8
Yalnızlık zor iş. Ve sıkıcı. Ancak sizi takip eden bir gölge varsa yine de yalnız sayılmazsınız. Son zamanlarda gölgem ölümün bedenine büründü. Kimi zaman benden önce, kimi zaman arkamda, kimi zamansa tam yanımda yürüyor. Bazen ürküp ondan kaçmak istesem de beni asla yalnız bırakmıyor. O susuyor ben susuyorum. Birleşip tek bir beden olacağımız günü bekliyoruz.
Büyük kapışmadan sonra arenada dört kişi kaldık. Avlayacak hayvan yok. İçecek su yok. Hiç gece olmuyor. Yarım saatlik uyku ile tüm gün ayakta duruyorum. Arkamda iki kişi var. Beni öldürmek için takip ediyorlar. Onların arkasında da bir kişi. Amacım asla kimseden intikam almak olmadı ancak buna izin verdim. Büyük bir ihanetin cezasına hüküm verdim. Yapmam gerekeni yapıp Lexia’yı öldürmedim. İçinde büyüyen ateşi söndürmesi için onu özgür bıraktım. Zaman kavramı yitirildi. Artık ölümümü bekliyorum.
Güzel günler bana artık çok uzak. Hiç ölmeyecek gibi yaşıyoruz ancak öyle ya da böyle bir gün ölüyoruz. Ya da öldürülüyoruz. Ya da öldürüyoruz. Şimdiden beş kişinin kanı elime bulaşmış durumda. Onlardan bir parça olarak yeleğimin cebinde onlara ait altın halkayı taşıyorum. Beş tane kütleyi bir araya getirince eksik bir çember oluştu. Üç- dört parça sonra tamamlanacağına eminim.
Ayaklarım beni zehirli nehre getirdi. Nahoş kokusu beni kendine çekiyordu. Suda renkli balıklar yüzüyordu. Acaba birini yakalayıp yesem zehirlenir miyim? Muhtemelen evet.
Su birden bulanınca bir bıçak çekerek hızla arkamı döndüm. Ah! Ne aptallık. Jensen eline aldığı uzun kılıcı çevirirken alayla gülümsüyordu.
“Kendime son kez bakayım mı dedin?” Çok komik.
“Hayır. Senin gelmeni bekliyordum.” Anında bozuldu. Demek ki o kadar zeki değilmiş.
“İşte buradayım. Ecelin geldi. Ölme vakti.” Kahkaha atarken doğruldum.
“Beni hafife alma Jensen. En az senin kadar iyiyim. En az.” Gözlerini kısıp yüzüme bir kez daha baktı.
“Göreceğiz.” Bunu dedikten sonra üstüme çullandı. Benden iri olduğu için altında kaldım. Ama bıçağımı aradan sıyırıp karnına sapladım. Sonra hemen geri çektim. Acıyla iki büklüm olurken yerden aldığı taşı kafama vurdu. Zamanında çekilemediğim için sanırım kaşım yarıldı. İlk yakın dövüş kavgamı veriyordum ve benim verdiğim zarar daha fazlaydı.
Kolumda hissettiğim keskin bir acıyla dikkatimi topladım. Boydan boya bir yarık açılmış, sol kolumu kullanılamaz hale getirmişti. Acı bedenime yavaş yavaş yayılırken bıçağı kendime yakın tuttum. Jensen tekrar üzerime atladı. Yana kaçarak kurtuldum. Hızlı davranıp kılıcı bacağıma soktu. Zaten toplayan bacağım hepten devreden çıktı. Tek ayağımla dengede durmaya çalışırken Jensen’ı zehirli nehir’e döndürdüm. Ama o bunun farkında değildi. Ona yaklaştım. Son bir şansım vardı ve bunu iyi değerlendirmeliydim.
Boynumda hissettiğim şeyle dikkattim büyük ölçüde dağıldı. Sol kolumu zorla boynuma getirip dokundurduğumda boynum sızladı. Arkamı dönüp baktığımda Mason elindeki bıçaklarla bana yaklaşıyordu. Bir bıçak daha fırlattı ancak geri çekilerek savuşturdum.
Mason ve Jensen güçlü bir birlik oluşturmuştu. İkisine karşı duramazdım ama eğer Jensen’ı öldürürsem en azından Lexia Mason’ı öldürüp galip olabilirdi. Bunlardan birinin yerine onun galip olmasını tercih ederdim.
Jensen’ın dikkat dağınıklığından faydalandım. Bıçağımı göğsüne geçirdikten sonra ona yumruk attım. Dengesini sağlayamadı ve geri düştü. Arkasında nehrin olduğunu bilmeyerek. Ardından bir top sesi duyuldu.
“Teşekkür ederim. Sen yapmasaydın ben yapmak zorunda kalacaktım. Şimdi senin icabına bakalım.” Sahte bir nezaketle konuşan Mason’a döndüm. Dönmemle birlikte göğsümün orta yerine bir bıçak yemem bir oldu. Bacaklarımdaki derman birden kesilince yere yığıldım. Kulaklarım uğulduyordu. Gözlerime yaşlar birikiyordu. Gökyüzünü bulanık görmeye başladım. Bir süre sonra duyamasam da gözlerimi kırpıştırıp yaşların akmasına izin verdim.
Mason’ın ne yaptığını görmek için kafamı çevirmeye çalıştım ama düşünceden ibaret kaldı. Beni öldürdü ve şimdi kardeşinin peşine düşecek. Sonra Capitol’un dolaylı yoldan oluşturduğu bir mutta canavar olarak mıntıkasına dönecek ve herkes ondan nefret edecek. Ben olsam ederdim.
Her şey sona erdi, öldüm. Hem de bir hainin darbesi ile. Duyulan iki top sesinin ardından her yer sessizliğe gömüldü. Biri benim, biri Lexia için. Hayat son buldu. Artık ölüm ve ben tek beden olduk. Gözlerim açık, mavi gökyüzüne bakıyorum. Mavi… Sonsuzluk ve özgürlük demek. Biraz sonra katilin, galibin ve yeni gözdenin ismi açıklanacak. Buradan çıkıp farklı bir cehennemde bekçi olacak. Sonsuza dek sürecek bir esaretliğe adım atacak. Mavi… Son ve baş. Sıfır ve bir. İki sayı arasındaki yaşam çizgisi…
Biraz sonra bir sesi duyuldu.
“Bayanlar ve baylar, 43.Açlık Oyunları galibi Scarlett Army…” Kelimelerin arasından adımı duydum. Ben ölmemiş miydim? Özgür kalmamış mıydım? Naaşım mavi’ye ulaşamadan kanatlarım mı kırılmıştı?
Gökyüzünden inen metal pençeler yorgun bedenimi kaldırdı. Yavaş yavaş yükselirken bedenimin orta yerindeki bıçak canımı acıtıyordu. Etrafım silikleşmeye başlarken duyduğum son şey ufak bir mırıltı oldu.
Bilincim yavaş yavaş yerine gelirken fark ettiğim ilk şey canımın çok acımıyor oluşuydu. Gözlerimi tamamen açtığımda kendimi bembeyaz bir odada buldum. Yerimden yavaşça doğruldum. Üzerimde naylon bir elbise vardı. Kan, kir, pis her şey yok olmuştu. Sol bacağımın önü boydan boya dikiş izi taşıyordu. Sol kolumda da yine aynı şekilde dikiş izi vardı. Çok bakımlı elimi kaşımın üzerine getirdim. Dikişler alınmıştı ama burada da bir iz olduğuna eminim.
Yataktan inip çıplak ayaklarımla yürümeye başladım. Fayans içimi ürpertse de bunu umursamadım. Koridorun sonunda gördüğüm sürgülü kapıya doğru ilerledim. İçeri girdiğimi beklenen bir manzarayla karşılaştım. Eskortum Winona, stilistim Eva ve Neil’in stilisti oturmuş durum değerlendirmesi yapıyorlardı.
Onları bir daha göreceğimi sanmıyordum. Yaşlar gözlerimdeki birikirken Calvin’e döndüm. Gözleri bana Neil’i hatırlatmıştı. Oysa hiçbir alakaları yoktu. Sinir boşalmasıyla hıçkırarak olduğumu yere çöktüm. Hemen koşup yanıma geldiler ve beni koltuğa oturttular. Ben ağlarken Eva yanıma geldi ve hızla bana sarıldı. Birinin bana sarılmasını, şefkat göstermesini bile özlemişim.
Yarım saat sonra içimdeki bütün zehri akıtmış bir şekilde dinleniyordum. Eva ve Calvin işleri olduğu için gitmiş, Winona ile beni yalnız bırakmışlardı. Winona oyunlardan hiç bahsetmedi. Bana Mabelle, Adela, annem ve sevdiğim tahmin edilen çocukla yaptıkları röportajları anlattı. Sonunda Mabelle ünlü olduğu için çok mutlu olmuştur.
Yemek yedikten sonra Eva beni sahne için hazırlamaya götürdü. Bol paça bir pantolon, beyaz bir gömlek ve küçük bir de papyon. Saçlarım sıkı bir atkuyruğu. İmajımdan vazgeçmedim.
Sahnenin arka tarafına geldiğimde sunucu tarihte ilk defa 12.Mıntıka’dan bir galip çıktığını haber veriyor. Benden önce hiçbir galip olmadığı için önce Winona çıkıyor. Büyük bir alkış topluyor. Sonra Eva. Buruk bir gülümsemeyle yerine oturuyor. Sonra hazırlık ekibim. Ve son olarak ben.
“En yeni galibimiz.”
ŞİMDİ OKUDUĞUN
43.YIL AÇLIK OYUNLARI
FanfictionArkadaşlar, ben de bir THG hayranı olarak -ve bundan gurur duyarak- açlık oyunlarına dair bir kaç şey karalamak isterim. belki saçma gelebilir ama hikayemin özgün olmasına özen göstereceğim. iyi okumalar. ...