Gökyüzü görkemli şalını omuzlarına doladığında Ay karanlığın içinde belirmişti. Kendisinden sonra gözlere sunulan yıldızların arasında 'ışığın şimdilik en güçlü kaynağı benim' dercesine namını kucaklayalı epey olmuştu.
Vücudumu saran beyaz çarşafı üstümden attıktan sonra yatağın içinde sürünerek Ongu'ya ulaştım. Gece lambasının altında süzülen çıplak omzuna sakin bir öpücük kondurdum ve gülümsedim.
''Yarınlar hep çok güzel olacak.''
Bedenini yüz üstü gelecek şekilde bana çevirdikten sonra tebessüm etti. ''Bugün kadar güzel olur mu sence?'' Mavi gözlerinin üstüne belli belirsiz tutunan saçlarını parmaklarımla çektim ve gözlerine biraz daha yakından baktım. ''Olacak. Bunun için sana söz veriyorum.''
Yukarı çektiği elleriyle çenemi kavradı ve donuk ifadesini bir an bile bozmadan beni izlemeyi sürdürdü. ''Sana hangi ara ve nasıl kapıldım ben?'' Yüzünde sarhoşlukla çevrelenmiş sualler vardı. ''Bir bilsem...''
Suratına iyice yaklaştıktan sonra dudaklarımı yanaklarında gezdirdim. Boynunun altına indiğimde kokusunu kesik kesik ama içtenlikle çektim içime.
''Ben cevap vereyim o zaman'' dedim. Yüzümü boynunun altından alıp bir kez daha gözlerine eğildim. ''Sadece yirmi altı gün önce, o kır sakallı ve hızmalı adamın canlı müzik yaptığı mekanda, gece bir sularında, sarhoşken...''
Kaşları varla yok arası yukarı çekildi. ''O günden sonra da sarhoşluğumdan bir şey kaybetmedim zaten.''
Tebessümüne gülümserken gözlerimi yumdum. ''Her ne şekilde ve nasıl girdiysen hayatıma, iyi ki girdin. Son yirmi altı günde hayatımın en güzel anlarını yaşadım. Bundan sonra bir başkası aynı etkiyi yaratabilirmiş gibi gelmiyor.''
Sağ elini enseme götürdü ve sıcak parmakları tenimde gezerken kendisini öpmem için başımı aşağı çekti. Susuzluktan kurumuş olan dudaklarım ısıyla dolup taşan dudaklarına indiğinde bu gecenin ikinci büyük kalp atışı da kendine ait olan yere oturmuştu. Kendimi topladım ve dudaklarımız birbirine kenetliyken üzerine çıktım onun. Nemli saçlarına parmaklarımı daldırdım. Soluklarımız hızlanmaya başladığında yatağın birkaç metre ötesindeki tekli koltukta bir ışık belirdi ve ardından gelen bir zil sesi...
''Telefonum çalıyor'' dedi Ongu. Altımdan kurtulmak için ellerini omuzlarıma bastırdı ve beni geri itti. Yatağın sağ tarafına doğru sallanırken ''Açmak zorunda değilsin'' dedim. Beni dinlemedi ve yataktan çıktı. O, koltuğa doğru yürürken çıplak duran sırtını seyrettim. O telefonun bu geceyi benden almasını istemiyordum.
''Kim arıyor?'' diye sordum yatakta beklemeye devam ederken. Eline aldığı telefona bir süre baktıktan sonra ekran ışığının yansıdığı yüzünü bana çevirip ''Ebru,'' dedi. ''Seher'in arkadaşı.''
''Bu saatte neden seni arıyor ki?''
Telefonu açıp kulağına götürdü ve karşıdan gelen sesi dinlemeye başladı. Sıkılgan tavırlarımla gözlerimi yatağın üzerinde gezintiye çıkardım. Altımızdaki çarşaf ne kadar da dağılmıştı.
''Ne diyorsun ya sen? Neredesiniz siz şimdi?''
Gözlerimi çarşaftan çekip ona çevirdim. Telaşın sıçradığı yüzü beni tedirgin etmişti.
''Allah'ın cezaları. Kapat. Geliyorum hemen.''
Kulağından çektiği telefonu, aynı koltuğun üzerinde duran pantolonunun cebine tıktıktan sonra sütyenini taktı ve diğer giysilerine uzandı.
''Ne yapıyorsun? Gidiyor musun?'' Şaşkınlıktan çok hayal kırıklığı yaşıyordum.
''Seher... Yani kardeşim, bir gece kulübünde fazla alkolden bayılmış. Ebru da yanındaymış ama başı dönüyormuş ve iyi değilmiş. Benden yardım istiyor. Onları hemen eve götürmek zorundayım."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hüzünde Bir Çocuk
AdventureBazen korkular, esaretin dostu olur. Esaret, yıkılışı besler. Ölüm, yıkılışın aşkıdır. Peki bir umut, kaç ölümü öldürür? Hayatlarının belirli dönemlerinde tuzağa düşürülmüş, hayallerini kaybetmiş ve para için çalıştırılmış olan küçük yaştaki insanla...