1. BÖLÜM

4.4K 248 248
                                    

Senelerin tüm acımasızlıklarıyla sırtıma bindirdiği yükler; sıkıntıların, birer birer kalbimin dört yanına açıp zorbalıkla içerisinde barındıkları oyuklar ve hâlâ ilk günkü heyecanla bağlı olduğum kadını bir kez daha görecek olmanın bunalımı eşliğinde, ortama egemen olmuş nostaljik müziklerin gür sesi ile yarışan uğultuları duymazdan gelmeye çalışarak bekliyordum.

Altımda tahtadan bir iskemle, önümde ise iskemle ile uyumlu bir masa, masanın pek de geniş olmayan yüzeyinde ise yeşil ekose desenli bir örtü duruyordu. Hepsinin üzerinde, bir de gelişi güzel atılmış bir menü duruyordu.

Sıcaktan terleyen avuç içlerim masanın yüzeyine sakin darbeler bırakıyor, çalmakta olan tanıdık müziğe benden bağımsız bir şekilde ritim tutuyordu.

Masanın üzerinden sarkan örtünün altında kalan dizlerim, bir fırtına misali esip gürleyen heyecanımın dışa vurumuydu.
Onu ilk gördüğüm zaman hissettiğim heyecanı, bu kez onu son kez göreceğim için hissediyordum.

Abimin o bana pek sıkıcı gelen yayınevine ziyarete gittiğim gün, hiç beklemediğim bir anda, hiç beklemediğim bir yerde karşıma çıkan; karşıma çıktığında ise belki de ömrüm boyunca hiç şahit olmadığım bir duygu patlamasına, hayranlığa ve onunla konuşmak için çeşitli bahaneler aradığım arsız yanımın yeniden doğmasına sebep olan kadın, başkası tarafından öpülüyor, başkasının yanında uyanıyordu. Başka birinin soyadını taşıyordu.

Ümidimi bir an olsun yitirmemeye çalışarak gurursuzca peşinden ilerlediğim onca zaman sonra, artık uzaklaşmam gerektiği kararına varmıştım. Şımarık bir adam olduğum zamanlar olmuştu. Gurur denen karmaşık duyguyu, çoğu zaman görmezden gelip yokmuş gibi davrandığım zamanlar da olmuştu. Fakat bunların hepsi, yalnızca yüreğimin bir yerlerinde, minicik, küçücük bir beklentiden cesaret alarak çıkıyordu gün yüzüne. Aşık olduğumu düşündüğüm kadının kalbini kazanabilmeyi beklemek, bunu istemek, bunu ümit etmek... Onca zaman eyleme döktüğüm tüm mantıksız fakat coşkulu, öfkeli, bazen ise neşeli tavırların sebebi yalnızca bu beklentiydi.

Ona, o farkına varmadan veda edecek olmak, tıpkı alıştığın yuvadan bir anda kopup bir daha geri dönmeyeceğini bilmek gibi acı vericiydi. Can yakıyor fakat daha fazla söz hakkı tanımıyordu.

Bundan sonrasında yapmam gereken tek şey, yalnızca kabullenmekti. Kırgınlığım, hüznüm, sevincim; burayla ilgili ne varsa peşimden sürükleyip gidecektim. Bir şeylerin daima eksik olduğunu hissedecek, fakat o eksikliğin hiçbir zaman tamamlanamayacağının bilincinde olacaktım. Yarım yaşayacaktım ama yine de bir şekilde yaşayacaktım. Bu şehri, bu insanları, her defasında geçmişi hatırlatan cadde ve sokakları yalnızca bu sebepten bırakıp gidecektim.

***

Gürültücü insanların arasında ne halt yediğimi sorgularken birden buradan kalkıp gitme isteği ile dolmuştu içim. Hem gürültüden biraz uzaklaşır hem de hüzünlü vedamı kendimce ertelemiş olurdum. Hayır, bu yalnızca saçma sapan bir düşünceden ibaretti. Bazı şeyler olmak zorundaydı; güneş doğmak, yağmur yağmak, ben ise Ela'yla vedalaşmak zorundaydım.

Biraz evvel yüzleşmek korktuğum veda için şimdi, "Bir an evvel olsun ve bitsin," düşüncesindeydim. Ne kadar çabuk olursa, o kadar iyiydi.

Kot pantolonumun daracık sağ cebine zorla sıkıştırdığım telefonumu, yine güçlükle çıkarıp ekranına göz gezdirdim. Ela ve kocası ile bu zihin yoran mekanda buluşmak için plan yapmıştık fakat söylenilen saatte burada olamamışlardı. Leyla, son kez benimle vakit geçirecekti, çünkü onu aldıktan sonra rutine binen kontrollerinden biri yarın gerçekleşecekti.

Başlarda Tarık ve Ela ile aynı apartmanda oturmaya başlamıştık. Böylece Leyla kolayca iki daire arasında gidip gelebiliyor, kimsenin aklı onda kalmıyordu. Sonra vakit ilerledi, kontroller seyrekleşti. Ve Tarık ile Ela'yı, karı koca olarak görmeye tahammül edemediğimin farkına vardım. Çeşitli bahaneler üretip o apartmandan taşındım. Yine pek uzak sayılmazdık fakat en azından umutsuzca aşık olduğum kadını, başkası ile sarmaş dolaş görmüyordum. Canım, daha az yanıyordu.

BİR AVUÇ GECEHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin