Duvarların yıkılmasıyla bu büyülü an bozuldu.
Meleği -Jane'i diye hatırlattım kendime- kaçırdığım yerdeki savaşçılara benzemiyorlardı içeri akın edenler. Yüzlerindeki ifade bir insana ait olamayacak derecede donuktu.
Sonrasında olanların nasıl geliştiğini aklım almadı, başımın zonklamasından ve kulağımın uğuldamasından başka birşeye odaklanmam güçleşiyordu. Duvardan geriye kalan parçalar arasında meleği görmeye çabalarken yüzümden tüm kanın çekildiğini hissettim. Kollarımı hissetmiyordum ama bunun nedeninin kollarımdan sıkıca tutup beni etkisiz hale getirmeye çalışmaları olmadığını biliyordum, belki yıkılan duvarlardan bir parça bana çarpmış olabilirdi, sadece.. Hissetmiyordum.
Jane'i göremiyordum ama ondan yayılan enerjiyi sanki damarlarımda dolaşıyormuşçasına hissediyordum. Ona yöneldiğimde -en azından yönelmeyi denediğimde- sadece gözlerinin grisine bulaşmış şaşkınlık ve korkuyu ve aynı şekilde mavisine bulaşmış sessiz fırtınaları farkedebilecek kadar bakabilmiştim ona.
Başımın zonklaması durmak bilmiyordu ama bu benim kalan gücümü kullanmamı engelleyemedi, melekle beraber buradan çıkabileceğime dair umutlarımla çırpınmaya devam ettim. Avazım çıktığım kadar bağırıyordum, kulaklarımın uğultusundan kendi sesimi dahi duyamıyordum ama onların duyduklarına emindim.
Ne olduysa o anda oldu, gözlerim kararmaya başladı, vücudum daha bir hissizleşmişti, ağzıma kan tadı geliyordu ve sanki yumuşak gölgeler vücudumu sert kırbaçlarla sarsıyordu. Bayılmıştım.
•••
Gözlerimi açtığımda pamuk gibi bulutlarla bezenmiş masmavi gökyüzüyle karşılaştım. Bir an onun gözlerine baktığımı sanmıştım.
Hissizliğim geçince ilk bileklerime bağlanmış halatlarla karşılaştım, sonra kuşların cıvıltısını, baharın kokusunu... Bu güzel ve bakılmaya doyulmaz manzarayı bozan tek şey vardı, o da bizdik.
Uzun sessizliğin, uzun yürüyüşlerin (bu süreç boyunca kalın ve sert halatlarla inatlaşmıştım) sonucunda bizi götürecekleri yere vardık. Dışarısı sarmaşıklarla savaş içinde ve antik bir görünüme sahip olsa da içerisi modern ve sinir bozucuydu. Donuk bakışlarla bakan köleler, neresinden baksan rahatsız edici ve pahalı olduğu belli olan mobilyalar vardı. Tavan yüksekti ve aynalarla kaplıydı.
Tepkisini görmek için Jane'e bakacakken etrafımız bir anda kalabalıklaştı ve onu göremez oldum. Başımı isyankarca sağa sola çevirdim ama onu yine göremedim. Ve ondan yayılan enerjinin gittikçe azaldığını farkettim. Neredeyse hissetmiyordum, yok gibiydi.
○○○
Melek, elleri ve ayakları demir zincirlerle duvara bağlanmış ve hareket etmesi tamamen engellemiş bir şekilde önündeki kızıl saçlı kadına bakıyordu. Gözlerinin bulutlanmasına rağmen kadının bakışlarının ayak bileğindeki ize kaydığını görebiliyordu.
"O iz, ölümün olacak. Eğer özelliklerini Jesse'ye vermeyi kabul edersen, ölümün için her şeyi yapmaya hazırım."
Kadın sözlerini bitirir bitirmez usta bir işçilikle oyulmuş gösterişli kapı gürültüyle açıldı ve içeri solgun, grimsi kanatları sırtında kapalı şekilde duran bir melek girdi.
"Onu bulmuş-" o belirgin izin sahibi olan meleği -Jane'i- zincirlerle duvara bağlanmış halde bulunca gözlerinde şaşkınlık parıltıları belirdi. "Neden zincirlere bağladınız?" Sessizce ve nazik dokunuşlarla meleği zincirlerden çıkardı ve bu sefer kollarına hapsetti.
Jane, kendisine sarılan meleğin çıplak sırtına bakınca ayak bileğindeki izin bir benzerini gördü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Meleklerin Gözyaşları
Romance"Önceden aynaya baktığımda ne görürdüm biliyor musun? Hiçbirşey. Şimdi de birşey değişmiyor. Çünkü sen yoksun hayatımda ve sanırım olmayacaksın da." ... Bir kız varmış kirpikleri ok kaşları oku atan yaymış. Bir gün bir bakış atmış ok orada buluna...