Bölüm 2: Vakit Tamam

12 0 0
                                    

Bütün gün düşündü ama bir türlü yapacak bir şey bulamadı. Genellikle bilgisayar oyunları oynardı. Son zamanlarda ortalık oyunbozanlardan geçilmediği için artık oyunu da bırakmıştı. Yani artık tek kelime ile yalnızlık okyanusuna yelken açmıştı. Aklına akşam ki yarım bıraktığı çizimi geldi. Onu bitirmeliyim diye düşündü. Evet, onu bitirmesi gerekiyordu çünkü o çizim hayatını değiştirecekti. Oysaki Can onu sadece sıkıntıdan yapıyordu. Her şey bıraktığı gibi yerli yerindeydi. Masayı toplaydı. Eğer çizimine devam etmek istiyorsa masayı silmesi gerekiyordu. Her yerde ekmek kırıntısı ve yağmur damlacıkları vardı. Bir bez yardımı ile masayı pırıl pırıl yaptı. Artık çizimine devam edebilirdi. Oturmadan önce bir bardak çay doldurdu. İçecek çok şey vardı. Kafayı güzelleştirecek ama belli bir zaman sonra oda çekip gidecekti. O yüzden sevmiyordu. En azından çayın demi var deyip bir yudum aldı. Sonra yarım bıraktığı çizimini önüne aldı. Kalemli masanın üstünde göremiyordu. Galiba akşam yere düşmüştü. Eğilip yere baktı. Düşündüğü gibi aksam kalemi yere düşürmüştü. Yerden aldı. Çayından bir yudum daha içti ve çizmeye başladı. Zaman çok yavaş geçiyordu. Saat 15:43ü gösteriyordu. Müzik dinelmenin eğlenceli geleceğini düşündü. Dünyayla tekrar bütün ilişkilerini kesmek üzere kulaklığı kulağına götürdü. Şimdi kendini daha iyi hissetmişti. Şarkı onu alıp götürmüştü. Bir yandan çiziminin son rötuşlarını yapıyordu. Şarkını ritmi arttıkça daha hızlı çizmeye başladı. Nerdeyse bitirmişti ki bir çığlık attı. Bu mutluluk çığlıklarıydı. Evet, sonunda bitirmişti. Ama hala başına geleceklerden haberi yoktu. Saat 16:23ü gösteriyordu. Şarkı ve çizim ona zamanı unutturmuş olmalıydı. Ama şimdi tekrar hatırlamıştı ve sevinç çığlıkları yavaş yavaş sessizlik içinde kayboluyordu. Saat artık 16:30u gösteriyordu. Güneş İstanbul’un pis sokaklarından çekiliyordu. Beyaz örtü ne kadar sokakları örtse de insanlara karşı bir şey yapamıyordu. Yalnızlık Can’a bir selam çakarcasına kapısını çaldı. “-Kapı” Can’ın aklına dışarı çıkmak geldi. Çıkıp biraz hava alacaktı. Belki bu onun için daha iyi olurdu ama hava çok soğuktu. Ancak yapacak bir şey bulamıyordu. Bu fikir ona iyi gelmiş olmalıydı ki hemen üstüne kalın bir şeyler giydi. Boy aynasında kendine baktı. Aynada orta boylu, saçları yeşil gözlerini çoktan geçmiş artık dudaklarına kadar gelmiş, elmacık kemiklerini kapatmış, ne gözleri ne burnu ne de kulakları görünüyordu. Sadece dolgun dudakları ben buradayım dercesine sırıtıyordu. Bu haliyle tam bir serseriye benziyordu. İnsanlar ona körmüş gibi davranıyordu. Sınıf arkadaşları ise her gün aynı şeyi söylüyordu.

“Can saçlarını kestir.”

“Can sen önünü görebiliyor musun? “

“Can neden saçlarını uzatıyorsun?”

“Can neden gözlerini saklıyorsun?”

Can artık bu cümleleri duymaktan sıkılmıştı. Hiç biri Can’ı anlamıyordu. Saçlarının uzun olması onunda hoşuna gitmiyordu. Ama artık insanları yüzüne bakmak istemiyordu. Böylesi onun için daha iyiydi. Neyi görmek isterse onu görmek istiyordu. Kolundaki saate bakarak bir iç çekti. Daha yarım saat geçmişti. Aynadaki haline baktıktan sonra kapıya doğru yöneldi ve derin bir nefes alıp kapıyı açtı. Ayakkabısını giydi ve merdivene doğru yöneldi. Havanın soğuk olması nedeniyle ortalıkta kimse yoktu. Sokak lambaları artık yanmıştı. Her yer beyazdı. Hava da kar tanecikleri bir tüy misali süzülüyordu. “Rüzgâr çok güzel esiyor.” diye mırıldandı. Dışarı çıkalı yarım saat olmuştu. Can kendini rüzgârın kollarına bıraktı ama bu sırada soğuğu içinde hissetti. Dişleri birbirine vuruyordu. Elini cebine attı. Cebinden sigara paketini çıkardı. Kapağını açıp ağzıyla bir dal sigara alıp geri cebine koydu. Çakmağını yokladı fakat bulamadı. Çakmağını unutmuştu. İlerde bir tekel dükkânı vardı. Oraya doğru yürümeye başladı. O yürüdükçe beyaz örtü sanki ona küfür edercesine kıtır kıtır ediyordu. Kapıdan içeri girdi.

“Dayı oradan bir tane çakmak verir misin?”

“-Tabi evlat hangisini istersin.”

“Beyaz olanı ver.”

Cebinden bozuklukları çıkarıp tezgâha koydu ve dışarı çıktı. Ağzındaki sigarayı yakmaya çalışıyordu. Ama buçok zordu. O hafif esen rüzgâr artık Can’a kızarcasına esiyordu. Vücudunu siper ederek sigarayı yakmayı başardı. Saatine baktı. Saat 20.47’yi gösteriyordu. Karnı acıkmış olmalıydı ki artık eve gidelim dercesine gurulduyordu. Evin yolunu tuttu. Sigarası nerdeyse bittiydi. O Çoktan eve varmıştı. Gelirken markete dönüp yiyecek beşiler almıştı. İçeri girdi. Elendikleri masanın üstüne koydu. Poşetin içinde aldıklarını çıkardı. Poşetin içinde hamburger ekmeği ve birkaç hamburger malzemesi çıktı. Ayaküstü kendine birkaç hamburger hazırladı. Tekelciden sadece çakmak almamıştı. İçecek bir şeylerde aldı. Sandalyeyi geri çekip oturdu. Yemek yemeye yumuldu. Aldığı içkiyi açtı ve birkaç yudum aldı. 

AnlaşmaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin