"Tak tak tak"
Kapı sesini duymamla hızla oturduğum yerden fırladım.
"Kim o?"
Gelenin annem olması gerekiyordu. Çocukları yanına alıp pazara gitmişti ve gelince bana bey ekmeği yapacağını söylemişti. Benim de açlıktan midem kazınıyordu. Ne diyim, ben hep açım.
"Posta"
"Hay amk"Postacı aslında hep perşembe günü gelirdi ve ben her perşembe ikizlerle kapının önüne bubi tuzağı hazırlardım. İşte şimdi sıçtım. Sonuçta ben her gün 'ya gelirse' diye yere yapıştırıcı sıkmıyorum.
"Geldim"
ーShu?
Tavşanı görür görmez boynuna atladım.
ーMerhaba bey ekmeği..
ーMadem sürpriz yapacaktın o zaman neden posta dedin oç?
ーSana Fransa'dan bir öpücük getirdim o yüzden.Kafamı öptü. Şerefsiz.
ーAyakta kalma içeri gel... Hem üşümüşsündür şimdi, kahve falan yaparım.
Montunu çıkarıp salona yürürken dalga geçer gibi çarpık çarpık güldü.
ーNe gülüyon uyuz?
ーSen... Bana kahve mi yapacaksın?
ーNe var yani bunda? İyilikten de mi anlamıyorsun? İyi ki bi süt taşırdık ha.Uzun zaman olmuştu. Çok uzun... Neredeyse beş yıl. Hiç haber vermeden Fransa'ya çekip gittiğinden beri ona olan tüm hasretimi mektuplarla gidermeye çalışıyordum. Japonya'dan Fransa'ya, günümüz şartlarında, bir de sırf anneme mal mal Avon katologları getiriyor diye uğuruna kapıların önüne bubi tuzağı kurduğum bir postacıyla mektup göndermek.
Mektupları yazarken çok düşündüm, "Eğer bir gün cesaretimi toplayıp evden kaçarsam, Fransa'ya gider, mektup Shu'nun eline geçmeden geri dönerim." Zaten otursaydım masanın başına elime bir kağıt kalem alsaydım Shu gitmeden önce... Ya da bir iki kelime söyleyip gitseydi... Çok üşenirdim. Bayağı bayağı üşenirdim. Görüyor musun, aşk insana neler yaptırıyor?
Bu kadar uzun zaman olmasına rağmen yanına gidip uzun uzun konuşmaya, sıkı sıkı sarılmaya cesaretim yoktu. Sadece ocakta kahvemi karıştırıyor, ara sıra da kocaman pencereden dışarı gelinlik giymiş sokaklara bakıyordum. Bembeyaz kardelenlere... Bembeyaz, başını saygıyla eğen asil kardelenlere... Cesurca karı delip, sonra mütevazıca başını eğen kardelenlere bakıyordum. O ise içerde beni bekliyordu. Ben onu beş yıl beklemiştim.
"Boruto-chan, çocuklar nerde?"
"Annemle beraber pazara gittiler."Onunla konuşurken yüzümün çatır çatır kızardığını rahatça hissedebiliyordum. Sesini duyunca aynı anda nasıl bu kadar heyecanlanıp nasıl bu kadar sakinleşebiliyorum?
"Öyle mi... Hey, diğerleri nasıl?"
"Diğerleri? Ha, Daigo, Lider ve diğerleri... Emin değilim, onlarla sen gittikten sonra pek görüşmedik."
"Vay canına, ciddi misin?"Bir yandan kahvemi karıştırıyor, diğer yandan yavaş yavaş yağan karı seyrediyordum. Basmaya kıyamadığım, parlak karlar her bakışımda bana O'nun beyaz, gür saçlarını hatırlatıyordu. Saçlarını, dudaklarını... Her bakşımda daha çok âşık olduğum harika kırmızı gözlerini.
"Neden ciddi olmayayım?"
"Sen böyle yaslar tutacak insan tiplerinden değilsindir."
"Ehehe... Yasını tuttuğumu mu sanıyorsun?"
"Burdan başka ne çıkarabilirim?"Kahveyi fincanlara doldurup su bardaklarını da tepsiye koyduktan sonra elime alıp salona doğru yürümeye başladım.
"Çok güzel yağıyor."
"Evet..."
