- Ben neredeyim? diye mırıldandı Fazıl?
- Amanda: Ne demek neredesin? Kamptasın işte. Birkaç gün sonra Hollanda'nın güneyindeki ülkelere kaçmayı deneyeceğiz.
- Bekleyin ben fizik profesörüyüm. Burada ne işim var? Sizler kimsiniz?
- Daan: Ona biraz zaman ver kafasını oldukça kötü vurdu. Ben toplayacağına inanıyorum.
- Hangi zamandayız? Tarih ne?
- Amanda: Bu lanet olası yerde zaman hiç geçmiyormuş gibi. Birtek çocuklar keyifli vakit geçiriyorlar. Tarih 2079 Mart ayının 8'i. Kışın yükselen sulardan dağlara tırmanıp balık avlayarak kurtulduk. Su seviyeleri alçaldı. Yakında kaçacağız buradan. Kendini toparlaman gerek.
- Anlamıyorum. Makine, dostum Xing Yue, başaramadıkmı?
Amanda: Sana Çinli'ymişiz gibimi gözüküyor? Bak Fazıl sadece şanslıydın. Seni sınır güvenliğindeki devriye gezen robotların elinden son anda kurtardık. 2 aydır bizimle yaşıyorsun. Daha öncesinden bizde emin değiliz. İzmir'li olduğunu söylemiştin, bilimle ilgilenmiş olduğunu biliyoruz anlattıklarından ama hepsi bu.
Demek Mart ayının sekizi diye kendi kendine düşündü Fazıl. Cilt altı bilgisayarından haberleri kontrol etti. Genel gelişmeler aynıydı. Zamanda bir kırılma belirtisi yoktu. Ne yani tek yapabildiğim kendimi bir mülteci kampına göndermekmiydi? Sadece 4 ay geriye. Ancak zamanda yolculuğun mümkün olduğunu kanıtlamış olduk. Kırılan tabağı ve parçalanmış kadın yüreğini bir araya getirmek imkansızdır derdi annem. Demek ki gerçek hiçte böyle değil. İkisinide, hatta koca bir evrenide ilk haline döndürmek mümkün. ''İlk halimi?'' Ne idüğü belirsiz bir kamptasın . Birşeylere müdahale edebilmek için gerçekten yanlış yerdesin. Ben buradaysam, dostum Xing Yue'da başarmış olmalı! Onu bulmalıyım. Zamanda geri gitmeyi başardık. Ancak yeterince geriye değil. Bu işleyişi nasıl kontrol edebileceğimizi bulmalıyız. Tıpkı cerrahın hastalıklı bölgeyi milimetrik bir şekilde sağlıklı olandan ayırması gibi dünyayı yokoluşa götüren bu hastaklı sürecin başlangıcını bulmalı ve ortadan kaldırmalıyız.
''Hav hav hav '' diyerek geldi yanıma bir çoban köpeği. Yüzümü yaladı. Hey seni tatlışey. Belki herşey o kadar da kötü değildir.
-Amanda: Birkaç ay içinde Hollanda tamamen sular altında kalacak. Bu kötü değilse ne kötüdür?
-Daan : Hala kaçma şansımız var. Hayatta kalabiliriz.
- Amanda: Kaçmayı başarsak ve pek mümkün değil ancak, bir yerde yerleşmeyi başarsak bile sonsuza kadar köle vari şartlarda çalışmamız gerekecek. Yasalar önünde eşitmiş gibi gözükeceğiz ama işleyiş hep aleyhimize olacak. Bize kötü davranacaklar. Zaten dünyanın aslında insan iş gücüne fazla ihtiyacı kalmadı, yani aslına bakarsan dünyada var olmamız için hiçbir sebep yok. Varoluşumuz 'kârlı' değil. Eğer buna kurtulmak dersen, evet belki bir ihtimal kurtulabileceğiz.
''Kârlılık '' diye düşündü bir saniye için Fazıl.
-Daan : Varolmak bir umuttur. Bir fidan gibi varolmak. Fırtınaya rağmen varolmak.
-Fazıl: Oldukça şairane Daan. Şimdi ne yapacağız peki?
Daan : Avlanmamız lazım. Artık dükkanlardaki paket yiyecekler tükendi. Şehirler yağmalandı. Bölgenin dışından hiçkimsede birşey göndermiyor. Artık öldüğümüz varsayılıyor. Tıpkı bir hastalık gibi dışarıya ulaşmayalım diye etreafımızda robotlardan örülü bir ağ var. Sadece soğuk metal.
-Fazıl : Ne avlıyorusunuz?
Daan :Kuş, geyik, domuz ve balık genellikle. Tabi görüntümüzden anlayacağın kadarıyla hep değil. Bir gece aç bir gece tok yatacak şekilde besleniyoruz. Böylece hayatta kalmayı başarabiliyoruz. Kurduğumuz tuzaklardan birini kontrol edeceğiz sende gel istersen. Yanımıza pompalı tüfeğimizide alalım.
-Fazıl: Pompalı tüfekmi? Hala varmı öyle şeyler?
-Daan : Silah müzesinden aldık. Hala çalışır konumda. Kim demiş müze ziyaretleri bir işe yaramaz diye :)
Yola koyuldular. 5 kişiydiler. Yanlarına ince kerestelerden yapılma bir kayığıda aldılar. Çünkü kara parçaları arasında ilerlemek oldukça zordu.Heryer yarı bataklık. Sular alçaldı ancak birçok yerde su hala yarı tuzlu ve içinde ne gibi canlılar olabileceğini hiçkimse bilmiyor. Alçak yerlerde kayığı toplu bir şekilde çektiler. Daha sonra daha berrak olan suya girdiler. Karşı kıyıya 500 metre ilerledik. İki kişi balık malzemelerini ve kayığı alıp balıkçılık yeteneklerini konuşturdular. Geriye kalan 3 kişi Daan, Amanda ve ben tuzağın kurulu olduğu yere doğru ilerledik.
- Fazıl : Ne kadar yolumuz var?
- Amanda: Bu soruyu sormak için fazla erken. Çabuk yoruldun. Tuzak kurulabilecek alanlar kampın 10 kilometre ilerisinde bulunuyor. Daha henüz 2 kilometre ilerledik. Bastığın yere dikkat et!
Tam önümdeki yumuşak toprağa saplanmak üzereydimki Daan'ın güçlü kolları bileklerimden yakaladı ve beni geri çekti.
Daan: Bu bataklıkları tanıyor olman gerekir. Yarı tuzlu. Haliyle deniz buraları zaman zaman ziyaret ettiği için.. Üst kısımları daha az anlaşılır zira çamur ve kurumakta olan tuzlu su biraz daha sağlam görüntü veriyor. Görünüşe aldanma. Açık renkli olanın değil koyu çamurun üzerinden yürümelisin.
2 saat daha geçmişti ve biz ancak avlanma alanı olduğunu düşündüğüm yerin yakınlarına geldik.
-Fazıl: Madem buraları avlanmak için uygun neden buraya gelmiyorsunuz? Bu kadar yol gelmek hiç pratik değil.
-Daan: Sessiz ol. Avlanmak için o kadar az yer varki buraları artık büyük grupların yemek için çatışma alanı haline geldi. Yanımızdaki tüfeğin asıl amacının ne olduğunu sanıyorsun. Biz nispeten daha güvenli bir bölgede olmayı tercih ediyoruz. Bu alan sürekli kalmak için en güçlüler için bile çok tehlikeli. Açık bir alan savunma imkanları sınırlı. Hafif pusun görüşü azaltmasından faydalanarak avlanmaya geliyoruz. Şansımız yaver giderse bir çatışmaya girmeden kurtulabiliyoruz.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
2079
Science FictionTeknolojik gelişmeler, siyasi istikrarsızlıklar ve küresel ısınmanın bizi sürüklediği gelecek...