Cenaze töreni bitmişti.
Eve taziye için gelen tanıdıkları ağırlıyorduk.
Yüzüme insan kılığından çıkmışım gibi acırcasına bakanlarla göz göze bile gelmekten kaçınıyordum.
Bende biliyordum.
İyi değildim...
Dört yıl değil sanki dört asırdır tanıyordum onu.
Sanki hayatım; ailem ve oydu.
En ufak kılıma bile zarar gelsin istemezdi.
Hep yanımda olacağını söylerdi.
Yüzüme ne yaşamışsam yaşayayım hemen gülümseme hediye ederdi.
Her güzelim demesi kalbimi sıkıştırırdı heyecandan...
Ama sözünü tutamadı.
Diğer yandan en yakın arkadaşımdı.
Kardeşimdi.
Abimdi.
İki sevdiğim ve değer verdiğim insana artık sarılamıyordum.
Melekler, onları yanlarına almayı uygun görmüştü.
Birisi sevgilimdi.
Trafik kazası sonucunda ölmüştü.
Arabayı kullanandı.
Diğeri ise abim diyebileceğim kadar yakın arkadaşımdı.
Kaza bir nevi onun istemeden dikkat dağıtması sonucunda olmuştu.
O atlatmıştı kazayı ama maalesef kalbimin diğer yarısı atlatamamıştı.
Acısına dayanamadı.
Kazadan kurtulmasına rağmen;
Ben senin o acıyla bakan gözlerine bakamam, dayanamam. Ben bu vebalini ödeyemeyeceğim bir hatayla nefes alamam. Ben senin o gizliden gizliye ağlamalarına dayanamam. Ben bu kalp sancısıyla yaşayamam.
Lütfen beni affet.
Kalbinin yarısını senden aldığım için.
Bizi unutma Karanfil'im...
-Kalbinin öteki yarısı
sözlerinin ardından o da beni yalnız bırakmıştı.
Bütün kalbimi almıştı kara toprak.
Önce ailemi, sonra en değer verdiklerimi...
Yavaş yavaş ciğerlerimdeki bana zehir misali gelen oksijeni de alacaktı.
Sonra da bedenimi...
Birkaç gün sonra mezarlığa gittim.
Önce kalbimin yarısı olan sevgilimin taşına gittim.
Duamı ettim.
Mezarına yeni dikilen çiçeklere su döktüm.
Taşına oturdum.
- Seni çok özledim.
Boğazım düğümlenmişti.
Kaç gündür ağlamıyordum.
İçimden ne geliyorsa toprağını seve seve söyledim.
Sonra kalbimin diğer yarısının mezarının başına geçtim.
Çiçekleri sevmezdi.
Alerjisi de vardı zaten.
Bu yüzden onun toprağı bomboştu.
Elimdeki fidanları bir kenara koydum.
Toprağını yavaşça, kalbine denk geleceğini düşündüğüm yeri, eşeledim.
Bana sen karanfil gibisin. Kırmızı karanfil hayranlıkla ifade eder; benim sana hayran olduğum gibi. Pembe olanlar anıyı temsil eder. Bizim seninle yaşadığımız anılar gibi. Beyaz karanfil masumiyet ve şansı sembolize eder. Senin masumiyetini... dediği aklıma geldiği an almıştım bu fidanları.
Eşelediğim toprağa üç renk karanfil ektim.
Masumiyetimizi,
Anılarımızı,
Hayranlığımızı...
Ardından can sularını verdim, onun da toprağını sevdim.
Yan yana duran mezarlıkların arasında durdum, sessizce ağlamaya başladım.
Kalbimin yanışını ve haykırışlarımı tutamadım.
-Yalancısınız!
- Hani ikinizde beni bırakmayacaktınız?
Boğazım acıyordu fazlasıyla ama çığlıklarım, kalbimin alevler içinde yanmasını hala dindiremiyordu.
- Nefes alamıyorum artık...
Dizlerimin üstüne düştüm.
- Ben ağlayınca bana çok kızardınız. Sonra gelip bana sarılırdınız. Şimdi nerdesiniz?
Karşılaştığım sessizlikle koca bir hıçkırık boğazımdan kaçarken elimi ağzımla kapadım.
- Siz kızmayın daha çok gitmeyin diye hıçkırıklarımı bastırıyorum. Nefesimi tutuyorum!
Elimin tersiyle göz yaşlarımı sildim.
- Ağlarken sesim çıkmasın diye tuttuğum nefesimde boğulup öleceğim!ღ
ŞİMDİ OKUDUĞUN
cingulomania
De TodoGökyüzüne doğru süzülürken yanında Ay ışığı kadar parlak olan biri daha vardı ve o an "Cingulomania"nın ne anlama geldiğini anladı. Sevdiğin ya da sevebileceğin birisine sarılmak için duyulan büyük arzu... Ⓒ 2020 | muna