Anlaşma

20 0 0
                                    

Her zaman ki gibi sıradan sıkıcı bir gündü. Evde tek başınaydı. Hayır, aslında yalnızlığıyla beraber mutfak masasında oturuyorlardı. Yemeğini yeni yemiş bilgisayarda araştırma yapmakla meşguldü. Yarıyıl tatili onun için tam bir kâbusa dönüşmüştü. Teknoloji dünyası hakkında araştırma yapmak onu sıkmıştı. Ay da yılda baktığı facebook hesabını açarak birkaç grupta dolaştı. Bir şey dikkatini çekmiş olmalıydı ki hemen odasına gidip birkaç A4 kâğıt ve yıllara meydan okuyan ama bozulmak bilmeyen uçlu kalem ile geri döndü. Dikkatini çeken şey ise bir karakalem çalışmasıydı. Çizim yeteneğini en son ilkokulda kullanmış ve rafa kaldırmıştı. Kendi kendine konuştu. “Acaba paslandım mı?” cevabı öğrenmesi çok zaman almadı. Daha yolun yarısında hatalar boy gösterdi. Kalemi bıraktı ve sağı solu yoklamaya başladı. Ama aradığı şey ortalıkta yoktu. Hiç ihtiyaç duymadığı için alma gereksinimi duymamıştı. Ama içinde bulunduğu durumda hiç olmadığı kadar lazımdı. Ya daha başlamadan pes edecek ve hayatının basketini atacaktı. Ya da bir yerden silgi bulacaktı. Birinci yol daha mantıklı geldi ama pes etmek ona göre değildi. İlkokul zamanlarını hatırladı ve gözleri yaşardı. Her şeyi vardı. Ama lise onu çok değiştirmiş bırakın silgiyi “-Kitap nerede Can ?” sorusunu duysa “-Kitap ne la” diyecek hale gelmişti. Birden örümcek ağlarının her yeri sardığı beyni sönmüş volkan gibi faaliyete geçti. Hemen kardeşinin odasına koştu ve etrafı yokladı. Onun çantasını aradığı her halinden belliydi. Her yeri altını üstüne getirdi. Sonunda bulmuştu ve hızlı bir şekilde açarak kalemliği eline aldı. Yüzünde psikopat bir ifade belirmeye başladı. Hazine bulmuş korsanlar gibiydi sanki. Kalemliği yavaşça açtı. Yüzündeki o psikopat ifade kendini yavaş yavaş hayal kırıklığına bırakıyordu. Kalemlikte silgiden eser yoktu. Sanki biri umut pencerelerine taş atmıştı. Artık her şey bitti diye düşündü. Bir anda hızlı bir hareketle çekmeceye atıldı. Bu onun son umut penceresiydi. Derin bir nefes aldı. Çekmeceyi yavaş yavaş kendine doğru çekti. Gözleri kapalıydı. Gözlerini sakin bir şekilde açtı. Şimdi etrafa sessizlik hâkimdi. Birden sessizliği yırtıp geçen bir gülüş attı.  “-Başardım Adria’n ”  diye bağırarak sağa sola vuruyordu. Hemen mutfağa koştu. Hiç vakit kaybetmeden çizimini yapmaya koyuldu. Çok geçmeden yeteneğinin paslanmadığının farkına vardı. Nerdeyse bitirmişti ki sıkıldı ve yarım bıraktı. Saat çok geç olmuştu. O gün internete yeni bir film düştüğünü görmüştü ve beklediği bir film olduğundan izleyip yatacaktı. Filmi açıp durdurdu ve yanına atıştırmalık bir şeyler hazırladı. Yatağına uzanıp dizüstünü kucağına aldı. Artık her şey hazır diye düşünüp kulaklığı taktı. Artık dünya ile bütün bağını kesmişti. Tek amacı filmi izleyip yatmaktı. Film izlerken bir hayal kırıklığı sardı etrafı film hiç beklediği gibi çıkmamıştı. Ama yarıda kalmasın diye izliyordu. Filmin sonuna doğru gece gündüze çalıyordu. Güneş yavaş yavaş İstanbul’un o pislik içinde batan sokaklarına giriyordu. Güneş bile insanların hangi yüzüne güleceğine şaşarken Can ne yapmalıydı. Yalnızlık usulca köşeye çekildi. Ne de olsa onun mesaisi akşamları başlıyordu. Artık uyku kendini iyice belli etti. Can’ın gözleri durmadan kapanıyordu. Can yatağın yumuşaklığı ve sıcaklığı içinde uykuya bir dalış yaptı. Güneş İstanbul sokaklarına tepeden bakıyordu artık. Saat 13.30’u gösteriyordu. Telefonun çalması ile yatağından fırlaması bir olmuştu. Hala uykusu alamamış bitkin gözlerle odayı süzüyordu. Uyku insanı sersemletiyordu. Kalmak istedi ama hala uykusu vardı. Yatağın içinde bir oyana bir buyana döndü. Saat artık 14:00ü gösteriyordu. Can tavanda bir yere odaklamış yatakta öylece yatıyordu. Karnı acıkmıştı. Annesi olsa yiyecek bir şeyler hazırlardı. Ama evde ondan başka kimse yoktu. Yataktan mutsuz bir şekilde kalktı ve lavaboya yöneldi. Elini yüzünü yıkayıp mutfağa girdi. Hemen dolabı açtı ve 3 tane yumurta çıkardı. Bu yapılması en kolay kahvaltıydı. Çay suyunu ocağa koydu. Sonra bir kâseye yumurtaları kırarak bir güzel çırptı. Su çoktan kaynamış olmalıydı ki buharlar sanki bir boğanın burnundan çıkar gibi çıkıyordu. Çayı demledikten sonra yumurtayı da pişirdi. Artık bulutların üstünde geziyordu. Çünkü yemek hazırdı. Fakat masada bir eksikli vardı. Gözleri bir şey arıyordu. Çok sevdiği bardağı ortalıkta yoktu. Bu iş Ümraniye çöplüğünde yüzük aramak gibi bir şeydi. Mutfak mutfaklıktan çıkmış Ümraniye çöplüğüne dönmüştü. Çok acıkmıştı karnı sanki küfür ediyordu. Aramaktan vazgeçti ve raftan bir bardak aldı. Çayını doldurup şekerini attı. Daha fazla dayanamayıp yumurtaya yumuldu. Sonunda karnını doyurabilmişti. Saat 14:30u gösteriyordu. Akşama kadar ne yapacağını düşünmeye başladı. 

"Devamı gelecektir."

AnlaşmaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin