Arzu Mey, akşam eve gittiğinde eşini her zaman olduğu gibi çalışma odasında buldu. Sait Orhan Bey, duvara yansıttığı mavi ekranda pür dikkat bir şeyler yazıyordu. Eşinin omzuna elini koyarak sıcaklık göstermek isteyen Arzu Mey, bu hareketinin karşılığında yine sadece bir kafa sallama hareketi bulmuştu ama artık o kadar da önemsemiyordu. Sait Orhan Bey, çağın teknolojik destekli binalarının çizimlerini yapan isim yapmış önemli bir mimardı. Son yıllarda adeta işiyle evli olan, eşiyle özel davetler dışında bir araya gelemeyen Arzu Mey'in W.P.'nin tatil imkânlarından yararlanmak istememesinin en önemli sebebi de buydu zaten. Bu yüzden "Sıkıştırılmış Sanal Tur" seçeneğini onun da kabul edeceğini düşünerek karar vermişti.
"Bugün şirketin tatil seçeneklerini gözden geçirdim" diyen Arzu Hanım, kendisine dönen sessizliğe karşın sözlerine devam etti. Bir süredir aralarındaki iletişim bundan ibaretti. Arzu Hanım konuşur, Sait Orhan Bey sessiz kalırdı. Halbuki gençlik yıllarında ne çok konuşmayı severlerdi. Hatta herkes onların bu sıkı fıkı hallerini kıskanarak izlerdi. Amerikan rüyası belki kimseye muhtaç olmayacak kadar iyi bir gelire sahip olmalarını sağlamıştı ama memleketlerindeki sıcaklık buhar olup uçmuştu sanki. Arzu Mey, lafı dolandırmadan Sıkıştırılmış Sanal Tur'dan bahsetti. Bir haftalık zaman diliminde dünyayı dolaşma fırsatı yakalayacaklarını, böyle bir fırsat yakaladıkları için çok şanslı olduklarından filan bahsetti. Ama aldığı tek cevap:
"Ben gelemem" olmuştu.
Kızmıştı Arzu Mey. Evet böyle bir cevabı alacağını tahmin ediyordu ancak eşinin kendileri için hiçbir şey yapmamasından dolayı kendini tutamayarak yine hiddetlenmişti. Oysaki o, beraber biraz daha vakit geçirebilmeleri için türlü türlü yollar deniyordu. Sait Orhan Bey ise bu konuda yıllar boyunca hiçbir şey yapmamıştı. Sorsan, sadece "Seninle olmak uğruna neleri göze aldım ben" deyip çıkardı işin içinden.
"Yine işlerin çok yoğun değil mi?" diye çıkıştı Arzu Mey.
Sait Orhan Bey, bu soruya bile yanıt vermedi. Sadece karısının kapıyı çarpıp, odadan çıkmasıyla kafasını iki yana sallayıp söylendi o kadar. Arzu Mey, o akşam yemeğini yedikten hemen sonra yatağına uzanarak dinlenmeyi seçti. Fakat uyuyamadı. Kocasının tavırları onu çıldırtmaya başlamıştı artık. Koca evde kendini yapayalnız hissediyordu. Dışarıda yağan yağmurun cama vuruşunu izleyerek gençlik yıllarındaki hallerini düşündü. O günkü kavgaları bile daha güzeldi sanki. Küstüğünde peşinden koşan, kendini affetirmek için nerdeyse taklalar atan, el sıcaklığı, nefes yakınlığında kulağına şiirler üfleyen duygusal adamı özlüyordu. Yine bir kavga sonrası yazdığı şiiri ise aradan yıllar geçmesine rağmen aklındaydı Arzu Mey'in. Şırank'tı şiirin ismi:
Güzel sözcükler bulmak için çıkmıştım sokağa.
Sokak kapısını usulca kapattım bu yüzden.
Mani olmamalıydı.
En azından bir sonraki görüntüler için o ses araya girmemeliydi.
Bir yokuştan yukarı beş adımlık solukla çıktım.
Oradan aşağı baktım.
Sözcükler için harfler topladım her adımda.
Ciğerim şişip indikçe, hece kurdum başı sonu birbirine uymayan.
Gevrekçinin gırtlağından, iki kedinin ağız dalaşından, bir pencere örtülüşünden sıyrılmaya çalışarak.
İlk 15 dakika boşa geçti, sonraki 15'te ise ben vazgeçtim.
Sözcük arandıkça kapris yapıyordu.
Halbûki kapris bence sadece karıma yakışıyordu.
Erken kalkmış gözlerin halihazırda olduğu bir otobüs durağını geçtim.
Sonra bir otobüs beni geçti.
Sonra otobüsü beyaz bir otomobil geçti.
En geride durak kalmıştı.
Ama duraktakiler, otomobile geçilen otobüsle beni geçmişti.
Ben geride kalıp, ileriye bakışımla böbürlendim.
Ve bir çocuk benim titizliğimin önüne geçip.
"Şırank" diye kapattı sokak kapısını.
Sokak kapısının sesi "Şırank" diye yüzümde patladı.
Geri döndüm.
O iki kedi hala ağız dalaşındaydı.
Pencere ise hala kapalı.
Anahtarı kapının kilidine soktuğumda "Sıcak gevreeek" diye bağırdı gevrekçi.
Ben de inatla sokak kapısını çarptım.
"Şırank" diye kapandı.
Şırank'ı cebime koydum.
Güzel sözcük kalmamıştı sokakta.
Sadece "Şırank" vardı.
Karım sinirli halimi görünce, ne oldu diye sordu ?
Kapris yaptım anlatmadım.
Ama kapris bana hiç yakışmadı.
Bu uzun şiiri nasıl ezberlediğini bilmiyordu. Herhalde çok okuduğundan gönlünün orta yerine takılı kalmıştı. Sait Orhan Bey, bunun dışında da şiirler yazmıştı ama o en çok Şırank'ı sevmişti. Birden yatağından doğruldu Arzu Mey. Üzerinde tuşlar olan, içindeki elbise sayısını ve kirlilik ile temizlik durumunu gösteren sevimsiz gardırobunu açıp, elbiselerin üst tarafındaki rafı bir sandalyeye çıkarak eşelemeye başladı. Sait Orhan Bey'in şiirlerini topladığı defter hala buralarda bir yerde olmalıydı. Bu esnada eski bir mp3 çalar buldu. Kocasının ya Sevgililer Günü ya da yıl dönümü hediyelerinden biriydi. Şimdi bunları kullanan kimse kalmamıştı. Eşelemeye devam etti Arzu Mey. Dipte turuncu bir kutu buldu daha sonra. İki eliyle birden sarılıp, çekti kendine. Bu esnada kutunun kapağı açıldı ve arasından kenarı yırtılmış bir fotoğraf düştü yere. Kendisinin resmiydi bu. İzmir'deki öğrencilik yıllarında, Kordon'da bir kafeteryada çekilmişti. Başparmağını burnunun üzerine götürmüş objektife nanik yapmıştı. Sandalyeden inerek yere eğildi. Kutuyu da sandalyenin üzerine koydu. Yatağına otururken fotoğraftaki gençliğine takılı kalıp çok ama çok uzak yerlere gitti birdenbire. Ne de içten gülüyordu resimde. Oysa bu fotoğraf çekildikten birkaç saat sonra hayatının en berbat anlarından birini yaşamıştı. Uzun süre de kendine gelememişti. Ozan çekmişti bu fotoğrafı. Zaten ona nanik yapmıştı. İlk aşkıydı Ozan. Çok sevmişlerdi birbirlerini. Zaman zaman Sait Orhan Bey'i bile bu kadar sevmediğini düşünürdü Arzu Mey. O gün, o fotoğraf çekildikten sonra aldığı haber ise gençliğinin en önemli travmasını yaşamasına neden olmuştu. Çünkü kısa bir süre sonra kendisini kafeteryada bırakıp giden Ozan'ın ölüm haberi gelmişti. İntihar etmişti Ozan. Birden... Öylesine... Hiç bir not bırakmadan üstelik. O sabah ailesiyle kavga ettiği biliniyordu o kadar. Zaten bu yüzden gitmişlerdi kafeteryaya. Arzu zorlamıştı, biraz kafası dağılsın diye. Ama görünen o ki dağılmamıştı. Fotoğraftaki dijital tarihte 14.02.2012 yazıyordu. Saat ise 14.53. Tam 30 yıl olmuştu Ozan intihar edeli. Sonra bir ışık yandı Arzu Mey'in kafasında. Gündüz Kate ile yaptığı konuşma geldi hatırına. O güne dönebilirdi aslında. Ozan'ı takip edip, neden intihar ettiğini çözebilirdi. Heyecanlandı. Kocası da tatile gelmek istememişti nasıl olsa. En azından bu sayede geçmişinin karanlık bir sayfasını aydınlatabilirdi bu sayede. İşte tarih de, saat de yazıyordu nasıl olsa. Gittikleri kafeteryanın koordinatlarını harita üzerinden bulmak o kadar da zor olmasa gerekti. Şimdi içi rahatlamıştı işte. İçinde şiir defteri bulunan kutu bile aklından çıkmıştı. Kutuyu sandalyenin üzerinde öylece bırakarak yatağına süzüldü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ŞIRANK
Bilim KurguAnılarının içinde sürüklenip duran Arzu Mey, geçmişe dönmek için bir fırsat elde eder. 2042'nin New York'undan 2012'nin İzmir'e dönecek olan Arzu'nun derdi hayatının en kötü gününe bir kapı aralamaktır. Yani sevgilisinin yitip gittiği vakte.