2. Bölüm - Bahçıvanın kızı

71 0 0
                                    

ERVA

Büyük ada mutfakta otururken bir yandan da Semiş'i izliyordum. Eli o kadar hızlıydı ki ne yaptığını göremiyordum bile. Semiha Teyze'm benim annem gibiydi. Kendimi bildim bileli benimle ilgilenirdi. Her zaman halimi hatrımı sorar işlerimi hafifletirdi. Şimdi de kendisine yardım etmeme izin vermiyordu. Akşam için elinden geldiğince her şeyi yetiştirmeye çalışıyordu ama yetiştiremeyecek gibi gözüküyordu. Normalde Yeliz cadısı ona yardım ederdi. Ama bugün yoktu, izin almıştı. Tam da gününü bulmuştu ha? 

Akşama gelecek misafirleri merak ediyordum. Reyda bana arkadaşlarının geleceğini söylemişti. Bu merakımı ikiye katlamıştı. Bu eve koca koca takım elbiseli adamlar dışında ilk defa eğlenceli misafirler gelecekti belki de. 

"Hadi ama Semiş yetiştiremeyeceksin. Bırak da yardım edeyim." 

"Ah kuzuum sen bana yetiştiremeyeceksin mi dedin?" Sinirli bir tonda sorduğu sorusunun alayını görebiliyor olsam da yetiştiremeyeceği ortadaydı Allah aşkına niye inat ediyordu ki?

"Bak Semiş'im sen usta ellerinle yemekleri yap ve salatayı bana bırak nasıl fikir?" Sesimi özellikle sevimli bir tona bürümüştüm.

"Tamam kız. Kalk da yardım et madem. Ah o Yeliz burada olacaktı da sana iş kalır mıydı kuzum." Semiş kendi kendine Yeliz cadısına kızarken ben de hemen elimi yıkayıp domatesleri doğramaya koyuldum. 

Üç yaşımdan beri bu evde yaşıyordum. Normalde ekonomik durumumuz böyle bir yere yetmezdi tabiki. Babam burada bahçıvanlık yaptığı için burada kalıyorduk. Tabi ben de mutfağa yardım ediyordum elimden geldiğince. Semiş'se neredeyse benimle aynı zamanlarda bu eve gelmiş. On küsür yıldır burada yaşadığını söylüyor. Önceden onun kocası bahçıvanlık yaparmış fakat genetik bir hastalığı nedeniyle erken vefat etmiş. Kocasından bahsederken yüzünden geçen hüznü görürüm hep. Yeliz ise en son aramıza katılan. Pek iyi anlaştığımız söylenemez. Cadının teki. 

"Erva kapı çalıyor kızım bi bak, misafirler herhalde." Semiş'in uyarıcı sesiyle düşüncelerimden ayrılırken hemen koşup mutfaktan çıktım. Aynı şekilde koşarak geniş, mermer merdivenleri tırmandım. Sakince kapıyı açıp misafirleri içeri buyur ederken yüzüme de bir gülümseme yerleştirmiştim. Onları salona yönlendirdikten sonra yine koşarak mutfağa indim.

"Semiiiş! Gelmiş misafirler." Bunları söylerken ona yemekleri taşımasını hatırlatacakken çoktan taşımış olduğunu fark ettim. Demek ki ben salatayı hallederken taşıdı. En son ben de gidip salatayı masaya yerleştirdikten sonra mutfak yerine bahçeye çıktım. 

Babamın burada olacağını tahmin ediyordum. Yemyeşil çimlerin üzerinden yürüyüp pembe güllerin olduğu yere gittim. Kokularını içime çekerken bir yandan da babamı arıyordum ama ortalarda yoktu. Ben de telefonumla kulaklığımı çıkarıp çimlerin üzerine yayıldım. Kulaklarımda Kaiser Chiefs'in bir şarkısı uğuldarken sesi en aza indirmiştim. Her an bana ihtiyaç duyulabilirdi. Ben ne kadar kendimi burada çalışan gibi hissetsem de Kemal Amca ve Mine Teyze bana hiç öyle hissettirmiyorlardı. Yani kendi çocuklarına hiçbir zaman öyle çok ilgi gösterdiklerini görmemiştim. Bana da onlara nasıl davranıyorlarsa öyle davranıyorlardı. Kimse hiçbir zaman benden bir şey yapmamı istemedi. Hatta hiçbir karşılık beklemeden bana telefon, laptop, daha neler neler aldılar. Ben bu durumdan biraz utansam da kesinlikle hiçbir itirazım yok. Onlar olmasa ne durumda olacağımız malum. İyi ki varlar. Hele Reyda bana gerçekten arkadaşıymışım gibi davranıyor. Hem de ben aramıza biraz mesafe koymama rağmen. Dediğim gibi kendimi bunlara fazla alıştırmak istemiyorum. Ne kadar uzun zamandır burada olduğumuz önemli değil. 

Ah tabi bir de Oğuz var. O bu evde yeni. Sanırım geleli bir sene falan oluyor. O da bizim küçükler gibi evlatlık edinildi. Reyda da Oğuz da bana hep Mine Teyze ve Kemal Amca'dan bahsederken hoş şeyler söylemezler. Hele Oğuz resmen onları kızdırmak için bilerek üzerlerine gidiyor. Her neyse asıl konu ondan çok hoşlanmam. O çok farklı. Yani cidden farklı. Nasıl biri olduğunu bir türlü çözemiyorum. Bir çok yakın davranıp bir uzaklaşıyor. Bazen Kemal Amca'ya çok sinirleniyor ve resmen kendini kapatıyor. Kimseyle konuşmuyor. Tabi ki Reyda hariç. O ikisi gerçekten kardeş gibiler. İlk zamanlardan birbirlerine alıştılar hemen. Oğuz en çok onunla vakit geçiriyor sanırım. Tabi evde olduğu zamanlar. Çoğunlukla dışarıda çünkü. Reyda'yla ne kadar vakit geçiriyorsa benimle de o kadar vakit geçiriyor aslında. Sanırım benimle bu kadar ilgilendiği için ondan hoşlanıyorum zaten. İşin utanç verici tarafı o da bunu biliyor. Yani hoşlandığımı... 

Bir gün Semiş ve Yeliz'le kaldığım odama gelmişti. Öyle genel sohbet ediyorduk. Ben ona okulumu anlatıyordum. Yani pek bir heyecanlı hayatım olmasa da o sanki çok ilgi çekiciymiş gibi beni hep dinler. Yine öyle dinliyordu. Sonra telefonu çaldı. Önce açmayacaktı, sonra telefon ısrarla çalmaya başlayınca açtı. Konuşmalarından Melis diye bir kızla konuştuğunu çıkarmıştım. Elimde olmadan sinirlendim ve odadan çıkmaya yeltendim. O da telefonu kulağından çekmeden bir eliyle bileğimden tutmuştu. Melis denen kızın telefonda hala konuştuğunu duyabiliyordum. Oğuz bana sadece ağzını oynatarak neyim olduğunu sormuştu ve ben kolumu çekiştirmeye çalışmıştım. Ne yaptığımı bilmiyordum, sinirlenmiştim birden ve o an ona neden sinirlendiğimi söyleyemezdim. En sonunda telefonunu kızın suratına kapattı ve beni kollarımdan iki eliyle tutup ne olduğunu sordu. Endişeyle bakıyordu ve ben kendimi tutamamıştım. Onu öpmüştüm. Son derece masum bir öpücüktü. Sadece dudaklarımı dudaklarına değdirmiştim ve sonra ellerinden kurtulup koşarak odadan çıkmıştım. 

Sonraları hiç ciddi ciddi bunu konuşmadık ama tabiki Oğuz Oğuzluğunu yapıp arada bana imalarda bulunuyordu. İlk başlarda sinirlensem de sonradan onu öyle kabullendim işte. O öyleydi çünkü. Hiçbir şeyi ciddiye almazdı ki ben onu öyle sevmiştim. 

Kulaklıklarımın kulağımdan çekilmesiyle düşüncelerimden uyandım. Gözlerimi isteksizlikle açıp karşımda duran Oğuz'a baktım. Sonra gözlerimi kocaman açıp tekrar baktım. Tişörtü yok muydu onun? 

"Se-sen niye böyle geziyorsun etrafta?" Kekelememi farkedip içten bir kahkaha attı. Haksızlık ama öyle gülme işte. Gülme!

"Niye gezmeyeyim ki Erva? Ne oldu utandın mı?" Benle dalga geçiyordu bide pislik.

"Uff Oğuz ne utanacağım. Hem misafirler var git de onlara katıl." Konuyu değiştirme hızımı takdir ederken aynı zamanda havanın kararmış olduğuna dua ediyordum. Bide benim kızarmış yanaklarımı görseydi nasıl falga geçerdi kim bilir?

"Ne misafiri? Yine mi ortaklar? Gitmeyeceğim. Senle takılıyoruz işte burada. Niye beni göndermeye çalışıyorsun?" Nasıl göndermeye çalışırım seni. Ah sanki bilmiyorsun aptal.

"Seni bekliyorlar cidden. Hem bu sefer öyle takım elbiseli sıkıcı adamlar değil. Reyda'nın arkadaşları gelmiş." 

"Peki bakalım bir gidip görüneyim." 

"Dur! Üstünde bir şey yok. Böyle gitmeyeceksin herhalde dimi?" Soruma karşılık pis pis sırıtıp kafasını sallamıştı. Yok artık! Bana elini uzatınca ondan destek alıp ayağa kalktım. 

"Hadi sen de benle gel Erva'cık." 

"Hayır hayır olmaz. Onlar misafir saçmalama." Yine sınırlarımı koyuyordum. O da bunu biliyordu. Beni fazla zorlamasını sevmediğimi de biliyordu. O yüzden elimi bırakıp omuzlarını silkip uzaklaştı. Arkasından sırtını izlerken ne yaptığımın farkına varıp gözlerimi kaçırdım. Anca arkasından bakarsın zaten Erva.

Birkaç dakika daha bahçede oyalandıktan sonra merakıma yenilip Oğuz'un peşinden gittim. Hem masayı toplama bahanesiyle ne olup bittiğine bakabilirdim. Hızlı adımlarla salonun girişine yaklaştığımda Oğuz'u eşiğe yaslanmış bir halde buldum. Eveet! Tanışmayı kaçırmamıştım. Olduğum yerde kalıp içeride olanları dinlemeye başladım. Oğuz'dan sonra ben de içeri geçecektim.

Kesişme NoktasıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin