, öldürdüğün dört adamda korkusuz savaşçılardı ve sen bunu yaptın.''dedi.''Göksu yanımdaki arkadaşlarım sizden vampir olarak bahsederlerdi.Bizi canlı canlı yemenizi kabullenemedik.Sizle konuşmaya çalıştım ama hiçbiriniz cevap vermediniz.Dev adam üzerime doğru koşmaya başlayıncada mecbur kaldım.''dedim.
Göksu elindeki demir çubuğu yere bırakarak hızlıca,Katı'nın yanına koştu.Kaçmak aklımdan her dakika geçiyor ama nereye,takipçiler arayışlarını dahada artırmış olmalıydı.Bu iki adamda beni aralarında kabul ettiklerinden,diğerleri içinde söz konusu kabullenme aynı olacaktı.Şehrin yer altını kazarak küçük labirentler halinde geçitler yapmışlardı.Burda çıkış ararken kaybolmakta mümkün.Katı ve Göksu aralarında kelimelerini anlayamadığım değişik bir dilde bağrışmalarla konuşmaya başlamıştılar.Ne söylediklerini anlamak için biraz daha yanlarına yakınlaştıysamda,konuşma dilini değiştirmediler.
Merdivenlerden aşağıya koşarak indik.Beş katlı bir binanın yüksekliği kadar yüksek ve spor sahası kadar genişliğe sahip toprağın altına yapılmış kocaman bir mağara ve yüzeyinden içeriye giren hiç ışık yoktu.Aydınlatma sistemini eskiden kullanılan gazlı lambalarla sağlıyorlardı.Bunların içerisinde çoğu kez benzinde kullanılırdı.Duvarlarda bu lambalardan yüzlercesi vardı.Çoğunu kullanmasalar bile burda olmak,dünyanın yüzeyinde olan açlık ve çektiğin sefalet yaşamı unutturuyordu.Katı ve Göksu'nun yanımda olduklarını unutarak,ellerimi kazınmış duvarlara parmak uçlarıyla dokunarak yürümek,gizemli bir hayata yolculuk etmek gibi heyecan vericiydi.
Katı'nın yavaşça enseme bıraktığı serin nefesini hissedebiliyordum.Herşeyin bir anda değişmesi ne kadarda güzeldi.Düşüncelerimi bazen farkında olmadan hiç olmadık yerde söylediğimde,bir çok arkadaşımın bana karşı zıt düşüncelerle yaklaşmasına sebep olurdum.Katı'nın beni takip ettiğini unutup''Osman'ı kaybettim ama iki yeni arkadaşım oldu''diye gülerek kendimle konuştum.Bunu Katı'da ve yanımdan geçen kalabalık bir grupta duymuştu.Hepsinin gözleri beni takip etmeye başladı.Ben ne yaptım.Özür dilemek yersiz ve saçma olurdu.Ne diye özür dileyecektimki!Hareketsizce beni izleyen gözleri teker teker beni süzdükleri gibi süzüyordum.Sadece şimdiye kadar farkına varamadığım,kıyafetlerinin siyah paltolarla kaplı olduklarıydı.Hepsi için aynı kıyafet dikilmişti.Kalabalık gruptan biri Katı'ya dokunarak''Bu o mu?''diye sordu.Katı omzuna değen eli bileğinden kıvrayarak,''Sus''dedi.
Göksu'yla konuştukları hiç duymadığım dilde bir sohbet başladı.Gruptan bir kaç kişi araya girerek,kavgaya dönüşecek tartışmaya karışarak uzatmadan bitirdiler.Göksu yanıma gelerek,''Beni takip et gidiyoruz''dedi.Katı kalabalık grupla tartışmasını sürdürmeye devam ediyordu.Büyülendiğim bu yerin eşsiz bir güzelliği vardı.Her yer aydınlık olmasada,karanlık yok denecek kadar azdı.Göksu'yla yine karanlık bir koridora girdik.Kolumdan çekiştirerek hızlı adımlarla önümüzü göremeden,duvarlara çarpa çarpa yürüyorduk.
Söylediğim sözlerde kaba bir ifade olmamasına karşın,bana tepki göstermelerine anlam vermekte güçlük çekiyordum.Karanlık çok uzağımızda olmayan bir kapının aralığından çıkan ışıklarla kısa yürüyüşümüzün sonuna doğru ilerliyorduk.Kapıya geldiğimizde Göksu cebinden iki anahtar çıkartarak içlerinden birini kapının kilidine yerleştirdi.Kapının kulbundan kendine doğru çekerek yavaşça kapı süngüsü açıldı.Kapı odanın içerisine doğru açıldı.İçeri buyur etmeden önden kendisi girdi.Tavanın ortasında yanan beyaz ampül ışığı odanın her tarafını aydınlatıyordu.Oda da büyükçe dikdörtgen şeklinde,bir masa ve etrafında onu geçkin sandelye vardı.Ben içeriye girdikten sonra,Göksu kapıyı kapatarak kilitledi.İçeriye girince dikkat çeken masanın dışında,duvarlara yapışık biçimde duran iki metre uzunluğundaki ahşap dolaplardı.Odanın bütün duvarları,kapının açıldığı duvar hariç bu dolaplarla kaplanmıştı.Göksu masanın üzerinden bir sandelyeyi alarak masanın yanına oturdu.
Konuşmamakta ısrar eden Göksu'nun bekleyişli hali,tedirgin etsede,buraya kadar sağ olarak gelebildiysem bundan sonrasıda sıkıntı yaratmayacaktı.Bende masadan bir sandalye alarak,Göksu'nun hemen solunda masaya doğru dönük biçimde oturdum.''Göksu arkadaşlarınıza karşı yaptığım büyük hatadan dolayı çok üzgünüm.Sizlerin iyi kalpli insanlar olduğunu bilmiyordum.Yinede merakım için beni affet,konuşmak istemediğinin farkındayım ama cebime notu bırakıp bizi neden terkettiniz.''dedim.Kapıya doğru dönük yüzünü bana çevirerek.''Kaçmamızın sebebi senin arkadaşlarımızı öldürüp sıranın bize gelmesi değildi.Bunu zaten yapamazdında,sizi takip etmiştik.Tünele giren iki yabancı,olduğunuzu ve takipçilerden olmadığınızı anladık.Sizin gerinizde yavaşça ilerliyorduk.Konuşmalarınızı dinliyorduk.Molotof kokteyini yakıp bize doğru geldiğinde,Katı deprem olacağını söyledi.Bizde bu telaşla ne yapacağımızı düşünürken,sen sana doğru koşan dev arkadaşımıza elindeki bok şişesini fırlattın.Katı depremin olacağını çoğu kez doğru olarak hissedebiliyor.Hatta bugüne dek kaç kez deprem olmuşsa gününü ve saatini yazmıştır.Amacını söylemiyor ama seni neden incitmediğini söyleyim.Çünkü sen Berat.''dedi.Kapı açıldığında konuşmasını bitirerek,ayağa kalktı.Kapıdan önce küçük bir çocuk girdi ve hemen arkasından Katı'da içeriye adımını atarak,Göksu'nun oturduğu sandelyeye oturdu.Çocuk hemen Katı'nın yanından bir sandelye indirerek oturdu.Göksu kapıyı tekrar kilitleyerek,kapının önünde bekledi.
Çocuk elindeki bez parçasını masaya koyarak bağlı olan ipini açtı.Gömbe yapılan büyük ekmeğin kocaman bir parça kopartarak bana uzattı.''Aç olmalısın''dedi.Yanında da küçük bir kap içerisinde duran,tereyağının yanında birde meyve bıçağı verdi.Açlığımı unutmuştum.İlk defa haketmeden birşeyler yiyecektim.Aylardır arkadaşlarımla çöpten bulduklarımızla,karnımızı doyuruyorduk.Yeni ateşten çıkan ekmeğin kokusu çok güzeldi.Unu nasıl bulduklarını düşünmeden,ekmeğin arasına tereyağını sürerek yemeye başlamıştım.Uzun zamandır,ilk defa karnımı doyurana kadar ekmek yemiştim.Göksu'nun getırdığı pet şişe içindeki meyve suyunu,yudumlayarak yavaş yavaş içmeye başladım.Çocuk masada bıraktığım meyve bıçağını ve tereyağını bez parçasının arasına koyup,güzelce bağladı.Ne kadar teşşekkür etsemde bu zamana kadar yapılan en güzel bir iyilikti bu.
Katı çocuğun saçlarıyla oynamaya başladı.''Bu benim oğlum Alparslan,onu buraya getirmemin sebebi,ortak bir noktanız olması.Göksu'nun biraz önce sana anlatmak istedikleriyle aynı,özelliğe sahipsin.''dedi.Çocuğun saçlarından elini çekti.Alparslan'la ortak özelliğimizden çok ,Göksu'nun bana anlattıklarında ilginç olan bir olay yoktu.Bu olayı zaten yer altında yaşayan herkes biliyordur eminim.''Sandık hakkında bildiklerimi soruyorsan,enkazın olduğu yerde buldum.''diye cevap verdim.Çocuk gözlerini yavaşça açarak babasına sarılıp''çok korkuyorum babacım,bunlar ne zaman bitecek.''dedi.Bense hala olayın ne olduğunu ve ne anlatmam gerektiği hakkında düşünmek,istesemde Katı'nın oğluyla aynı özelliklere sahip olduğum,neydi?
Göksu kapıdan uzaklaşarak,Katı'nın yanına gelerek,kulağına bir kaç cümle kendi kullandıkları dilden söyledikten sonra,tekrar kapının önüne doğru yürüdü.''Beynimin en derinlerinde kayıtlı olan ve hiç unutamadığım bir rüyam var.Unutmamak içinde hergün bu rüyamı,Göksu'ya anlatırım.İlk depremin dünyanın her yerinde olduğu gecenin,sabahında sahilde,güneşin yakıp kavurduğu öğle saatlerinde,oturduğum yere uzanarak,uyuya kalmışım.İkinci bir kez yer sarsılmaya başladığında,sahilde bekleyen insanlar kaçışmaya başladı.Rüyamın sonlarına doğru geldiğimde üzerime basarak,geçtiklerinden uyandım.Rüyamda oğlum ve eşimle birlikte,göklere kadar uzanan bir metre genişliğinde,merdivenlerden koşarak çıkıyorduk,önce merdivenin yanında tutunduğumuz korkuluklar,yerden gökyüzüne kadar,bir kaç saniye içerisinde,parçalanıp yer yüzüne doğru düştü.Eşim bu korkuluklar yerinden sökülüp,parçalandığı sırada,dengesini kaybederek merdivenlerden,aşağıya doğru sırt üstü devrilerek,bir kaç metre uzaklığa kadar yuvarlandı.Durduğunda yine ayağa kalkmaya çalıştı.Bir türlü ayağa kalkmayı başaramıyordu.Yer yüzünden uzanan,merdiven bize doğru aşağıdan,çökmeye başladı.Eşim bunu fark ettiğinde,bir bir hızlıca yeryüzüne düşen merdivenlere doğru koşmaya başladı.Oğlum eşimin bu davranışına tepkisiz kalmayıp,ağlamaya başlamıştı.Eşim yere akan merdivenlerin,kendisine gelmesini beklemeyip,kendini yere doğru kenardan attı.Korkuluklar düştüğü için,bizde olduğumuz yerde bekliyorduk.Merdivenler hızla bize doğru çökmeye devam ediyordu.Aşağıya düşüp öleceğimizi hissetmiştim.Ama merdivenler bize yaklaştığında uyanmıştım.''dedikten sonra,Katı göz yaşlarını siliyordu.
Rüyasını yorumlamak çok güç,yorumsuz kalmanın daha iyi olacağını düşünmüştüm.Ama yinede anlatmaktan vazgeçmedi.''Baygınken adını sordum,Berat diyordun,bu doğrumu''dedi Ağlayan gözlerini izlediğim için,yavaşça gözlerimi kapadım ve devam etti.''Bu benim son rüyamdı.Sizi tünelde uyurken bulduğumuzda,arkadaşının başı dertteydi.Aç olan fareler kana hayır demezler bazen,farelerin arkadaşına yaptıklarını izlemeyi tercih etmiştik.Senin arkadaşlarımızı öldürmeni tercih ettiğin gibi.Göksu yanına geldiğinde,senin uyuduğunu ve konuştuğunu duydu.Bir kadın ismi söylüyormuşsun.Rüyandaki kadının ismini biliyormusun?''dedi.O kadar akıcı anlatıyorduki,duraklamasını istemediğimden hemen''Zehra eşim yada Elif demiş olabilirim,uykumda konuştuğumu bilmiyordum.''dedim.Göksu kendi lisanlarıyla,Katı'ya bir kaç söz söyledikten sonra Katı konuşmasını sürdürmeden,küçük oğlu''Rüyanda gördüğün neydi?''dedi.Katı oğlunun başından tutarak,baba şefkatiyle sarıldı.
Rüyamı hatırlamama gerek duymamıştım.Sadece ilk defa rüyamda intihar edişim,çok ilginçti.Katı oğluna cebinden çıkarttığı çakıyı verdi.Rüyamı anlatmamam gerektiğini,zamanı geldiğinde konuşacağımızı söyledi.Alparslan çakıyı bana uzatarak''Bende üç tane var,size lazım olabilir.''dedi.Bu yerde bu tarz silahları,yanımda bulundurmamın,iyi olmayacağı kanaatına,çukur olarak yapılan dört duvar arasında ellerim bağlı iken,odadan çıkarttıkları zaman anlamıştım.Burdaki insanların güvenini kazanmam gerekiyordu.Gerek yok diyerek,çakıyı Katı'ya verdim.Katı çakıyı alarak,''Berat burdaki çoğu insan,senin burda olmanı istemiyor.Biraz önce çıkan tartışmada,seni öldürmek istediklerini,söylediler.Bende karşı çıkarak,seni zindanda tutmamızın daha iyi olduğunu söylemek zorunda kaldım.Yaşaman için.''dedi.Göksu bize doğru gelen bir kalabalığın,sesini kapının aralığından rahatlıkla duyabiliyordu.Kapıyı yavaşça örterek.''Zamanımız azaldı Katı.''dedi.
Karanlık tünele saraylarını kurdukları gibi zindan yapmayıda düşünmüşler.Bu tünelde yaptıkları,büyük çalışmalar hepsinin diğer ezilen halktan daha güvenilir hayat mücadelesi gösteriyorlardı.Oturduğum sandelyeden kalkarak.''Beni zindanınıza götürmek için geliyorlar,bu yanlışımın cezasını vermekde haklısınız.''dedim.Bu sözlerim hiç birinin dikkatini çekmemiş olacakki,yüzlerinde ufacık bir yüz çizgisi bile değişmemişti.Katı ve oğlu ben sandalyeden kalktıktan bir dakika kadar sonrasında sözlerimi bitirdiğimde,yerlerinden hızlıca doğrularak,ikiside yanıma geldi.Katı iki elinide,dudaklarının arasına koyarak kulağıma yavaşça dokundu.''Rüya gördüğünü zindandakiler,uyuduğun zaman farkına varacaklar ve ne olursa olsun,anlatmamaya çalış,yinede zor durumda kalırsan,eski hayatından unutmak istemediğin güzel bir anını anlat,Berat bunu unutma,sakın''diyerek,kapıyı açtı.Kapıda bekleyen kendi halkından,insanlara beni zindana götüreceğini ve güvende olacaklarını söyleyip,hepsini dar koridordan uzaklaştırarak çıkarttı.Alparslan ve Göksu,kollarıma girerek Katı'nın arkasından ağır adımlarla,önce gaz lambaları ile ışıklandırdıkları büyük salona ve karanlığın arttığı gaz lambalarının on metrelik aralıklarla yerleştirildiği büyük koridorda yürümeye devam ettik.Etrafımızdaki kalabalık sadece bana bakarak kendi ana dillerini kullanarak,yüksek sesle hep bir ağızdan bağırıyorlardı.Katı'nın tartıştığı gruptaki adam ve arkadaşları,yaptıklarımı herkese anlatmış olmalıydı.Yada herkes en başından biliyordu,onlara karşı yaptığım hatayı.
Daha öncesinde toplantı yaptıkları,bu büyük odayı nezaret tarzında bir zindana çevirmişler.Göksu sürekli olarak birşeyler anlatıyordu.Söylediklerinden ne anlatmaya çalıştığını anlamış değilim,durumumun kötüye gitmesinden olacakki,beynim durmuş gibi dinlemeye odaklanamıyordum.Osman'ı kaybettikten sonra,iyi birer arkadaş olarak düşündüğüm kişiler tarafından,zindana atılmak ve beni özel biri olarak düşünmelerine rağmen,rüyamı bile anlatamamıştım.Bu iki arkadaş olarak gördüğüm insanların dışında burda sevilen biri değildim.Katı ve Göksu'nun beni sevmesinin sebebi ise rüya görüşümdü aslında,uyumuş olmasaydım tünelde,çoktan öldürülmüş olacaktık.
Demir bir kapı ardında aç ve susuz bitkin halde bekleyen dokuz kişinin arasına,Göksu'nun kapıyı ardımda kapamasıyla,onlara onuncu bir kişi olarak eşlik etmiştim.Bu dokuz kişi verilecek olan yemeği,kapının hemen yanında üzerlerine sermiş oldukları kalın yorganlarla, kendilerini güzelce sarmış,uyumadan bekliyorlardı.İçeri girdiğimde sıcak bir yaklaşımda bulunmak için selam versemde,kimsede yanıt bulamadım.On metre uzunluğundaki bu odada,karanlık gölgeleri aydınlatan,sadece iki mum vardı.Biri yarıya kadar diğeri ise yeni yakılmış olmalıydı.Tavanı desteklemek içinse ortada yan yana desteklenen iki tahta parçasından başka bir şey yoktu.Nasıl çökmediği ise hayret verici bir durumdu.Yerin ne kadar altında olduğumu bilmiyorum.Bu gizemli yerin çökmemesi depreme dayanıklı biçimde inşa edildiğini düşündürüyordu.Biraz daha incelediğimde buranın duvarı,büyük salondaki gibi taşlarla örülmemişti.Büyük bir kayanın içerisine inşa etmişlerdi bu sevimsiz odayı.Yan yana açılmış ve birleştirilmiş bu üç kanepenin,üzerinde ne oturan nede uyuyan vardı.Kapının altındaki küçük delikten giren hava,odadaki kirli havayı temizlimiyordu.
Kanepeye sırt üstü uzanarak,sönmek üzere olan mumu izleyerek,geçmişte en güzel günlerimi hatırlamaya çalıştım.Polis olduğum yıllarda,eşimin mesleğimi bırakıp,Cemil babamla birlikte,sahile yakın bir yerde açtığımız,kafede çalışmamı istemişti.Aileminde ısrarları bu konuda yoğunlaşınca,çok sevdiğim meslleğimi bırakmak zorunda kalmıştım.Kafede çalışan iki personel arkadaşıma müdürlük yapacaktım.Bunun daha fazlasını yapacağımı biliyorlardı nede olsa.Eşim kafede çalıştığım ilk günün akşamı yıllardır,duymak istediğim o mutlu haberi vermişti.Bir erkeğin hayat boyunca en çok isteyeceği o en güzel arzuyu baba olmayı tadacaktım.Ailemin ve eşimin bana mesleğimi bırakmam için ısrarlarını daha iyi anlamıştım.Baskıdan çok bizim çocuğumuzun olmamasıydı.Eşimin evliliğimizin ikinci yılında,terapiye gidiyordu.O ve ben çocuğumuzun olmadığı için çok üzülüyorduk.Eşim benim gibi kabullenmekte güçlük çekiyordu.Her gün eşimle çocuğumuzun hayallerini kurmaya başlamıştık.Güzel günlerimi hayal ederken,uyuya kalmıştım.
Uyandığımda kanepenin üzerinde değildim.Yaşlı bir ihtiyar ayaklarıyla,durmadan ayaklarıma vuruyordu.Ne yapıyorsun demeye fırsat vermeden,kapının etrafında bekleyenlerde,toplanmış ihtiyarı izliyorlardı.Ayırmak için dur bile demiyorlardı.Uyku sersemliğiyle,ihtiyarın ayağını tuttuğum gibi hızlıca çektim ve ihtiyar dengesini kaybederek,gerisinde bekleyen cılız bir çocuğun üstüne düştü.Bekleşen kalabalığı bir anda gülme krizi gelmiş gibi,ağlayana kadar ısrar edercesine gülüşmeye başladılar.Cılız çocuğun ayakları üzerinden kalkarak,hiçbir şey olmamış gibi kapıya doğru yürüyüp,yerde duran bir yorgana sarılarak, hiç istifini bozmadan,oturdu.Yanı başımda bekleşenler yerde iki büklüm halinde kıvranan çocuğa bakarak,gülüşmeye devam ettiler. İnsanların iyi yada kötü olmaları her zaman kendi seçimleri olmuştur.Yaşadıklarımızın bu denli zor olmasına rağmen,bu kahkaların bir anlamı yoktu.Saatlerce aç kalmalarına rağmen,aralarında ezik olarak gördükleri bu dilsiz çocuğu yerden kaldırmak yerine,onun görünüşüyle alay ediyorlardı.
Bu bir rüya olmalıydı bitip tükenmeyen kum saati gibi yavaşca akıyordu zaman,ne yapmam gerekir,sonuca varılmayacak bir rüyaydı sanki.Ağlamakta güçlük çeken çocuğa yerden kalkmasına yardım ettim.Adın nedir?diye bir kaç kez söylenip duran,cüce boylu bir adam,yanında dört katı uzun boylu kel bir adamın,ayakları arasında,gülümseyerek etrafında dönüyordu.Cevap vermeden kanepeye doğru çocukla birlikte,ilerlemeye yöneldiğimde,çocuk birkaç adım attı,ve durdu.Cüce boylu adam,''Hiç boşuna uğraşma kanepe ve yataklara yaklaşmaz bile,onu deli etmemelisin genç adam.''dedi.Kalabalık bitkin bir halde,yorgunluklarının farkına varmış olacakki,sessizce bu cüce adamın sözlerini dinliyorlardı.
Kollarımın arasında duran cılız ve sevimsiz hale gelen yüzünü,loş bir aydınlıkta zor seçebildiğim çocuk,ağlamaya başladı.Ağlaması ihtiyarın üzerine düşmesine rağmen bu kadar yüksek sesli değildi.Bütün acılarını bir anda unutup,kollarımın arasından kaçmaya çabaladı.İnatlaştıkça ellerimle sıkıca,beline sarıldım.Korkusunu yenmesi gerektiğini düşünmüştüm.Bir adım daha kanepeye,yaklaştığımızda,derin birkaç kez nefes alıp verdikten sonra,bayıldı.Çocuk kollarımın arasında,hareketsizce başını geriye doğru çevirdi.Nefes alışlarını duyduğumda rahatlamıştım.Cılız çocuk fazla ağırmış gibi geldi,kollarımın arasında,kendini bırakınca.
Kanepenin üzerine sırt üstü,rahatça uyuyabileceği şekilde uzandırdım.Kapının eşiğinde duran bir yorgan alarak,üzerine serdim.Herkes ihtiyarın etrafında,toplaşıp üzerlerine birer yorgan sererek,küfrederek konuşmaya başladılar aralarında.Küfürleri çok ağlaksız sözlerdi.Çok sevdiğim arkadaşım Osman'ı hatırladım.Takipçiler yaşamasına izin verselerde,bütün arkadaşlarımızı kaybetmiştik.Büyük kayıplarımız sonrasında sadece ikimiz kalmıştık.
Cılız çocuğun adı cücenin söylediğine göre,Veli Aytan'dı.Mahkumların arasında küfür etmeyen tek kişi cüceydi.Benimle sohbet etmek istiyordu.Buna izin vermediğim içinde,daha çok anlatıyordu,deli etmek ister gibi,çenesi durmuyordu.Veli hem dilsiz hemde sağırdı.99 depreminden beri,hiç konuşamamış,herkesle yanında bulundurduğu not kağıdı ve kalemle yazışarak,anlaşabiliyordu.O bu tünelde yaşayan isanlarla birlikte yaşıyormuş,önceleri sonrasında da sürekli o korkunç bağırışları ve ağlayışları,çevresini rahatsız içinde,burdaki mahkumlarla birlikte hayatını sürdürüyor.
Acımıştım onun bu haline konuşamamak ve duyamamak,bu yaşantıda çok önemli olmasada,hepimizden daha yalnızdı.Yanına uzanarak,Osman'ın eşini bulmak için verdiği mücadeleleri,anımsadım.Hiç birimiz gibi değildi.Deli olmadan yaşayabilmişti.Eşinin kız kardeşinin ölü bedenini,bulduktan sonra enkazın tamamını birlikte aramıştık.Sürekli ağlıyordu.Herkesin büyük acıları olsada,kabullenmemiz uzun sürmemişti.Doğ yaşa ve öl.Bu hepimiz için aynı değildi.Fazıl'ın doğumuna günler kala annesi ile birlikte ölmüştü.Osman evden çıktıktan sonra Elif'in kız kardeşi arabasıyla gelmişti.Elif'de annesine ulaşamadığından,hamile olmasına rağmen,kız kardeşinin arabasıyla şehire gitmişti.Net olarak bilinmiyor ama gidişte yada dönüşte trafik kazası yapmıştı.Arabanın süratinden ötürü olacakki hakimiyetini kaybederek yoldan çıkarak birden fazla araba takla attıktan sonra kaza yerinde bebeğiyle birlikte ölmüşlerdi.
Enkaz altında olmadıklarını biliyorduk.Osman çok mutluydu.Evin dışında bir yerlerde olmalıydı.Şehirde yıkılmayan bütün hastahaneleri araştırmıştık.Hatta sağlık ocaklarını bile kontrol etmiştik.Hatamız onları canlı olarak aramaktı.Öldüklerini düşünmemiştik bile.Trafikten araştırma yaptığımızda Osman'ın çalıştığı hastahanenin bir kaç blok ötesindeki morglardan birinde bulmuştuk.Bebeği anne karnından sezaryanla almışlardı.Kazadan bir hafta sonra bulabilmiştik.Osman cenazeden sonrada günlerce ağlamıştı.Sadece benim kayıplarım yok diyordu.Yinede hakim olamıyordu gözyaşlarına,kabullenmek hiç birimiz adına kolay olmamıştı.Osman'la birlikte sayısız kez intihar etmeyi bile düşünmüştük.Neden mücadele ediyoruz?
Bu soruyu kime sorduysam cevap vermekte teredüt etti.Elif depremde canını kaybetmemişti.Telaş etmeyip evde beklese,bu seferde enkazın altında can verecekti.Bu şekildede düşünmemiz doğru değildi elbette.Baba olmaktı hayalimiz,özlemle sevgiyle beklediğimiz ogün gelmeyecekti artık,haftalar sonra Osman'da kabullenmişti.
Gülmek sevgi dolu gözlerle gülebilmek imkansızdı.Zaman geçmiş gibi değildi.Osman ve ben aynı acıları yaşamıştık.Unutmayacağımız acılar hüzünlü anılardı.Beni sayısız kez hayata bağlayan arkadaşıma destek olamamıştım.Bildiğim ve bitiremediğim korkum,zamanım boş olduğunda oyalandığım herhangi bir iş olmazsa,anılarımda takılı kalıyorum.Sürekli anılarıma değişik olaylar katarak,acılarımı unutuyorum.Korkum bu noktada başlıyor aslında yaşadıklarımın hangisi gerçek,hangisi yalan çözüm bulmakta çoğu kez zorlanıyorum.
Mumlardan biri sönmüştü.Kapının girişindeki mumun ışığı,yetersiz kalmıştı.Eskilerde çok eskilerde anlatılanlara takıldı düşüncelerim.Geceleri insanların karanlıkta yaşantısı nasıldı.Güneş battığında ay ışığının yetersiz kaldığında,gece lambaları ve mumlar şehirleri ve küçük köylerin evlerinde,pencereler arasından caddelere sokaklara süzülen ışığın doyumsuz bir tadı olmalıydı.Bir dağın yamacından bu köyleri,şehirleri izlemek nasıl bir duyguydu.Hayatından memnun olmayan insanlar varmıydı.Neler düşünüyorlardı yarınları için,çok çok geleceği düşünüp,bizlerin torunlarının hayallerini kuruyorlarmıydı.Gerek yoktu belkide,her ne zorlukla olursa olsun hayatla mücadelelerinin yanı sıra,uyulması gereken kurallara uyuyordular.Kötülerde olmalıydı,süre gelen zamanda kötüler yine olacaktı kötülüğe son vermek isteyecekler belkide son direnişte farkına varacaklar,değiştirebileceklerinin kalmadığını anladıklarında,ise susup kalacaklar.Düşüncelerinde konuşmalarda olduğu gibi konu dışına çıkmasıydı işin özü.
Ensemde soğukluğunu hissettiğim,anda dizlerimin hemen yanında,bulduğu dar alana oturmaya çalışan ihtiyar,elini çekerek,selam vermeden konuşmaya başladı.''Seni inciltmeye çalıştığımı düşünebilirsin,aslında senin hayatını kurtardığımın farkında bile değilsin.''dedi.Cümlesini bitirir bitirmez,ağzımdan istemeye istemeye çıkan sözleri düşünür gibi olmuştu.''Veli dilsiz olabilir,sağır olabilir ama o deli değil,çünkü düşünebiliyor.''demiştim.İhtiyar ise anlatmak istediklerinde,kararlı olduğundan,konusunu değiştirmek istememişti,ve sözlerine devam etti.''Seni tanıyorum,masum bir insanı öldürdün öyle düşünmüştüm öncesinde,neden öldürdüğünü öğrendiğimde,sana zarar vermek istemedim.''dedi.Sesi o kadar sessiz denecek kadar az çıkıyorduki,aynı cümleyi birkaç defa tekrarlamak zorunda kalıyordu.
Hayatıma gasp etmek isteyen ihtiyar adını bile söylemeden devam ediyordu konuşmasına;Bir kızım vardı,ve onun çok güzel bir erkek çocuğu vardı.Adı Anıl'dı .İlköğretimini bitirdikten sonra okumak istemedi.Damadımda üstelemedi bile,neden diye mavi gözlü,senin boylarında,kirli sakalı ile ün yapmaya çalışan biriydi.Doğum gününde yirmidört yaşına geldiğinde,yarı otomatik bir tabanca almıştım.Askerdeki resimlerinden esinlenerek almıştım.Keşke almasaydım diye çok kızıyorum kendime hatırladıkça.Doğum gününden bir ay geçti geçmedi.Babasını öldürdü.Ortalardan kayboldu.Uzun sürede haber alamadım.Biz önce bunu neden yaptığını araştırdık.Babasıyla birlikte,iş yerine giderken arabada öldürmüştü.Öyle değilmiş tabi aslı,babası Anıl'ı iş yerine bıraktıktan sonra kendi şahsi arabasıyla,gitmişti.Anıl'da babası her sabah beni bırakıp nereye gidiyor,düşüncesiyle,ailede kimsenin tanımadığı en yakın arkadaşı Kamil'e takip ettiriyor.
İhtiyar adam sona yaklaştıkça,duraksayarak anlatıyordu olanları.''Damadım olacak o rezilin adını bile söylemek istemiyorum.Perde işinde çalışıyorlardı.Dekarosyon ve uzun zaman mobilya işindede çalışmıştı.Son işleri perdecilikti.Konuyu daha fazla uzatmayım.Damadım olgunluk çağına gelmiş kızlarla ilişkide bulunduktan sonra,onun gibi iğrenç biriyle,birlikte masaj salonu açtılar.İşleri yoluna girincede,iki tane daha yer açtılar,sıkıntı olmasın diye emniyetten bazı kişilere büyük rüşvetler veriyordu.Kamil bunları Anıl'a anlattığında,torunum yazık babasının böylesine utanılacak bir işi yapmadığını düşünerek,arkadaşıyla kavga bile etmişlerdi.Ertesi günse babası,torunumla birlikte iş yerinde akşama kadar,durmuşlar.Öğle yemeğinide birlikte şirkette yemişler.Şirket diyorum,zengin ve sayılı özel müşterileri vardı.
Torunum günlerce babasını takip etti.Babası çoğu akşam işten sonra arkadaşlarıyla,içmeye giderdi.Tuhaf şeyler olmuştu.Babası akşamlarıda evden çıkmıyordu.Anıl'ın şüpheleri gün geçtikçe,artmaya başlamıştı.Babası bambaşka bir insan olmuştu.Birkaç günde iyilik meleği oluvermişti sanki.Arkadaşı Kamil'le masaj salonuna gitmişlerdi.O günah işlenen yerde,en genci otuzlu yaşlarda bayanlar ve erkekler çalışıyordu.İş yeri sahibini,babasının arkadaşıyla konuştular.Oğlu olarak değil sıradan insanlar gibi davrandı.Adam Anıl'ı tanımıyordu.Biraz sohbet ettikten sonra,başka bir masaj salonu adresi vermişti.Adama paraları göstererek,beraber gitmelerini önermişti.Adamsa parayı görünce dayanamadı tabi.Adamda Anıl gibi kirli sakallı pis bir herifmiş.Anıl öyle değildi,en azından kötü biri değildi.Benim hediye ettiğim tabancayı çıkartıp,arabasında adamın ayağına iki kez ateş etmiş.Adam olup biten ne varsa ölüm korkusundan,hepsini anlatmış.
Damadım masaj salonundan,sevgilisiyle kaçmak isteyen genç bir kızı,sevdiğiyle birlikte acımadan öldürmüş.Tabi bu işe yaramaz adamında,iki ölümde katkısı olmuş.Anıl daha fazla dayanamayarak,adamın penisini kesip,boş bir araziye atmış.''dedi.
Son cümlesini bitirdikten sonra,ihtiyarla birlikte ağlamaya başlamıştım.Kapının yanında yorganlarına sarılmış,sessizce uyuyan kalabalığa gözüm ilişti.Hepside uyuyordu neyseki.İhtiyar devam etti anlattığı hayat hikayesine.
Göz yaşlarını cebinden çıkardığı bir mendille silmeye başladı.''Arabasını Kamil'e bırakıp eve gitmişti.Babası gibi olumsuz hiçbir şey yokmuşcasına davrandı,birkaç saatliğine annesini düşünerek odasında saatlerce ağlamıştı.Hayatını bitirdiği gündü ogün.Kızım sabahın erken saatlerinde,evime gelmişti.Konuşamıyordu,sadece ağlıyordu.Kendine geldiğinde,torunumun yine silah zoruyla babasının,arabasına binerek şirkete gitmişlerdi.Anıl annesini Gülşahımı yatak odasında,dışardan kapıyı kitleyerek bağrışarak çıkmışlardı.Babası ne kadar inkar etsede boştu.
Babasını öldürmeyi başaramadığı için,şirkette iple bağlayarak arkadaşını aradı.Kamil geldiğinde üç el yine benim hediye ettiğim tabancayla babasının kafasına ateş ettikten sonra öldürmüştü.Bunu yapmayı çok istediğini ve defalarca kez denemesine rağmen başaramadığı için arkadaşı yardım etmiş.Hiç pişman olmamış,öldüğü için tek üzüldüğü o birbirini herşeye rağmen seven çiftin hayatını kurtaramadığını,daha öncesinde babasından şüphelenip,kurtarırdım diyordu.
Onu neden öldürdün,neden suçladın hemen araştırmayı bile düşünmeden,sen bir polistin,görevin bu değildi.İnfazın olmadığı bu ülkede,öldürmeye hakkın yoktu.Onu bizden aldında ne oldu.Kızım yaşadımı sandın?''dedi.Ağlayan bu ihtiyarın yanında,gözyaşlarım damla damla yanaklarımdan süzülerek,yere düşüşünü umarsızca her damlasını,tek tek saymaya başlamıştım.Çok büyük bir hata yapmıştım.
İhtiyar adama cevap verememiştim,üste çıkma şansım yoktu,anllatıklarından,Anıl eşimin babasına yaptığı,insafsızca yargıladığını,hatta mağremine girip penisini kesmesi,beni deli etmeye yetmişti.Eşimi ve ailesinin yıprandığını,görünce huzura asla kavuşamayacaklarını düşünmüştüm.Mutlu habere aylar kala,cinayeti işlemiştim.''Eşim ve ben,hayatta tek arzumuz,anne ve baba olmaktı.Beraber gittiğimiz her yerde,nasıl bir işkenceyse artık,çocuklarıyla dolaşan aileleri,görüp üzülürdük.Bu konuyu tartışmazdık bile umut vardı aslında,henüz zamanı olsada,sabırla bekliyorduk.
İlk çocuğumuzu doğuma yakın bir,zaman aldırtmak zorunda kalmıştık.Sevemeden kaybetmek,anne karnında ölü bir çocuk,bunun ne demek olduğunu bilemezsin,eşim babasını sevmezdi.Aile büyüğü olduğu için saygı duyardı.Torunun haklı olabilirdi.Her şeyi net biçimde,delilleriyle elde etmişken,polise başvurmalıydı.Bu şekilde olmamalıydı.Kendi hayatını bitirmesine sizde eşlik ettiniz.Kabullenmesenizde payınız var.’’
İhtiyar adam kulaklarını kapamış,sessizce bekliyor gibiydi.Gece yada gündüz hiçbir önemi yoktu.Beklemediğim bir zamanda,aklıma gelmeyecek kadar uzak,en son listeye almış olduğum bir olaymış gibi,bir anda karşıma çıkması çok şaşırtıcı olduğu gibi üzücüdüyde.
‘’Seni kurtardım demiştim.Uzun bir süredir,hiç rüya görmedim,sadece ben değil hiçbirimiz yaşadıklarımızın bir yansımasını bile göremezken,sen uykunda konuşuyordun,söylediklerini anlamadım ve anlamamaları içinde,bağıra çağıra yanına gelip ayılman için önce yüzüne tokat attım uğultul
u biçimde sesin boğumlu bir şekilde kısık kısık çıkmaya başladı sözlerin,burdaki katiller senin rüyalar alemine daldığını anlamamaları için uyuduğun bu yerden yere attım.Gerisini biliyorsun,burda kalmamalısın,yaşam mücadelene devam etmek istiyorsan eğer gözüne kestirdiğin biriyle kavga et’’İhtiyarın unutturmuş olduğu rüya için kızmıştım,deli olduğunu düşünmüştüm.
Mutlu haber geldi,saatler sonrası mahkumlara yirmidört saat içerisinde,bir öğün yemek ve bir bardak su veriyorlardı.Sekiz gardiyan ve iki aşçının dağıttı yemekleri,bekleyen bizler,sessizce şapkalı gardiyanın yaktığı mum ışığının etrafında,yan yana dizilip,ihtiyar adamın duasından sonra(amin)dedik.
Veli kapıda bekleyen gardiyanlara,tebessümle gülerek,el işaretleriyle mutluluğunu ifade etmeye çalıştı.Fakat hiçbir gardiyan,ciddiye almak istemedi.Veli kalan son ekmek parçasını birkaç kez çiğnedikten sonra,yuttu.Biraz daha iyi sayılırdı miğdesinde savaşan lokmalar vardı artık.Gardiyanlara neden tebessüm gösterdiği açıkca belliydi.Bize vermiş oldukları yemeklerin yanı sıra,bir bardak suyumuz bitmeden dahi ayrılmıyorlardı.Bir lokma ekmek için birbirlerini öldürecek kadar hırslı davranabilirlerdi.Benim şimdilik öyle bir düşüncem yok neyseki,Katı ve Göksu sayesinde,karnım toktu.
Bana verilen bir bardak suyun yarısını,Veli'ye vermek istemiştim.Bunun sonu kötü sonuçlar çıkartabileceğini düşündüğüm için vazgeçtim.Aşçılar önümüzdeki boş tabakları ve yüzlerce kez kullanılmış,plastik çatal,bıçakları yine plastıkten yapılmış,bir kova içerisinde topladılar.Şapkalı gardiyan,bizim ihtiyarı yanına çağırarak,dışarı çıktılar.Diğer mahkumlar yorganlarını alarak,kanepeye geçtiler,yemek sonrası biraz uykuyla güçlerinin azalmaması için dinlenmeyi tercih ediyorlardı.Öyle düşünmüştüm ilkinde,amaçlarının o olmadığını diğer bir yemek vakti gelmesi için,uyuyup zamanın daha çabuk geçtiğini,hesaplıyorlarmış.Hatta aralarında nöbetleşiyorlardı,cüce ilk nöbeti tutuyordu.
Gardiyanların özel bir kıyafeti yoktu bizler gibi üzerlerinde eskimeye devam eden,kokuşmuş elbiseleri ve hepsininde koyu tonlarda ceketleri vardı.
Veli cebinden çıkardığı,küçük kareli not defterini çıkartıp,önüme attı.Kapının yanında yerde çakılı olan tahta zemin parçasına,oturup sırtını duvara yasladı.Diğer mumda sönmüştü,sadece gardiyanın bizim için getirmiş olduğu mum yanıyordu.Yerden küçük not defterini aldım,ön sayfasında büyük harflerle''VELİ KİMDİR?''yazıyordu.
''Çok iyi gibi görünen insanların,iç yüzünü tanımadan çözümleyemezsin ve ben seri katil olarak,çok küçük miktarlarda almış olduğum,paralarla çok iyi insanları öldürdüm.İyi olduklarını cenazelerinden değil,neden ölmelerini istediklerinden öğrendim.Artık para kazanmıyorum ve iyilerin ölmemesi için kötüleri öldürüyorum,mum ışığı söndüğü vakit,kanepede uyuyan herkesin infazına karar verdim.Ciddiye alsan iyi olur.Okuduğun bu kısmı yak ve ihtiyarın gelmesini bekle...''
Sağır ve dilsiz rolü yapan seri bir katille aynı yerde kalmak ve yargısız infaz h
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DÜNYAMDAKİ ÖĞRETİLMİŞ ÇARESİZLİK
Ciencia FicciónMevsimler doğayla bütünleşince,derinlere yol almış kalplerin anlamlı ama sırasıyla anlamsızlaşan, giderek daha kötüleşen,nefret duygusunu beynimizde yer ediniyoruz isteksizce.Boğulmak üzere atladığım,çamurlu nehrin birkaç adım ötesine gidemeden,ölüm...