---Üç gün önce---
Önceki gün akşam haberlerinde ertesi günün yılın son sıcak günü olacağı söylenmişti. Sabah havanın sıcak olduğunu gören insanlar bunu bir fırsat bilerek günün ilk ışığından itibaren caddelere akın etmişlerdi. Havanın sıcaklığı ise güneş batana kadar sürmüş, güneşin batmasıyla sıcaklar kesilip yerini gri yağmur bulutlarına bırakmıştı.
Gökyüzünü saran bulutlar göğü buğulu gösteriyordu. Kafasını yavaşça kaldırıp gökyüzünü izlemeye başladı. Bulutların kararmasıyla güneş de kızıllığını bırakıp kayboluyordu. Tam o esnada sert yüz hatlarının ortasına düşen küçük damla dalgınlığını gidermeye yetmişti.
Londra'da beşinci günüydü ve planladığı gibi üniversite meselesini de halletmiş olarak park alanına dönüyordu. Bu şehrin belki de en büyük sorunu dolup taşan park alanlarıydı.
Dünyaya geleli henüz dört yıl olmuşken bu dört yıllık zaman diliminde birçok şeye tanık olmuş ve insanların duygularından, yalanlarından, gürültülerinden.. kısaca insanlardan nefret etmişti.
Dünya alemine inebilmek için birçok zorlu yoldan geçmesine rağmen buna değip değmediği konusunda hâlâ tereddütte kalıyordu. Bazen kulaklarını koparıp hiç bir ses duymamak bazense şu an gökyüzünde bulunan bulutların renginden daha koyu renkte olan gözlerini kapatıp birdaha açmamak istiyordu.
Bütün bu ruhunu daraltan düşünceler gerçekten de sonsuzluğa değer miydi? Bitmez bir yolda bu insanlar arasında geçip gidecek kadar değerli miydi bu sonsuzluk denilen kavram?
Bu düşünceler Londra'ya geldiğinden beri daha çok beynini bulandırmıştı. Dünyaya indiği süre zarfında yaşadığı bölge az nüfuslu ve doğaldı ama Londra denilen ve Thomas'a sadece insan kalabalığını, gürültülerini ve de pisliklerini andıran bu şehir onun içindeki en güçlü duygu olan kin ve nefretiyle de çakışınca bir karar vermişti. Bu karar onu bir nevi rahatlatıyor ve bu lanet şehre gelme sebebinin acısını çıkaracağına inandırıyordu.
Sonra dudağı kıvrıldı. Dudak kenarının hemen altında oluşan çukur bile yalancıydı, gülüşü gibi.. Gülmeyi bilmeyen birine verilen gamze de haksızlıktı. Tıpkı buz gibi soğuk ve beyaz teninden beliren simsiyah gözlerinin çekiciliği gibi.
Onun sert kemikli yüzünde düz bir çizgi şeklindeki dudağının oluşturacağı çukur yalan gülümsemeden oluşmuş olsa da belki de yüzünde sert görünmeyen tek noktaydı. Ve o da kısa bir süreden sonra kayboldu.
Yüzündeki gamze yerini yeniden sert dokulu kemiğe bıraktığı gibi beyaz bulutlar da yerini kara yağmur bulutlarına bırakıyordu yavaşça. Yağmur da hızını arttırıyordu. Yüzüne gelen birkaç damlaya aldırmadan dakikalarca olduğu gibi gökyüzüne bakarak sabit bir şekilde durmaya devam etti.
Bir süre sonra yüzünde ıslanmayan nokta kalmamıştı. Uzaktan insanların hızlı adımlarını duyuyordu. Telaşları adımlarına yansıyan insanların zıttına o, yağmurun altında fazlasıyla rahattı.
Belki de dünyadaki en güzel şeydi yağmur. Derin bir nefes aldı. Ciğerlerinin oksijenle dolmasıyla karbondioksit de azalmıştı. Keşke bu oksijenler içindeki kin ve nefret duygusunu da yok edebilseydi. Oysa Thomas şuan gözlerini bulutlara dikmiş, kin ve nefretin oluşturduğu planları düşünmekle meşguldü.
Hafif bir rüzgar esti geçti koyu kahve saçlarını okşayarak. Sanki gözlerinin dalgınlığını gidermek için esmişti o rüzgar. Bu yüzdendir ki bir anlığına esip geçmişti. Gözlerini nihayet yere indirdi. Yavaş adımlarla arabasına doğru yürümeye başladı. Küçük adımlar giderek büyümüş ve hızlanmıştı. Arkasında kalan üniversite de onun ilk adımıydı..
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İnsanlar Korkaktır
Teen FictionO korkusuzluğuyla korkutacak türden biri ve bir de karanlıktan doğmuş gibi acımasız.. O istediği herşeyi elde edebilir, sonsuzluğu bile.. Ama bundan önce dudağına gerçek bir gülümseme yerleşebilmesi için usulca, içindeki kin ve nefreti eritmesi gere...