Cansu, hayretle Astin'in söylediklerini düşünürken bunun bir rüya olabileceğini düşündü. Ama bu bir rüya değildi. Eğer rüyada olsaydı o anda rüyada olduğu aklının ucundan geçmezdi.
"Burada bu kadar durduğumuz yeter. Kralı daha fazla bekletmek istemem." Dedi Astin.
Cansu, bir krallığa bir mağaraya bakıyordu. En sonunda geldiği kapının açık olma ihtimalini düşünerek mağaraya doğru koşmaya başladı.Astin, Cansu'nun mağaranın içine doğru koşmaya başladığını görünce hayretle peşinden mağaraya girdi.
Cansu koşuyordu ama nereye koşduğunu bilmiyordu. Sonunda dinlenmek için ve geldiği yolu bulabilmek için durmaya karar verdi.
Hemen arkasından Astin geldi ve
"Siz ne yaptığınızı sanıyorsunuz. Mağara bir anda yıkılsa ne yapacaktınız." Dedi.
Cansu , Astin'in söylediklerini kafasında tarttı ve "Burda neler oluyor ? Ve ben neredeyim?" Dedi."Efendim şu an burada anlatamam. Bir gün ışığına çıkalım. Emin olun size her şeyi açıklayacağım." Dedi Astin.
Cansu, buradan kurtulmanın tek yolunun Astin'in yanında gitmek olduğunu anlayınca "Tamam. Öyle olsun." Dedi.
Astin elini havada bir kez şıklattı ve Cansu'ya yol gösteren kelebek tekrar geldi. Kelebek, parıl parıl parlıyordu. Kelebeği takip ederek tekrar yolu bulup çıkışa ulaştılar.
Cansu, etrafına baktığında inilecek hiç bir yer göremedi. Neredeyse dimdik bir dağın tepesine yakın bir yerde bulunan bir mağaranın çıkışındaydılar.
"Burdan nasıl inmeyi düşünüyorsun acaba " Dedi Cansu biraz tedirgin olarak.
Astin Cansu'ya dönüp düşünceli ve keskin bir bakış attı. Kafasını önüne çevirdi ve elini bir şey sunarmışçasına yanındaki boşluğa uzattı. Ve dağın taşlarından birere birer uzantılar çıkarak bir merdiven oluşturdular.
Astin, hiç zaman kaybetmeden merdivenden inmeye başladı. Cansu'da onun peşinden inmeye başladı . Cansu aşağı baktı ve bir an dengesini kaybetti az kalsın düşüyordu. Astin, Cansu'ya dönerek bakmadan " Aşağı bakmamaya çalışın." Dedi.
Oldukça uzun mesafe merdiven indikten sonra sonunda yere ayak bastılar.
Durup biraz soluklandıktan sonra "Artık bana burada neler olduğunu anlat."Dedi Cansu.
"Efendim. Şu anda Castrel'deyiz. Bu şehir bin dörtyüz altmış beş yılında Büyük büyük dedeniz Kral Castrel tarafından fethedildi ve Şehre de kendisinin adı konuldu."
"Kaç yılında dedin sen ?"
"Bin dörtyüz altmış beş yılında fethedildi."
"Burası hiç günümüz şehirlerine benzemiyor ama. Yani yıl olmuş İki bin on yedi. Hiç sokak yok. Dağlar var. Şehrin ortasında kale desem kale değil bildiğin saray var."
"Ne ! Yani efendim şu an da bin altıyüz yılındayız." Dedi. Astin. Büyük ve yeşil gözlerinde belli belirsiz bir şaşkınlık vardı.
Cansu , Hayretler içerisinde neler olsuğunu çözmeye çalışıyordu.
Astin, Biraz düşündükten sonra "Efendim, sanırım size şu anda neler olduğunu anlatması gereken kişi ben değilim. En iyisi şu anda beni izleyin sizi saraya götüreyim."
Cansu, ağzını itiraz edecek gibi açtı ama vazgeçti. Kafasını evet anlamında sallayarak Astin'i takip etmeye başladı.
Cansu gidecekleri bur yok aradı. Ama belirli bir patika yoktu."Nereden gideceğiz" Dedi Cansu.
Astin'in dudağı hafifçe kıvrıldı ve suratına hafif bir gülümseme yerleşti.
Astin, elini ağaçlara doğru uzattı. Ve ağaçların arasında bir yol belirdi.
Astin ve Cansu patikadan ilerlemeye başladılar.Cansu, bir yandan Astin'i takip ederken bir yandan da düşünüyordu. Bu yaşadıkları yüzünden kendini oldukça garip hissediyordu. Daha sonradan bu kafasını karıştıran bütün soruların şu anda gittikleri yerde cavaplarını alacağına karar verdi. Bir yandan da kendine nasıl hitap edeceğine karar veremiyordu. Cansu mu ? Yoksa Prenses Jasmine mi ? Biraz düşündükten sonra kendisine Genç kız diye hitap etmeye karar verdi. Her ne kadar bunu düşünmek o an için çok saçma ve önemsiz bir konu olsada.
Genç kız, bütün bunları aklından geçirirken yolu çoktan bitirmişlerdi bile. Genç kız, öylesine düşüncelere dalmıştı ki yürürken önüne bile bakmıyordu. Küçük bir taşa takıldı ve hafif tökezledi.
Astin, "Pek düşüncelisiniz bakıyorum" dedi.
"Kendime ne diye hitap etsem diye düşünüyorum. Ben Cansu muyum yoksa Prenses Jasmine mi." Dedi Genç kız hafif sitemli bir sesle." İkiside sizsiniz. Cansu da sizsiniz Prenses Jasmine de."
Cansu, Astin'in dediğinden bir şey anlamadığını söylermiş gibi bir bakış attı. Astin, bunu görüp yine suratına hafif bir gülümseme yerleştirdi.
Astin ve Cansu çevresi küçük dükkanlarla dolu ve ortasında da bir fıskiye olan bir meydana geldiler. İnsanlar, Astin'i görünce hemen ona yol veriyorlardı. Bir yandan da Cansu'ya hayatlarında hiç böyle bir şey görmemişler gibi bakıyorlardı. Bakmakda da haklılar tabi. Herkes rengarenk ve uzun kuyruklu, Cansu'nun yalnızca eski çağ filmlerinde görebileceği elbiseler giymişlerdi. İçlerinde bir tek Cansu saçını bir öğrenci gibi dağınık topuz yapmış, Kot pantolon giymiş ve üstüne gri ve üstünde ingilizce yazılar olan bir sweatshirt giymişti.
Astin öylesine hızlı yürüyordu ki Cansu ona yetişmek için neredeyse koşuyordu.
Çarşı'yı geçtikten sonra sonunda geniş bir yola girdiler yolun köşelerinde kelebek heykelleri vardı. Cansu, önüne baktığında ise gördüklerine hayal gücü bile yetmezdi. Bu bir şato değil bir saraydı.
Kim bilir bu kocaman sarayın içinde onu neler bekliyor.
Lütfen beğendiyseniz vote vermeyi unutmayın. Yeni bölüme kadar hoşçakalın.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kelebek
FantasyDoktorlara göre sıradan bir bebekti. Anne babasına göre de öyle ama kelebeklere göre değildi. Kelebek etkisi dedikleri bir şey vardır. Bir kelebeğin kanat çırpışı başka bir yerde bir fırtınaya dönüşebilir. Ama sadece dogru kişiyi bulduğunda. Bir me...