Arzu Mey, bunun bir eğlence olup olmadığından emin değildi. Fakat çok heyecanlı olduğu kesindi. Birkaç dakika içerisinde zırhın içerisi karardı. Artık dışarıyı göremiyordu. Gözlerini kapattı. Kulaklarının dibinde bir vınlama hissetti. Bu vınlama eski elektrik süpürgelerinin çıkardığı seslere benziyordu. 5 dakika kadar sürdü bu vınlama. Gözünü açtığında ise koyu bir mavilik gördü. Gözünü maviliğe alıştırmaya çalıştı. Denize bakıyordu. Ve o denizde bir vapur karşı tarafa yol alıyordu. İzmir'deydi.
Bir rüyanın içinde gibi hissetti kendini. Tam 30 yıl öncesindeydi işte. Vapur Karşıyaka'ya gidiyor olmalıydı. Çok severdi vapuru. Sabahları gevrek ve çayıyla martıları izleyerek kahvaltı yaptığı günleri hatırladı. Bir kez daha bu duyguyu yaşamak için neler vermezdi. Ama bunu yapamayacağını biliyordu. Çevresine baktı. Etraf sessizdi. Bir genç önünden cep telefonu ile konuşarak geçti. 2042'de artık kimse konuşmuyordu bu telefonlarla. 2012'de ise kimsenin elinden düşmezdi. Arkasına döndü. Bir dizi cafe yan yana sıralanmıştı. Vakit kaybetmeden Damla35'i aradı gözleri. Çok geçmeden de buldu. Biraz sonra gençliğini görecekti. Büyülü bir andı bu. Yolculuk zamanıyla ilgili gideceği vakti yazarken o fotoğrafı çekilmesinden 10 dakika öncesini yazmıştı. O ana bir kez daha şahit olmayı istemişti çünkü. Cafeden içeri girdi. Girer girmez de soluna baktı. Bir adam önündeki tabağa çatalını daldırıp, sağ tarafındaki gazeteyi okuyordu. Ama başka kimse yoktu. Yanlış bir zamana geldiğini düşünerek hayıflandı. Nasıl olurdu bu? Fotoğraf makinesinin tarih kısmı mı bozuktu yoksa. Hayal kırıklığına uğramıştı. Ortada koca bir kolon vardı. İlerleyip kolonu geçti ve ardındaki masada oturanları görünce hayatındaki en heyecanlı anı yaşadı. Oradaydılar işte. Ozan'ın avuçlarını ellerine almış bir şeyler söylüyordu. Duymak için yaklaştı. Saçları göğüs hizasına dökülmüş, pırıl pırıl parlıyordu. Yüzünde ise tek bir çizgi belirmemişti. O haline dönmeyi çok ama çok isterdi. Genç kız sağ elini sevdiğinin ellerinden çekip, yanağını okşadı:
"Dert etme artık" dedi şefkatli gözlerle.
Ozan ise hiçbir şey demedi. Masanın ahşap döşemesine bakıyordu. Üzerinde yeşil bir parka vardı. Kendisi almıştı. Çok sevinmiş, çok teşekkür etmişti. Genç Arzu başını öne eğip, sevgilisinin gözleriyle temas kurmaya çalıştı ve:
"İstersen başka bir yere gidelim" dedi. Ozan, gözleriyle kızın gözlerini buldu:
"Yok burası iyi. Zaten birazdan gitmem gerekiyor. Bir işim var."
"Benden önemli ne işin var?"
Genç adam, gülmeye çalıştı ama beceremedi. Arzu da üstüne gitmedi ve o cümleyi bir kez daha yineledi:
"Dert etme artık. Babanlarla biz konuşalım bir de. Belki o zaman yumuşarlar. Senin okulda çok başarılı olduğunu söyleriz. Kolay mı öyle bir insanı eğitiminden etmek. Tamam sen şimdi 'Benim ailemi tanımıyorsun. Onlar cahil insanlar' filan diyeceksin. Ancak her insan mantıklı gerekçeler sonrasında mutlaka bir olumlu reaksiyon verir. İzin ver ne olur. Bırak konuşalım. Aramıza duvar çekme yine."
Genç Arzu, masanın üzerindeki fotoğraf makinesine davranarak:
"Şu üzgün halini çekip ailene yollayacağım. Arkasına da bakın oğlunuz ne halde. Onun daha kötü olmasını istemiyorsanız üniversiteye devam etmesine izin verin yazacağım."
Ozan, fotoğraf çekilmeyi sevmezdi. Bu yüzden bir hamlede Arzu'nun elinden makineyi kaptı. Ve dijital makineyi açarak Arzu'dan önce davrandı. Kız arkadaşının yüzüne doğru makineyi tutan genç adam, onun parmakları ile kendisine nanik yaptığını görünce de dayanamayıp bastı düğmeye. Daha sonra da ekrana bakarak, ilk defa içten güldü. Bu onu gülerken gördüğü son andı. Ama 30 yıl sonra yine görmüştü işte.
"Harika çıktın" dedi, Ozan. Ben de bunu senin ailene yollayacağım. Arkasına da "Kızınız gönderdiğiniz para yetmeyince boş zamanlarında palyaçoluk yapıyor" diye yazacağım.
"Valla annem hiç şaşırmaz. Küçükken beni hep 'Palyaçom' diye severdi zaten."
Ozan yine durgunlaştı.
"Ne güzel" dedi. "Sevildiğini bildiğin bir ailede büyümek harika olmalı."
Arzu pişman olmuştu söylediklerine. Böyle zamanlarda ne dese batıyordu sevgilisine:
"Ya asma yine suratını. Hem ben kızım bir kere. Kızlar daha çok sevilir."
"Öyle mi? Kızkardeşim Nihan'a gel sor onu sen. Kız evde köle gibi büyütüldü yıllarca. Sevgi bizim aileye uğramamış kızım."
İkisi de sustu daha sonra. Ozan, yaralı tarafını bir kez daha masaya saçıp sevgi mağduru olduğunu kanıtlamıştı yine. Birkaç dakika ikisi de konuşmadı. Onlar susarken Arzu Mey, kendisinden çok Ozan'ın yüzünü inceledi. Geçmişe dönmesine rağmen hala o an ne düşündüğünü bilememenin sıkıntısıyla süzdü eski sevgilisini. Gözlerinin içine baktı. Ama Ozan rahatsız olmuş gibi birden ayağa fırladı:
"Gitmeliyim ben Arzu."
Bu sırada cebinden bir kâğıt para çıkartıp adisyonun altına sıkıştırdı. Arzu:
"Bugün görüşür müyüz yine?" diye sordu.
"Bilmem" dedi Ozan. Ve yeşil parkasını önünde kavuşturarak çıktı cafeden. Bir daha görüşememişlerdi. Arzu'nun hologram görüntüsü gençliğini teselli etmek istedi ama yapamadı. Genç kızın sevdiğinin arkasından giderken ki bakışına takıldı. Fakat sonra kendine geldi. Buraya Ozan'ın neden intihar ettiğini öğrenmek için gelmişti. Gençliğine son bir kez bakıp, hızlı adımlarla cafeden o da çıktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ŞIRANK
Bilim KurguAnılarının içinde sürüklenip duran Arzu Mey, geçmişe dönmek için bir fırsat elde eder. 2042'nin New York'undan 2012'nin İzmir'e dönecek olan Arzu'nun derdi hayatının en kötü gününe bir kapı aralamaktır. Yani sevgilisinin yitip gittiği vakte.