1

14.1K 354 23
                                    

Bir insanı sevmek, onun hikâyesini sevmektir!

Eski yaşantıların geride kalmış olduğu büyük şehir Ankara'nın gökyüzüne kadar apartmanlarının arasında, sabahın erken saatlerinde o kutsal kuş cıvıltıları kulaklarımıza ve bedenimizde patlamaya saniyeler kalmış gibi negatiflik oluşturan tüm duyguları huzura buldururken topuklu ayakkabılarımın çıkarttığı ses, birbirlerini fark etmeden iş yerlerine yetişmek için yürüyen insanlardan bir farkımın olmadığını fark ettiriyordu.
Küçükken topuklu ayakkabının ne olduğundan bir haber olduğum günleri özlemle anarken artık bir makyaj sektöründe isim yapmış olan Sıray Mert isminin ağırlığını omuzlarımda ölünceye kadar taşıyacaktım. Kendi küçük şirketimin kapısını bile açmadan erken saatlerde aldığım, küçüklüğümü hatırlatan bir sesin araması sonucunda yolumu kendi şirketimden uzaklarında olan şirkete çevirmek zorunda kalmıştım. Normalde bu denli duygusal ve düşünceli görünmesem de beni çağıran kişi hem ailem için hem de benim geçmişimin en büyük parçalarını kapladığı için çok büyük bir değere sahiplik yapıyordu.
Omzuma çarparak geçen adam sayesinde tökezlediğimde adam ardına bile bakmadan sabahın dokuzunda telaşlarla konuştuğu telefonundan dolayı bana çarptığını bile fark etmeden yoluna devam etmişti. Ne zaman bu denli yoğun olmuş, insanlığımızı yok etmiş ve yanımızdan geçen insanları bile umursamaz olmuştuk? Ne zamandan beridir ki Dünya'nın en zengini olmak için hareket edermişçesine kendimizi unutmuştuk? Derin bir nefes alarak üzerime tam oturan siyah dar kot pantolonuma ve üzerimdeki derin V yakalı, omuzları düşük, geniş kollu, bej triko kazağımın önünde durduğum şirket için çok fazla klasik olduğunu bana belli edermişçesine gülümsüyordu. Ayaklarımı sarak siyah topuklularım ve omzumda asılı duran siyah çantam bir nebze beni iş kadını gibi gösterdiğini umut ediyordum.
Karabulut şirketi... Gözlerimi Dünya'ya ilk açtığım andan beri komşum olan Karabulut ailesinin deli gibi emek harcayarak Türkiye'nin en büyük şirketi olacak konuma gelmiş olan, başlangıcım ve galiba da bitişim olan o şirket. Sahibi Salih amca küçükken bana bisiklet binmeyi öğreten, her Pazar günü alıştığımız o komşuluk kahvaltılarının neşesi ve üniversite sınavına gireceğim zaman stresten omzunda gözyaşı döktüğüm kalbi temiz olan geçmişimdi. Kendilerini fazlaca sevmemin yanı sıra babamın lise arkadaşı olması ve hiçbir şekilde arkadaşlık bağlarını kopartmayan sıkı komşuluk ve dostluk ilişkisini en güzel gösteren kişilerdi.
Annem ve babam evlendikten sonra akrabalarımızın her birine yıllarca içlerinde biriktirdiklerini suratlarına çarparlarken Karabulut ailesi ile Mert ailesi ellerine mısır alarak kahkahalarla çıkan kıyametleri izlemişler geçmişlerinde. Şimdi ise iki aile de kendi çocukları için fazlaca çalıştıklarını belli eden yüzlerindeki kırışıkları ile onur dolu gülümsemeleri bizlere armağan edilmiş konuma gelmişlerdi. Gökyüzüne ulaşmak istermişçesine büyük olan şirketin dışarısına bir kere daha bakınarak küçük şirketimi ne kadar özlediğimi kendime hissettirmemeye çalışarak içeriye doğru yavaş adımlarla ilerledim. Sabahın erken saati olmasına rağmen Karabulut şirketinin tüm çalışanları çoktan içeride koşturmaya başlamışlardı. Girişin hemen ardında duran resepsiyonu andıran bir bölüm bana göz kırparken yıllar sonra ilk defa girdiğimi belli edermişçesine kendi küçük şirketimin dekorasyonu ile kıyaslamaya başlamıştım.

Beyaz duvarlar içeriyi aydınlık gösterirken sekreterlerin girip çıktığı resepsiyon bölümü ve koltuklar şirketin dış camları gibi lacivert ile süslenmişti. Duvarlarında hiçbir tablo ya da raf gibi süslemelerin olmaması şirket için daha ferah bir ortam yaratmıştı.
''Kiminle görüşmek için gelmiştiniz?'' dedi yaslanmış olduğum resepsiyon masasına yeni oturan kadın. Üzerindeki beyaz gömleğinden içine giymiş olduğu sütyeninin pembe renkli olmasını umursamamaya çalışarak suratına kendi tonundan iki ton açık fondöten sürmesi ve arşa kadar uzandığını belli eden yamuk göz kalemi ve hiç de bu şirket için uygun olmadığına inandığım şeker pembesi tonlarındaki ruj ile bana aşağılayıcı bir şekilde bakınan kadınla bakışmaya başlamıştım.
''Salih Karabulut.'' Dedim kadın ile fazla dip dibe olmak istemediğimi hissederek. Bir kadının kendisini boya kovasına çevirmesini kabul etmiyordum hiçbir koşul altında kendi şirketimde ama Salih amca için bu durumun çok da umursanmadığı belli oluyordu. Küçüklüğümde yüzümden kazımak istediğim çillerimi artık benim kendi güzelliğimi oluşturduğuna inandığım için hiçbir özel toplantıda bile fondöten sürmeden gezinirdim. Bakıra çalan gözlerimi farklı tonlarda far karışımları ile yok etmemeye özen göstererek sadece klasiklerimden birisi olan ince eyeliner ve rimel ile genel görünümümü oluştururken özel davetlerimde birçok kadının yapmak için ders aldığı ama benim sadece üniversitede öylesine yapmaya başlayarak bir makyaj şirketi oluşturmama sebebiyet doğuran makyajlardan birini yapar ve o özel günde ismimin kusursuzluğunun konuşulmasına müsaade ederdim.
''Salih Bey'in odası en üst katta bulunuyor, sekreterine haber gönderiyorum.'' Dedi kadın bana iğrenerek bakmaya devam ederken.
''Ve size önerim lütfen fondöten seçerken kolunuza değil boynunuza deneyerek seçin ve bir fırça yardımı ile suratınıza eşit bir şekilde dağıtın. Ellerinizle değil.'' Dedim kendime engel olamayarak. Kadının ağzından tek bir kelime bile çıkmasına müsaade etmeden gelen asansöre kendimi atarak en üst kat olan dokuz numaraya bastım. Asansörün aynalı duvarından kendime son bir kez bakınarak açılan kapı ile alt kattakinden farkı olmayan alana adım attım. Asansörün hemen yanında bulunan sekreter masasındaki kadın yanındaki arkadaşı ile benim hakkımda yaptığını düşündüğüm dedikodularına son vererek bana dik dik bakınmaya başladılar.
''Kiminle görüşmek için gelmiştiniz?'' dedi kadın dik dik bakınmaya devam ederek. Bu şirketteki tüm kadınların dışarıdan gelen tüm kadınlara karşı bir düşmanlığının olduğunu kanıtlayamazdım ama bundan adım kadar da emindim.
''Salih Beyle.'' Dedim soğuk bir ses tonuyla. Yanaklarına kontür yapmaya çalışarak fondöteni ile çamur yığını yarattığının belli olmasını umursamamaya çalışsam da Türkiye genelinde bu denli berbat makyajların bulunmasını kabullenemiyordum.
''İsminiz neydi acaba?''
''Sıray Mert.'' Dedim yine soğuk sesimle. Kız telefonla Salih amcayı ararken, durduğum katı incelemeye başladım. Sekreterin ardında kalan ve Salih amcanın odasına açılan kapının bulunduğu duvarlar açık mavi duvar kağıdı ile süslenirken kalan iki duvar tekrar en alt kattaki beyazlığına devam ediyordu. En alt kata kıyasla duvarlarda bulunan birkaç renkli tablolar iç açıcı dururken, sekreterin masasının ardında dosyalarla süslenmiş olan beyaz raflar bu katın havasını bir nebze olsun bozmaya devam ediyordu.
''Salih Bey sizi bekliyor.'' Dedi sekreter kız. Kıza daha fazla bakınmamaya çalışarak Salih amcanın odasına doğru ilerledim. Odası dışarıdakine göre çok fazla bir şekilde kahverengiliklerle kaplıyken oturduğu masa Grinin Elli Tonundaki Grey'in masası gibi, cam önündeki büyük masasında dosyalara gömülmüş bir şekilde oturuyordu. Masasının hemen önündeki kırık beyaz rengindeki deri koltukları ve hemen hemen camlı duvara kadar olan tüm duvarlarını yerden tavana kadar süsleyen kitaplıklarla hayranlıkla bakınmaya başlamıştım.

Ateş | Düzenleniyor #Watty2020Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin