BİRİNCİ BÖLÜM- DEĞİŞİM ve ÖZ

287 4 0
                                    

Evrenin genişlediğini öğrendiğimde acaba evren bir şeyin içinde mi ki, dışarı doğru genişlesin, diye sormuştum. Evren bir şeyin içinde mi bilemiyorum çünkü bir şeyin içinde olması demek dışındakiyle birlikte bir evren oluşturuyor anlamına gelecektir. Yani evreni içine alan bir şey varsa evren onunla birlikte evrendir. Anlamadığım ise bilim adamlarının her şeyde illa ki bir istisna olduğunu bile bile hipotezler, teoriler, kanunlar... Gibi şeylerle tüm cihanı anlatmaya çalışmalarıdır. Aslında bilim tamamen felsefeye hizmet ettiği için ben de felsefeci olmayı seçmişimdir. Ne de olsa istediğim gibi sallayabilirim felsefede. Bilimde bunu yapamam. Mesela evren aslında bir hiçliktir dersem felsefede tutunabilirim ama bilimde kıçıma tekmeyi basarlar.


Mevlana' nın felsefeyle dalga geçmesi üzerine felsefeye başlamam arasında uzun bir zaman farkı var ancak şu da bir gerçek ki: "Mevlana' nın İslam felsefesi ile ilgilendiği bilinir" lâkin tüm bunlar felsefe gibi sonu olmayan bir takım kahve muhabbetidir. Yine bu muhabbetler birini üniversitenin laboratuvarında arkadaşım ile birlikte etmekteydim.

"Tanrı var mı CS?" diye tısladı suratıma. Gerçek bir merakla soruyordu. Gözleri parlamıştı sorarken.

"Hem vardır hem de yoktur.", diye ucu açık bir cevapla kaçmak istedim.

"Hadi ama bu mantığa aykırı bir cevap olur. Daha ikna edici bir şey söyle." diye itiraz etti.

"Bu konuda amacım kesinlikle seni ikna etmek olamaz en başta. Ben Sokrates ile tartışan sofistler gibi değilim. Ben Thales ile konuşan Anaksimandros' umdur."

"Bana göre onunla tek ortak yanın Anadolu' da yaşamak.", dedi sırıtarak. Gülmemiştim.

"Bak bu soruna şöyle bir cevap vereceğim: Dünyadaki herhangi bir dinin kurucusu olan Tanrılara karşı oldukça soğuğumdur. Ama apeiron olan Tanrılara karşı sıcağımdır."

"Biliyor musun, asıl şimdi hiçbir şey anlamadım.", dedi sessizce. Yüzü düştü.

"Yani eğer ki Tanrı varsa maddenin özü ile birlikte vardır. Maddeyi yoktan var eden bir şeyden bahsedemem. Çünkü yokluktan ancak yokluk çıkar. Hiçliğin içinde hiçbir şey yoktur. Hiçliğin içinde hiçlik var bile demem. O zaman geometrinin veya matematiğin varlığına ulaşmam söz konusu olacağı için kabul edemem. Ha ama dersen ki geometri evrenin ispatıdır. Belki o zaman bir tasarımdan bahsedilebilir. Ancak bu tasarım dahi hiçliğin içinde eritilmiş olursa hiçliği dahi tanımlayamam. Bahsettiğim şey Tanrının özündeki ontolojik etmendir. Yani bu evrende Tanrı' yı tartışmanın pek bir anlamı yoktur. Çünkü Tanrı varsa bu algılarımızı ters yüz eden bir sonuç olur. Tanrı tüm bu yarattıkları ile birlikte Tanrı olmalıdır. Eğer varsa da ben onunla aynı özü paylaşırım. Yani beni hiçlikten çıkarmaz, özündeki değişikliği kullanmış olur. Lakin dediğim gibi, ben onun varlığını veya yokluğunu tartışmam. Özü tartışırım, değişimi tartışırım. Nötron yıldızları çarpışırsa ne olur, onu araştırırım. Ve ancak sonunda her şey için geriye bir adım atıp, genele odaklanırım. Cevabım budur."

Anlattıklarım karşısında donup kaldığını görünce başımı sallayıp kıkırdadım. Hayal gücünü ve Türkçe'sini zorlamıştım. Eğer ki daha önce hiç düşünmediğim bir şeyi düşünmeye kalkarsak beynimiz odak gücünü artırır ve yorulur. Ancak bunu bildiği diğer kavramları kullanarak sadeleştirmeye çalışır. Mantık ise bazı durumlarda buna karşı çıkıp, aklımıza bir Osmanlı tokadı atarcasına darbe indirir. Elindeki ince tüpü masaya bıraktı ve bir soru daha sordu:

"Sana inanmalı mıyım CS?"

"Aklını kullanarak bir sonuca varmalısın. Çünkü bu fikirler aldatıcı olabilir. Eskiden Tanrıyla aram çok iyiydi ama evrim teorisi bunu bozdu. O yüzden dikkatli olmalısın. Hayatındaki en önemli şey nereden geldiğini bilmendir. Eninde sonunda öleceğini bilmen gibi bunu da bilesin ki rahat yaşayasın.", diye cevapladım.

Laboratuvardaki işimi bitirdiğimde okulun bahçesine çıkıp biraz hava alıyordum. Etraf oldukça ıssız ve sessizdi. Saat henüz bir faninin ölümünün daha erken olduğunu düşündüğü bir erkenlikteydi. Ağaçların arasında bir gökyüzüne bir kocaman yeşil alana bir de otopark benzeri bir yere bakıp duruyordum. Neredeyse her gün yaptığım -artık bir ritüele dönüşmüş olan- davranışım esnasında gözümde bir şey belirdi. Yani aklımın içinde... Yanımda iki kişi vardı kahkaha atarak gülüyorduk. Hepimiz sakallı ve oldukça şişmandık. O iki kişinin yüzünü göremedim ama kahkahalarını bir anlığına işittim. Gözüm kırptığımda o bir saniyelik ne olduğunu anlamadığım halet-i ruhiye kayboldu. Kalbimin sıkışmasını ve göğüs kafesimin batmasını hisseder oldum. Ardından kulağımda anlamsız ve anlamsızlığı kadar şiddetli bir çınlama belirdi. Dengemi kaybedip olduğum yerde sendelemeye başladım. Her şey siyah-beyaz ve gelip giden bir tv yayını gibi görünürken sırtıma birinin dokunduğunu hissettim. Ürkerek geriye döndüğümde kimsenin olmadığını gördüm. 

Deliriyordum! Artık gerçekten aklımı oynatmıştım. Bu kadar fazla felsefe ile ilgilenmemeliydim. Gerçeklik algım bozulmuş olmalıydı. 

İçinde bulunduğumdan emin olduğum hayat realleşmeye başladığında rahat bir nefes alıp çimenlerin üzerine oturdum. Eğer vahiy gelmediyse kesinlikle başka bir hastalığım vardı. Ağzıma bir damla alkol almış biri değilim ki  sarhoş olayım. Uyuşturucu kullanmıyorum ki kafam güzel olsun. Ya da yediğim bir şey dokunmuştu. Kalbim sakinleştiğinde lavaboya gidip parmağımı boğazıma soktum. İğrenç bir sesle birlikte midemi boşalttım.  Nedense bu iyi gelmişti. Belki bir de işemeliydim.

Gözlerim kıpkırmızıydı. Musluktan akan soğuk suyu yüzüme çarpmaya başladım. Bir yandan da duyduklarımı ve gördüklerimi düşünüyordum. Neler olduğunu anlamamın imkanı yoktu. Acaba bugün Tanrı' yı kızdırmış mıydım? Eski bir Yunanlı gibi düşünüyordum. Neticede o da insandı, ben de. 

Uyumalıydım... Eve gidip iyi bir uyku çekmeliydim. Ona ihtiyacım vardı. Umarım peygamber değilimdir diye fısıldadım kendime. 

CAN SUNGUR -DÜNYALARIM-Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin